-
En-Nafi' (c.c)
EN-NAFİ' (C.C.)
“Faydalı ve menfaat verici şeyleri halkeden.”
Bir evvelki mübarek isimde izah edildiği gibi onda elem ve ızdıraplar, felâketler tecellî etmekteydi.
Bu mübarek isimde de hayır ve menfaat verici şeylerin yaratılma hikmeti pırıldamaktadır.
Menfaatları da zararlı şeyleri de yaratan elbet Allah (Azze ve Celle)'dir.
O'nun kerem ve lütfunun arkası kesilmez.
Kulları için akla hayale gelmez güzel ve iyi şeyler yaratır.
Arılar, onun nâmına bize petek petek bal sunarlar.
Ağaçlar kucak kucak meyvelerle bize gülümser.
Toprakta buğday başakları altın gibi kızarır.
Hurmalar sanki bir şeker fabrikasında imal edilmiş gibi tadından yenmez.
Asma dallarında salkım salkım üzümler olur.
Kirazlar, elmalar, armutlar.
Bu nimetleri sayacak olsak ömrümüz kâfi gelmez.
İşte bütün bu güzel ve faydalı şeyleri kulları için yaratan Allahü Teâlâ'dır.
Eğer bir ahmak çıkıp bunların tesadüf eseri meydana geldiğini söyleyecek olursa, ona ancak maymun diyebiliriz.
Çünkü onun insanlıktan nasibi yoktur.
Söz, Said Nursî Hazretlerinin:
“... Herşey Cenâb-ı Hakk'ın namına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar.
Demek, herbir ağaç “Bismillah” der.
Hazîne-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere taplacılık ediyor.
Her bir bostan “Bismillah” der.
Matbaa-i kudretten bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor.
Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar, “Bismillah” der.
Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur.
Bizlere Rezzâk nâmına en latîf, en nazîf, âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar.
Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, “Bismillah” , der. Sert olan taş ve toprağı deler geçer.
Allah namına, Rahman namına der; herşey ona musahhar olur.”
“... Ey insan!
Aklını başına al!
Hiç mümkün müdür ki, bütün envâ-ı mahlûkatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hacetlerine “Lebbeyk” dedirten Zât-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin?
Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor; sen de O'nu bil, hürmetle bildiğini bildir.
Ve katiyen anla ki, senin gibi zaîf-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fânî, küçük bir mahlûka koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inayet ve ilim ve kudreti ta-zammun eden hakikat-ı rahmettir.
Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve hâlis şükür ve safî bir hürmet ister.
İşte o hâlis şükrün ve safî hürmetin tercümanı ve unvanı olan “Bismillâhirrahmânirrahîm ” i de; o rahmetin vusulüne vesile ve o Rahmân'ın dergâhında şefaatçi yap.” Sözler, Bediüzzaman Said Nursî.
Görüldüğü gibi nimetler önümüze deryalar gibi serilmiş bulunmaktadır.
Nimeti veren Allah olduğu gibi, musibet ve âfetleri yaratan da Allah'tır.
Bir kuluna rabbi elem, ızdırap, hastalık ve daha nice sıkıntılar verirse, onu yine Allahü Teâlâ'dan başka kulun üzerinden alacak yoktur.
Bilakis sıhhat, afiyet, zenginlik, güzellik, lezzet ve sevinç, kudret, kuvvet gibi menfaat verirse, bütün bu nimetleri devam ettirecek olan da yine O'dur.
İşte insan bunları düşünmeli ve ona göre kulluğunda devamlı olmalıdır.
Nimete, devlete ermek isteyen, şükre sarılmalı.
Dünyanın saadetini, ahiretin selâmetini isteyen de şükre ve zikre koyulmalıdır.
Nankörlüğün sonu hüsrana kapı açmak olur. Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 303-305.