ER-RAFİ' (C.C.)
“Yukarı kaldıran, (iyi ve salihleri) yücelten ve yüce menzillere ulaştıran.”
Yüce Allah dilediğini nasıl aşağılara indiriyor, zelîl ediyorsa, istediği kulunu da yükseltir.
Bir padişahı gedâ yapabileceği gibi, bir gedâyı da sultanlık tahtına oturtabilir.
Bir garibe şan ve şeref vermesi çok görülmüştür.
Bir şahı da tahtından yere indirmiştir.
O'nun adalet güneşi bir gönüle düştü mü, artık o gönlün sahibi aşka kanat açar, ilâhî aşkın kokusunu canda duyar ve nice gizli haller kendisine ayan olur.
Bazı insanlar da vardır ki, onların gönül cihanını gecelerden daha korkunç hale getirir, gaflet ve cehaletle karartır.
Böyle kimseler de zillet çamuruna batar ve bir daha kıpırdayamaz.
Dikkat edecek olursanız Cenâb-ı Hakk'ın şan ve şeref verdiği, yücelere çıkardığı insanlar güzel huylu, tatlı dilli, cömert, kerim, kibar ve melek gibi insanlardır.
Hep herkesin iyiliğini isteyen, herkesin yardımına koşan, yaralara merhem süren, yetimlerin dağınık zülüflerini okşayan, hayvanlara bile şefkatle muamele eden bunlardır.
İşte bu gibi hasletlerle bezenen kullarını Allah Teâlâ hem sever, hem yüce makamlara ulaştırır.
Bunun en güzel misâli Veysel Karanı Hazretleridir.
Nasıl mı?
Şöyle: Veysel Karanı Yemen'in bir köyünde garip, kimsesiz bir deve çobanıydı.
Hayatta sadece yatalak bir annesi vardı.
Köylüler onu hor görür, çocuklar taşlardı.
Fakat o herkese acır, herkese öğüt verir, hayvanlara ve çocuklara şefkatla muamele ederdi.
Tek harf okumamış, köyden bir yere ayrılmamıştı.
Canla başla annesinin hizmetine koşuyordu.
Gün geldi, Cenâb-ı Hak onun gönlüne muhabbet ateşi koydu.
Peygamber-i Zîşan (s.a.v) efendimize karşı dayanılmaz bir aşkın sahibi oldu.
O'nun hasretiyle yanıyor, fakat annesini bırakıp ona gidemiyordu...
Resûl-i Ekrem Efendimiz de “Bana Yemen'den Rahmanı kokular geliyor” demedeydi.
Hâsılı, Veysel Karanı dünya gözü ile Allah'ın Resulünü göremedi.
Rabbi O'nun gönlünü açtı, onu ledünnî ilimlerle rızıklandırdı.
O kadar ki, velîlere medar oldu.
Hatta, ondan çok çok üstün ve faziletli olan Hazreti Ömer ve Hazreti Ali, iki büyük ve sultan sahabi, ona Peygamberler Peygamberinin selâmını ve hırkasını götürdüler.
O'nun yüzü daima Hak eşiğindeydi.
Gözleri de iplik iplik yaşlar dökerdi.
Gün bitip gece bastırınca: “Bu gece” derdi, “rükû gecesidir.”
Ve sabaha kadar rükû ederdi.
Diğer bir gece için de, “Bu gece secde gecesidir” der ve bütün geceyi secde ile geçirirdi.
Ve çok kere Rabbi Kerimine şöyle niyaz ederdi:
“İlâhî Ente Rabbî ve ene'l-abdü”
“Ve ente'l-Hâliku ve ene'l-mahlûku”
(İlâhî! Sen benim Rabbimsin, ben senin kulunum. Sen (her şeyin) Halikı, ben ise yaratılmışlardan biriyim.)
“Ve ente'r-Rezzâku ve ene'l-merzûku”
“Ve ente'l-Mâlikü ve ene'l-memlûku”
(Sen, rızık veren ben ise rızıklandırılmış olanlardanım. Sen, Mâlik her şeye sahib, ben ise senin kölenim.”
Cenâb-ı Hak işte böyle dilediği kulunu ta yücelere çıkarır.
Yine istediği kimseleri de tepelerden zeminlere indirir.
İbret almak gerekir.
Dünya malı, dünya makamı için yapılan kavgalar, savaşlar, ölümler nedir?
Yarın dünya onların hepsini kucağından kara toprağa atacaktır.
Allah tanımaz zalimlerin yurtlarında şimdi itler mekân tutmuştur.
Yüce Allah elbet her şeyi kemâliyle bilmektedir.
İnsanlar içinde yükselmeğe, yukarılara çıkmağa lâyık olanları bildiği gibi, yükseklerden aşağılara inecekleri ve insanlıktan nasibi olmayanları da bilir.
Ve her işi hikmetli ve yerinde yapar.
Kimseye zerrece zulmetmez.
Herkes ektiğini biçer.
Allahü Teâlâ muhsinleri, iyilik edenleri sever.