Anladım ki....
Herkes değil, Yâr deyince iliklere işler söz.
Bir dem gelir ki, “Herkesten, sadece Yâr söyler” söz.
Bizi, kendisini bilmemiz ve bulmamız için yaratmış olan Rabbimizin; bütün kâinâtı da bu vazifemizi kolaylaştırmak için yarattığına îmân ediyorum. Bizim; iyi-kötü, kolay-zor, güzel ya da çirkin diye isimlendirdiğimiz, istisnâsız her tecrübeyi de…
Anladım ki, sadece rûhu değil, cesedi de güzel olmalı insanın... Temiz ve hafif olmalı. Kokusundan yıkayanlar; ağırlığından da taşıyanlar sıkıntı duymamalı.
Vaktini, elbet Allah belirleyecektir. Er ya da geç olabilir, bu da önemli değil. Nasıl dilerse, öyle olur elbet… Fakat umudum o ki, sevenlerim, hâlimin güzel olması ve teneşire, Hak âşığı bir hanım olarak, tertemiz ve huzurla uzanabilmem için duâ edeler.
Şükürler olsun ki, sevdiklerimin ayrılığından ayrı yaşadım. Anladım ki, “yakın” olmak ile “beraber” olmak, başka şeyler. “Uzak” olmak ile “ayrı” olmak arasında da dağlar kadar fark varmış meğer.
Yaşadım. “Birlik”te “ayrılık” var, bir de “ayrılık”ta “birlik”... “Birlik”te “birlik” de varmış ya, öyle sanıyorum ki, onu sadece duydum, yaşamak henüz nasip olmadı.
Kardeşinin yanında bile güvende değilsen ve ona karşı bile kendini korumak zorunda kalıyorsan, kıyamet cidden yaklaşmış demektir. Senin günahını hafifleteceği yerde, sana günah ekliyorsa, o kardeşinki de bilmem ne iştir?! Şeytan her kılığa girebilir; fakat bir dostun, bir kardeşin kılığına büründüğü vakit, öyle zannediyorum ki, en acıklı vakittir.
Verdiği bütün nimetler için şükran borçluyum; fakat bana bir çocuğun bakışındaki mâsumiyeti seyretmeyi nasip ettiği için, özellikle minnettârım Rabbime.
Zayıflığımı gördükçe, kudretini daha da derinden hissettiğim bir Allah var! Önceden sadece söylüyordum; ama artık derinden hissediyorum ki, başka bir delile ihtiyacım yok! Eğer Allah, benim gibi birini bile böyle gönüllerde aziz kılıyorsa, elbette her şeye kâdirdir.
Ferah, her şeyi bir yana koyup, “âh” ile Rabbime sığınıp nazlanacak “fer”i bulduğum ânın adıdır.
Rabbim, bana ne istediysem verdi. Baktım ki, belâmı da, safâmı da ben çağırmışım...
Aşk, kabuk ötesi bir şey. Âşık olduğun şey, sarıldığın kabuğun içinde bir öz olarak bulunmuyorsa, kabuktan bıkıyorsun. Bazı ilişkiler teknik bir işlemden, tat vermeyen bir ritüelden ibaret kalıyor. Anladım ki, hasret bitince sevgi de bitiyor. Kişi sevdiğiyle, maddî ve mânevî sevince erince de elbet, başka imtihanlar çıkıyor. Neticede burası dünya…
Anladım ki, kırılma olur. Şaşırma olur. Dağılma da olur. Hatta sapıtma bile olur. Her şey mümkün; ama Allah, öyle güzel bir Allah ki, omzu yaratmış, yükü de kaldırabileceği kadar vermiş. Hem, kime kırılır insan? Döndüm dolandım bir de baktım ki, meğer ben Allâh’a kırılıyormuşum.
Bazen, gözünde dağ gibi büyüttüğün insanların, aslında öyle olmadığını görürsün. İşin ilginci onlar, “Ben bir dağım!” da dememişlerdir. Yâhu dağ dağdır, o bile yıkılır! İnsan ise, insandır işte. Beşerdir, şaşar. Ne var bunda? Zaten mesele bu değil. Anladım ki, mesele, dağ zannettiğimi, tepe ya da küçücük bir tümsek olduğunu anladığım zamanda bile sevebilmem... Birini “Dağ gibi adammm!” diye seviyorsam, aslında ben dağı seviyorumdur.
Anladım ki, herkes değil, Yâr deyince iliklere işler söz... Bir dem gelir ki, “herkesten, sadece Yâr söyler” söz. Ey her şeye kâdir yüce Mevlâm! Şu yazdırdıklarını, kalplere ilmek ilmek, yine Sen işle… Âmin