Dünyadan Sıyrıl Allah'a Yaklaş
Dünya sevgisini, muhabbetini, kalbimizden ancak bütün eşyanın özüne, hakikatine bakmakla çıkarabiliriz. Bu şekilde hareket edersek, dünyanın nasıl olduğunu anlayıp kalbimize, sadece Allah-u Zülcelal'in ve ahiret gününün muhabbetini yerleştiririz.
Çevremizde, bizim için çok büyük ibretler vardır. Fabrikadan yeni çıkan bir otomobile bakın, sahibi ona gözü gibi bakıp bakımını aksatmadan yapar. Herhangi bir yerine bir şey olmaması için azami gayret sarf eder.
Ancak, bazen de hurdalıklarda her tarafı çürümüş, kullanılamayacak duruma gelmiş arabalar görürüz. Halbuki, o araba da bir zamanlar yeniydi. Sahibi etrafında dolaşıyor, sevgiyle bakımını yapıyordu. Arabanın muhabbeti kalbini fethetmişti. Peki, ne oldu? O yepyeni araba, yavaş yavaş eskidi, çürüdü ve topraktan bir farkı kalmadı. Böyle olduğu için de sahibinin ona duyduğu sevgi de kayboldu.
Manifaturacılar, sabahtan akşama kadar, kumaşlarının tozunu siler, itina ile düzenlerler. Bir kişi o kumaşı alıp elbise yaptırır. Bir süre giydikten sonra, eskidiği için kaldırıp çöpe atar. Peki, o manifaturacının titizlikle sildiği, düzenlediği kumaşa ne oldu?
İşte, eşyanın aslı, hakikati böyledir. Dünya sevgisi böyledir. İnsan bunlara meylederse, Allah-u Zülcelal'den ahiret gününden gafil kalır. Fakat, dünyanın ne olacağını tefekkür ettiği zaman, kendisini ibadetten, zikirden alıkoyan şeyler, bütün cazibesini kaybeder.
Ahiret ehline göre dünyanın hiç kıymeti yoktur
Yafii isminde bir zat şöyle nakletmiştir: "Bir beldenin padişahı, güzel bir şehir kurdu. Kendisine de çok güzel bir köşk yaptırdı. Yemekler hazırlattırıp bütün şehir halkını davet etti. Kapıya bir kaç adamını koyarak: “Yemek yiyenlere bu köşkte bir kusur olup olmadığını sorun!” dedi.
Tabi dünya ehlinden hiçbiri, bir hata bulamadılar. Son olarak bir kaç tane fakir, elbiseleri eski, Allah dostlarını çağırdılar. Kapıcılar, yemekten sonra sordular:
- Bu köşkte herhangi bir kusur var mı? Allah dostu olan zatlar:
- Bu köşkte iki tane çok büyük kusur var, dediler. Kapıcılar hemen padişaha gidip: "İki-üç tane fakir insan geldi. Bu köşkte iki tane çok büyük kusur var diyorlar." diye haber verdiler. Padişah bu sözlere çok sinirlendi ve: "Ben bir kusura razı değilken, onlar iki kusur buluyorlar!" diyerek onları huzuruna getirmelerini emretti.
Huzuruna getirildiklerinde, padişah onlara dedi ki:
- Çok sayıda bilgili insan geldi. Benim köşkümde bir kusur bulamadılar. Siz nasıl bir kusur buldunuz? dediler ki:
- Padişahım, Sinirlenme! Bu köşkün iki büyük kusuru vardır. Birincisi şudur ki, sahibi ölecek. Sen ölmeyecek misin? Padişah:
- Doğrudur. Herkes gibi ben de öleceğim, dedi.
- İkinci kusur ise bir gün gelecek, bu köşk yıkılacak, toprağa karışacak. Bunlar kusur değil mi, padişahım? Padişah:
- Evet, bunların ikisi de kusurdur, siz haklısınız. Fakat, baki kalacak bir şey var mı? diye sordu. Dediler ki:
- Cennet bakidir, ondaki nimetler bakidir. Bu sözler üzerine, padişah kendine geldi, müslüman oldu ve o zatlar hürmetine, Allah-u Zülcelal'e yöneldi.
Hakikaten de şuurlu bir şekilde düşünürsek, padişah da olsak, bütün dünya bizim olsa ve bütün insanlar da bize hizmet etseler, hiç bir kıymeti yoktur. Çünkü, faniyiz ve bir gün mutlak herkes gibi ölüp toprağa karışacağız.
Allah’a yakın olmak
Kudretli bir kimse karşımızda durup yerine getirmek üzere bize bir iş verse, o zat aklımızdan hiç çıkar mı? Tabi ki çıkmaz. Çalışırken, dolaşırken, otururken hep aklımızda olur. Acaba beni beğeniyor mu? Bana kızıyor mu? diye daima onunla meşgul oluruz.
Peki, Allah-u Zülcelal bu zata benzer mi? O, hiçbir zaman kulundan ayrılmaz; bize şah damarımızdan daha yakındır. Böyle olduğu halde, neden Allah-u Zülcelal'den gafil oluyoruz.
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "(Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler. İşte bunlar, (Allah'a) en yakın olanlardır." (Vakıa; 10-11)
Mü'min olanların tümü, Allah-u Zülcelal'e gitmektedirler. Fakat, bunların önünde olan bazı kimseler vardır. Öyle ki, bu önde olanların içinde de önde giden kimseler vardır. İşte, Allah-u Zülcelal'e en yakın olanlar bu kimselerdir.
Esasen, Allah-u Zülcelal nasıl bize şah damarımızdan daha yakın ise biz de O'na o derece yakınız. Ancak, ayet-i kerimede kastedilen yakınlık, bu değildir. Buradaki yakınlık; ibadet ile, ruh ile, huzur ile elde edilen yakınlıktır.
Allah-u Zülcelal ile huzurlu olan kimseler O'na doğru gitmektedirler. Otururken, suküt ederken, ibadet yapmadıkları zamanlarda dahi, Allah-u Zülcelal'e yürümektedirler.
Anlatıldığına göre, Cüneyd-i Bağdadi (ks) bir gün, suküt içerisinde oturuyordu. Ne zikir yapıyor, ne namaz kılıyor, ne de her hangi bir harekette bulunuyordu. Uzun süre bu halde oturdu. Ona dediler ki: "Farz namazlar dışında, ne ibadet ne de zikir yapıyorsun, ne de hareket ediyorsun. Devamlı sükut eder bir haldesin. Bunun sebebi nedir?" Cüneyd-i Bağdadi onlara şu ayet-i kerimeyi okudu: "Bir de o dağları görür onları sabit sanırsın; oysa onlar, bulut geçer gibi geçip gider." (Neml; 88)
İşte, bu ayet-i kerimeyi okuduğu zaman anladılar ki, Cüneyd-i Bağdadi yerinde oturduğu halde, aynı bulutlar gibi seyr-i sülukta, Allah-u Zülcelal'in muhabbetine, rızasına doğru gitmektedir.
Cüneyd-i Bağdadi oturduğu ve sükut ettiği halde, ruhuyla ve kalbiyle Allah-u Zülcelal'i zikrediyor ve yalvarıyor; huzurlu olarak Allah-u Zülcelal'e doğru yol alıyordu. Onun bu haline hayret edenler, okuduğu ayet-i kerime ile cevaplarını aldılar.
Tek çaremiz Allah-u Zülcelal’i zikretmektir
Bütün bu Peygamberlerin ve Evliyaların gücü, Allah-u Zülcelal'i zikretmelerinden meydana gelmektedir. Yani, hepsi Allah-u Zülcelal'in kuvvet ve kudretindendir. Zikir ehli Allah-u Zülcelal'in yanında çok makbuldür. Onun için gaflete daldığımızda, nefsimiz bizi aldatmaya çalıştığında kendimizi uyarmamız lazımdır. Bu ahir zamanda, en önemli çarelerden birisi, Allah-u Zülcelal'in zikriyle meşgul olmaktır.
Mü'min için; manevi olarak kalp, ruh ve sırla, Allah-u Zülcelal ile beraber olmak ve zahiri âzâlarıyla da Hz. Peygamber (sav) mutabaat yaparak onunla beraber olup, onun sünnetini yerine getirmek, bir kaide ve prensip olmalıdır.
Burada, bizim için büyük bir ibret vardır. Biz Allah-u Zülcelal'i ne kadar seversek; O'nu ne kadar çok zikredersek bizi aynı ölçüde sevecektir. Bunun için kendi halimizin ne olduğunu biraz düşünmemiz lazımdır.
Bakınız! Kumarbaz bir kimsenin tutkusu, kumar masasına gidip oyun oynamaktır. Çünkü, ancak ondan bir tat alır ve onunla yalnız kalmak ister. Bazı kimseler de arkadaşlarıyla oturup keyif etmek, çay içmek, nefsinin hevasını tatmin etmeye aşıktırlar. Bu verdiğimiz örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bunların bazıları haramdır. Bazıları da helal oldukları halde, sevap değildir. Mesela, insanın arkadaşlarıyla çay içip keyif etmesi helaldir. Ancak, sevap değildir. Bunların hepsi boştur. Bir kenara bırakmamız ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine sımsıkı sarılmamız lazımdır.
Çünkü Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "And olsun ki Allah'ın Peygamberinde sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah'ı çok seven kimseler için en güzel örnekler vardır." (Ahzab; 21)
Güzel akîbet güzel haslet sahiplerinindir
Allah-u Zülcelal, bazı güzel hasletleri kulunun üzerinde gördüğü zaman bu hasletler vesilesiyle, onun akıbetini hayırla sonuçlandırdığı gibi; bazı hatalarından dolayı da kulunu cezalandırarak -Allah muhafaza- akıbetini de kötü olarak sonuçlandıracaktır.
İmam Kuşeyri (ks) şöyle nakletmiştir: "Belh şehrinde, Allah-u Zülcelal'in ibadeti ve zikriyle meşgul olan bir genç vardı. Bunun yanında, mü'min kardeşlerinin gıybetini de yapıyordu. Allah-u Zülcelal, kendi kuluna karşı daha fazla gayretlidir. Kul neye gayret ederse, Allah ondan daha fazla gayret eder.”
Allah, nasıl ibadetini yapan, insanlara faydası dokunan kullarını mükafatlandırıyorsa; başkalarına zarar veren kimseye karşı da gazaplanır ve onu cezalandırır.
“İşte bu gıybet yapan genci, bir gün pis insanların hamamını temizlerken gördüm. Ona dedim ki: ‘Sen daima ibadet ediyordun, zikir ediyordun. Burada ne işin var?’ Genç adam şöyle cevap verdi: ‘Allah-u Zülcelal, yaptığım gıybet yüzünden beni cezalandırdı ve buraya gönderdi. Bana dua et!" Bakınız; bu olay bizim için bir ibret olmalıdır.
İşte insan, Allah-u Zülcelal'den daima korkup: "Benim halim ne olacak? Beni affedecek mi? Benden razı olacak mı?" diye düşündüğü zaman, kolay kolay hata ve günahlara düşmez. Her zaman hayırlı işlerle meşgul olmaya gayret eder.
Allah’a gafil olarak gitmekten kork!
Herkes kendisine bakıp, Allah-u Zülcelal'in istediği şekilde kendisini düzeltmelidir. Allah-u Zülcelal'in zikrini, ibadetini, Kur'an okumayı, İslam dinine hizmet etmeyi, kalbimizin, ruhumuzun ve nefsimizin istemesi lazımdır.
Hatta, kendimiz için: "Ya Rabbi! Sana karşı halis olmadan, beni dünyadan ayırma! Halis olduğum zaman da hemen beni dünyadan al!" diye dua etmeliyiz. Çünkü, dünyaya gelme sebebimiz, Allah-u Zülcelal'i razı etmektir. Dünyaya hayvanlar gibi yiyip içip uyumak için değil; baki olan ahiret hayatımız için hazırlık yapmaya geldik.
Allah-u Zülcelal, Davud aleyhisselam'a şöyle buyurmuştur: "Ya Davud! Gaflet içerisinde bulunduğun bir sırada ölümle karşılaşabilirsin. O zaman bana gafil olarak gelirsin. Bundan daima kork ve kendini muhafaza et. Allah'ın huzuruna gidersem halim ne olur? diye daima düşün ve zamanını gafletle geçirme!"
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin... (Amin)
Kaynak: Seyda Muhammed Konyevi Hazretleri, Kalbe Şifa Sohbetler, Reyhani Yayınları