Subhan Allah’a hamdü senalar olsun…
O’nun Sevgili Resulü’ne, Ehl-i Beyt’ine, Sahabelerine salât ve selâm…
Merhaba Dostlar;
Dünyada Allah’a en sevimli, en güzel manzara, günahına gözyaşı döken insandır herhâlde…
İmandan sonra, en büyük nimet, hatalı olduğunu kabul etmek ve bunu Rabbine itiraf edip özür dilemek.
İnsan ama ne insan!
Hatasının farkında olması, insan olmanın güzelliğidir, kemalidir. Hatasız insan olmayacağına göre…
Görüyorsunuz ya dostlar; günahkâr bir fasık olmakla, Allah’a yakın olmak arasındaki büyük farkı kapatan şey; günahının farkında olmak, suçunu itiraf etmek. Böyle olmasaydı, “Günahkârların en hayırlıları tövbe edenlerdir” buyrulmazdı hadisi şerifte.
Demek kulluğun püf noktası, çoğu defa bir serap gibi peşinden koştuğumuz günah işlememek değil. İnsansak elbette hata ve günah sadır olacak.
İş ki bilerek, isteyerek olmasın. Fakat asıl mesele, günah işlerken dahi hata ve isyan üzere olduğumuzun bilincinde olmak. Ve dahi asıl mesele, o işlediğimiz günahı pişmanlık ateşinde kaynatıp tövbe ve gözyaşıyla yıkamayı bilmek…
Geçenlerde, bir Hak Dostu öyle diyordu sohbetinde, günümüz Müslümanlarına ümit bahşeden simasıyla, “Peygamber aleyhissalatu vesselâm: ‘Çok insanın günahı vardır, sahibini cennete koyar’ buyurmuştur. ‘Ya Resulellah nasıl?’ diye sormuşlar, o da şöyle buyurmuştur: ‘Günahından dolayı Allah’tan korkar. Dünyada yaşadığı müddetçe ölünceye kadar Allah’a yalvarır, tövbe eder. Allah onun günahlarının hepsini affeder. O günahlarla cennete girer.’ İşte, biz de böyle yapacağız, inşaallah!”
Bir günaha düştüğümüzde, kalbimize bakalım o an; ne görüyoruz orada? Nefsimizin günahtan aldığı hazdan dolayı sevincini görebiliyor muyuz? Bu iğrenç sevinci ve şeytani sırıtışını görebiliyorsak mesele yok. Hiçbir Müslüman, şeytanı sevindirmek ve Rabbini darıltmak, gazaba getirmek istemez.
Yok, günahın ardından, kalbimizde tam bir hüzün, aldatılmışlık ve pişmanlık hissediyorsak; nefsinizi “sütü dökmüş kedi” misali bir kenara sinmiş vaziyette buluyorsanız, müjdeler olsun size dostlarım! Siz artık cenneti hak ediyorsunuz demektir!...
Ne kadar tuhaf değil mi? Her iki insan da aynı günahı işliyor ama biri “iyi ki yaptım” havalarında; diğeri ise başına yıldırım düşmüş gibi perişan… Ve bu iki insandan biri, bu haliyle cehennemi, diğeri de cennetini taşıyor bağrında!...
Evet dostlarım. Cehenneme kendi ateşimizi götürdüğümüz gibi cennete de bağımızı bahçemizi, köşkümüzü götüreceğiz.
Hatta yaşarken bile bunlarla dolaşmıyor muyuz? Şöyle içinden gele gele Rabbinden af dilemiş insanın huzuru kimde var? Bütün ağır vicdan hesaplarından kurtulmuş, kalbi de yüzü de nurlara bürünmüş biri, cennetini de beraberinde taşımıyor mu?...
Aynı şekilde; isyan ve günahlarla sarmaş dolaş yaşadığı halde, bırakınız tiksinti duymayı, her türlü pislikten büyük bir haz alan bir kimse de canavarlaşan nefsinin etrafa saçtığı ateşler içerisinde yanmıyor mu? Vicdanı henüz körelmemişse her gün ona binbir işkence yapmaz mı?...
Şimdi böyle birinin cehennemdeki adamdan ne farkı var?
Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin mübarek sözlerini incelediğimizde görüyoruz ki her günah bir cehennem tohumudur; her sevap da bir cennet tohumu… Ne ekiyorsak vücut tarlamıza, onu biçiyoruz burada ve yarın onu hasat edeceğiz ahirette.
Niçin bu konular üzerinde bu kadar duruyoruz aziz dostlar?
İslâm’a, insana ve kâinata dair onca mesele varken…
Şu ahir zamanın asıl savaşı, asıl belâsı, asıl imtihanı bu mecrada akıyor da ondan…
Bütün zahiri ve asıl batıni araçlarla saldırılan şey, bugün maneviyatımızdır. İmana, mukaddesata saldırıldı, yok edilmeye; İslâm yeryüzünden silinmeye çalışıldı. Hamd olsun başaramadılar.
Fikriyatımıza, kültürümüze, medeniyetimize saldırdılar. Tam başaramadılar. Silemediler İslâm mirasını yeryüzünden.
Ya şimdi!
Şimdi ise ruhumuza, kalbimize saldırıyorlar.
Şeytanî iksirleri maneviyatımıza zerk etmeye çalışıyorlar.
Neyle mi? Günaha açılan her türlü yolla.
Kim mi bunlar? Kim olduklarının ne önemi var: Şeytan ve avaneleri…
Biz asıl ne yapmamız gerektiğine bakalım. Şeytanın da dostlarının da ne yaptıklarının, hangi plânlar peşinde olduklarının bir önemi yok, eğer biz hazırlığımızı yapmıyorsak. Bir tedbirimiz yoksa düşmanın nerden ve nasıl saldıracağını bilmemizin bir faydası var mı?...
Bilelim ki şeytan bizim “apaçık düşmanımızdır.” Bu bize yeter.
Bilelim ki nasıl şeytan ve dostları varsa bir tarafta; öbür tarafta Allahu Azimüşşan ve dostları var.
İşte böyle aziz dostlarım. Mesele bu kadar açık, cephe bu kadar ortada. Taraflar belli…
Herşey akar su tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir
Ruhun şâd olsun Necip Fazıl Üstad! Ne doğru demişsin. İşte şimdi oluğunu, arkını bilme ve bulma zamanı…
Ya kirin, pisliğin içerisinde cehenneme doğru akıp gideceğiz; ya nurun içine dalıp cennete akacağız.
Evet, sevgili dostlar.
Affında cömertliği bol, keremi yüce Rabbimize binlerce şükürler olsun ki hatalara düşsek de bizi günahına pişman olmak nimetiyle temizliyor.
Binlerce kere affetmek ona çok kolay... Yeter ki biz hatamızın farkında olalım. Rahmetiyle binlerce kez dirilip O’nun yoluna koyulalım…
Düşman düşmanlığını yapsın.
Dost’umuz bize yeter…
SÜLEYMAN KARAKAŞ
GÜLİSTAN DERGİSİ