-
El-Hakim (c.c)
EL-HAKİM (C.C.)
“Hüküm ve hikmet sahibi, her işi yerli yerinde ve eksiksiz olan.”
Allahü Teâlâ'dan daha hikmetli kim olabilir.
O'nun bütün emirleri ve işleri hikmetlidir.
Hakîm: Hikmet sahibi demektir.
İlim ve hikmet sahibi olmayan, sonsuz kudrete mâlik bulunmayan, bunca varlıkları nasıl vücuda getirir, nasıl idare eder?
Demek ki Allahü Teâlâ'nın bir sıfatı da Hakîm olmasıdır.
Yine O, dilediği kulunun gönlünü açar,hikmetinin nuru ile o kulu rızıklandırır.
Birine de hikmet verdi mi, bütün hayırları ona vermiş demektir.
Yine Yüce Allah'ın emirleri ve nehiyleri hep hikmettir, nur, hayır ve menfaat kaynağıdır.
Bir kul, Allah'ın emirlerinde sebat etsin de ziyana uğrasın görülmemiştir.
Bir diğeri de isyanda, hüsranda bulunsun da sonunda nedametle başına topraklar saçmasın mümkün değildir.
Allah (Azze ve Celle), sarhoşluk veren her türlü içkiyi haram etmiştir.
Hiçbir akıl sahibi çıkıp da diyemez ki içkide, şarapta hayır vardır.
Yıkılan yuvalar, ardı arkası kesilmeyen cinayetler hep sarhoşluğun belasıdır.
İşte yüce Rabbimizin hayat veren buyruklarına uyulmadığı takdirde cihan günleri ateş şimşekleri gibi yakıcı olur.
Görüldüğü üzere Cenâb-ı Hakk'ın yasak ettiği şeyler insanlar için birer âfet, birer felâkettir.
O halde, bunları niçin yaratıyor denilemez.
Çünkü O'nun yarattığı hiçbir şey hikmetsiz değildir.
Dünya bir imtihan meydanıdır.
İyilerle kötüler, güzellerle çirkinler, güzel ahlâkla fena ahlâk nasıl birbirinden ayrılacaktı?
O zaman bütün insanların hiçbir gayret göstermeden cennete girmeleri gerekirdi.
Veya bütün beşerin cehenneme düşmesi lâzımdı.
Bu ise, adalete, hikmete, insafa ters düşerdi..
Allahü Teâlâ Hakîm'dir.
Yaratıkları arasında verdiği hükmün ve hikmetin asla eksikliği düşünülemez.
Hakîm'in mânâsı: Geniş ilmi olan, işlerin önünü ve sonunu bilen, her şeyi yerli yerine koyan, rahmeti bol olan demektir.
Ve şu âyet-i kerîme de bunu ifade etmektedir:
“Kullarının üstünde kaahir (galip) O'dur.
Hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan O'dur.” En'am: 18.
Hem tek hikmet sahibi ve haberdardır ki, O hikmet sahibi ve haberdar olmasaydı, hikmet ve hayır nişaneleri nereden gelirdi?
Gülistanlarda boy veren tatlı gelincikler, hoş kokulu sünbüller, menekşe ve yasemenler zaman boyu gülüp durur muydu?..
O'nun sırlarına ve hikmetlerine akıl gözü yol bulamaz.
Her yaptığı işde bir hikmet vardır.
Perdenin arkasında olanı biz bilemeyiz.
Yine şanı pek yüce olan Allah, keremiyle, rahmetiyle bazı kullarına hikmet vermiş, manevî kapılar açmıştır.
Öyle çocuklar gelmiştir ki âleme, büyükler bile onlardaki hallere hayret etmişlerdir.
Ahmet bin Yahya, henüz küçük bir çocuktu.
Bir gün, anne ve babasının huzuruna varıp dedi ki:
“Beni Allah'a hibe ediniz ve O'nun yoluna veriniz!”
Anne ve baba:
“Peki yavrucuğum, dediler, biz seni Allahü Teâlâ'ya hibe ettik! Git rabbine kulluk et!”
Kendi küçük, fakat aklı büyük yavru evden ayrıldı, ilim ve irfan meclislerine can attı.
Velilerin, büyüklerin sohbetinde gönül parlatmaya koyuldu.
Ne var ki anne baba hasreti de yüreğinde dumanlar gibi tütüyordu.
Bir gece vakti ayrılığın verdiği ızdırapla yolları eline dolayıp kendi evlerinin kapısına geldi ve kapıyı güm güm çaldı.
İçeriden, hasretiyle yandığı babası seslendi:
“Kimdir o?”
Gül yüzlü çocuk cevap verdi:
“Oğlunuz Ahmed!. Hasretinize dayanamayıp geldim. Ne olur sizi bir göreyim de yine giderim!”
Baba da, Allah'ın velî kullarından biriydi, dudaklarından şu müthiş kelimeler döküldü:
“Evet, bizim bir oğlumuz vardı, vardı ama, biz onu Allah'a hibe ettik.
Biz verdiğimizi geri almayız. Haydi yolun açık olsun!”
Küçük yavru, yuvasız kuşlar gibi kalıvermişti.
Derhal geri döndü ve dedi:
“Ey Ahmed! Eğer murad istiyorsan İsmail gibi olacaksın! Allah ile dostluk kolay mı zannettin?”
İşte Allahü Teâlâ bazı kullarına böyle hikmet verir.
Bu çocuk, bu ihtiyar, bu genç demez.
O'nun verdiğini de kimse geri alamaz, hiçbir kuvvet onun hükmünü bozamaz.
Bize ancak, sübhanallah, bârekallah demek düşer!..
O çocuk ne mi oldu?
Veliler serdarı oldu ve nâmı bütün âlemi tuttu. Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 192-195.