Gözyaşıyla ıslanmış düşünceler
Aslında bu konu, sözle değil; ancak gözle anlatılabilir!
Yaşadığımız düzen, materyalizm ve kapitalizm; insanın tüm mânevî değerlerini, kalbini ve ruhunu mahvetti. İncelik, hassâsiyet, duygulu olmak gibi özellikler; artık giderek yerlerini çıkarcılık, pragmatizm ve eyyamcılık gibi anlayışlara bırakıyor. Her şey, maddesi kadar kıymet buluyor, maddî zevk ve maddî değerden başka ölçüler geçerli kabul edilmiyor. Ayıp-günah tanımayan bu ortamda, ağlamak, ayıp sayılan bir-iki şeyin başında yer almakta... Bunca zulüm ve perişanlığın, anasını ağlattığı kimseler, bir yol bulup ağlama özgürlüğünü kullanmaya kalksa, alay konusu olacaktır: “Erkekler ağlamaz!” “Karılar gibi ağlıyor.” Sanki günümüzdeki kadınlar, özellikle erkeklerle beraber çalışan, okuyan bayanlar ağlama hakkına sahipmiş gibi...
Tv. programları komedi ağırlıklıdır; hem de en sulu ve cıvık cinsinden. Müstehcenlik de komedinin ayrılmaz ikizi. Filmler, diziler, stand-up ve talk showlar hep güldürme ve eğlendirme amaçlı etkinliklerdir. Magazin progmramları ve Televole’ler en çok reyting alan programlardır. Tabii, komedyenler de heykelleri dikilmesi gereken büyük sanatçılar... Uçağa binmekten korkan ve ölümü de o yüzden olan bir aktörün filmi, hem de aynı kanalda belki 158. defa seyirci önüne konulabiliyorsa, bunun paranoyayla ilgili olduğunu düşünmek gerekiyor; egemen güçler tarafından pompalanan toplumsal paranoya... Bırakın ağlamayı, gülmeler bile sahtedir bu dünyada. Sahte, yapmacık, formalite icabı ve rol gereğil. Güldürmeler de tabii...
Güleriz ağlanacak halimize. Filmler, fıkralar, şarkı ve türküler, halkın hayat felsefesini yansıtan toplum aynalarıdır. Bunlara bakarak toplum hakkında değerlendirme yapabilirsiniz. Alın size bir iki şarkı sözü: “Ağlama, ağlat! Yoksa zehr olur bu tatlı hayat.” “Ağlama değmez hayat, bu gözyaşlarına!” (Peki gülmeye değer mi dersiniz?!) Ve nükte ile karışık değerlendirme yapılır: “Ağlatmayı soğan bile becerir; ama siz hiç güldüren meyve, sebze gördünüz mü?” Tamam, soğan, mirasçıları ve hüznü tanımayanları bile ağlatır; demek tabiat ağlamaya yardımcı, doğayla, fıtratla uyum isteniyorsa, buna uyulmalı. Yalnız, soğan ağlatıyor da; insanımızı soyan ağlatmıyor, insanımıza söven ağlatmıyor mu? (Ağlatıyorsa, ağlatanın; ağlatmıyorsa, ağlamayı unutanın sorgulanması gerekmiyor mu?)
Yufka yürekliliğe yer yoktur, bu materyalist dünyada; ayakta kalmak istiyorsanız taş kalpli olacaksınız, bakmayacaksınız kimsenin yalvarmasına. Çalacaksınız, ezecek ve üzeceksiniz insanları, yoksa onlar sizden önce davranacaktır. On milyonun üzerinde dâvâ sürüyor mahkemelerde; bu anlayışın sonucu olarak. Kapının önünde mendil mi satıyor bir kız çocuğu, atacaksın derin dondurucuya; Mc Donalds’ın önünde zavallı çocuk görüntüsü vererek, göbekli müşterilerin keyfini kaçırmak neymiş görsün! Fakirlerin, işçilerin feryadına kulak tıkamalı, merhamet kelimesini lügatından silmeli bir patron ki, paralarına para katsın.
Taşlaştı artık yürekler; taştan su çıkıyor, taştan da sert yürekten hiçbir eser çıkmıyor. Göz musluğu pas tutmuş, küflü yürek gibi. Sürahinin içi boş; nasıl boşalıp akması beklenebilir ki... “Mü’minlerin derdiyle dertlenmeyen, onlardan değildir.” İnsanlığın derdiyle dertlenmeyenin insan sayılamayacağı gibi. Kendi derdi o kadar umurunda değildir olgun bir insanın. O, kendi derdinden şikâyet edip sızlanıp durmaz; insanlığın derdiyle, ümmetin derdiyle hemderttir. Tefekkür, ızdırap ve çile gibi aziz sıkıntılar; insan olmanın, iman etmenin, müslüman kalmanın bedelleridir.
Madde-mânâ bütünlüğü var, İslâm’ın bütün tavsiyelerinde; yani tevhid, her yere damgasını vuruyor. Gönlümüze faydalı olan her şey, sadece âhiretimizi değil; dünyevî sağlığımızı da düzenliyor. Huzur veren mânevî ilâçlar, maddî bünyemizi de tedâvi etmekte. Gözyaşı da bunun örneği. Allah için olmak şartıyla; hem ibâdet, hem huzur, hem zevk ve hem de sağlık...
Ağlamak, gülmeye oranla daha fıtrî, daha insanî, daha etkileyici... Diğer varlıklarla uyum için de bu gerekli. Yer gök ağlar (44/Duhân, 29), melekler ağlar, amel defterleri ağlar, ceylânlar gözyaşı döker; bülbüllerin ötüşü bile anlayana bir tatlı hüzün, bir sızlanış ve ağlayıştır. Âkif’in dediği gibi, insan, ağlayamıyorsa bari gülmekten (kahkaha atmaktan) utanmalı değil mi?
Ağlamak... Elinden bir şey gelmeyen zavallı gibi mi? Elbette hayır! Tüm yapılacakları yaparak, eylemle fiilî duayı yerine getirerek, gönülle ve gözle duâ etmektir ağlamak. Aynen ekinin ekildikten sonra, arada sırada sulanması gibi... Su, hayat işaretidir, hayat kaynağıdır. Su olmayan yerde hayat olmaz. Gözlerimizden de su gelmiyorsa, kalbimizde hayat yok sayılır. Su rahmettir. Gözyaşı akmıyorsa, rahmetten uzağız demektir. Unutmayalım ki ölmüş bir ağacın dalından, bir odun parçasından su çıkmaz. O, yanmaya lâyıktır, onun hakkı yanmaktır. Hayat sahibi yemyeşil bir ağaç, yara aldığında, kesildiğinde sular damlar. Bu onun canlı olduğuna delildir. Su, yanmaya engeldir, ateşi söndürür. Allah için ağlamak da cehennem ateşini söndürür. “İki göz vardır ki Cehennem ateşi onlara dokunmaz: 1- Allah için sınır bekleyen mücâhidin gözleri, 2- Allah için ağlayan gözler.”
Gece sessizliğinde, riyâ karışmaksızın Allah’la hemdem olmak, seccâdesine inciler saçabilmek, günah kirlerini gözyaşı suyuyla temizleyebilmek... İşte takvânın, kalp yumuşamasının alâmeti. “Kalbim temiz, sen ona bak” diyenler, kalplerini gözyaşı ile temizlemediler, zikirle cilâlamadılarsa kesinlikle yalan söylüyorlardır.
“Hava, bir gün yüzünü ekşitti, bulutun gözleri yaşlandımı, bu ağlayış; dalların, yaprakların, meyvelerin gülmesi içindir. Çocukların oyunları, gülüşleri de ananın ağlayışından, babanın darılışındandır.”
Allah için yeterince gözünün yaşını akıtamayanlar, kanlarını hiç akıtamazlar.
Kalplerin ölü veya diri olduğu, gözyaşlarından belli olur.
Gözyaşı bir nurdur; İçin, kalbin nurunun dışa yansımasıdır.
Allah için gözyaşı dökemeyen kişinin gözleri yok demektir.
Allah için ağlayamayan göz, büyükçe bir boncuk tanesinden başka nedir ki.
Ağlamak da bir zevktir. Gözün yaşı, özün aşıdır.
Gözyaşı Allah içinse eğer, mübârek ve mukaddestir.
Gözyaşı pişmanlıktır, gözyaşı tevbedir, gözyaşı gözün niyazıdır/duâsıdır.
Gözyaşı şükürdür; hamd ve senânın, şükrün gözlerden damla damla akışıdır.
Karanlığın farkında olmaktır ve gelecek adına şafağın müjdesidir gözyaşı.
Kerâmet, suyun üzerinde yüzmek, havada uçmak değildir; Kerâmet, gözlerdeki damlalar üzerine binmek, Allah korkusuyla huşû ve heyecanla gönül dünyamızda kanatlanmaktır.
Öteki âleme götürülebilecek tek hediye; amel terazimizi ağdırabilecek tek ağırlıktır gözyaşı.
Gözyaşı, gönlün kor gibi yanan ateşini söndürüp yeniden canlandırmak için gözden kalbe tutulan itfaiye hortumudur.
Gönüldeki Allah sevgisi ve korkusunun dışa yansımasıdır gözyaşı.
Gözyaşı, kalbin tercümanı, muhabbetin sessiz lisanı, günahların gufrânı, kulun Rabbinden rahmet istemesi, yani istirhâmıdır.
Herkesin sizi sevmesini istiyorsanız, gülümseyin. Allah’ın sizi sevmesini istiyorsanız, Allah için gözyaşı dökün. İnsanlarla beraberken gülümseyin, mütebessim olun, Sadece Allah’la beraber olduğunuzda mahzun bir şekilde gözyaşı ile Allah’la bağlantı kurun. “Mele-i A’lâda bana haber verildiğine göre, ümmetimin en hayırlıları, Allah’ın rahmetini ümid ettiklerinden dolayı (insanlar içinde) açıktan gülenler/tebessüm edenler, Allah’ın azabından korktukları için de gizli gizli ağlayanlardır.” (Hâkim, Beyhakî)
En gülünç olan, insanlar kendisine acısın diye gözyaşı döken; en takvâlı kişi, Allah kendisine acısın diye gece sessizliğinde teheccüd seccâdesinde ağlayabilendir.
Seccâdenin süsü, üzerine gözyaşlarından inciler dizmek ve incileri sık sık tazelemekle olur.
Ağlamasını bilen insan için gözyaşı şifâdır; maddî ve mânevî nice hastalıklara.
Gözyaşının indiği yerde rahmet vardır; Rahmetin indiği yerde de gözyaşı.
Gönül sarayının tozları, kirleri, gözden akan sularla temizlenir.
Duâlarımızın yerine ulaşmasını istiyorsak, imzamızı gözyaşlarımızla atmalıyız.
Rabbimizle irtibatımızda kopukluk varsa, paslanan bağlantı tellerini gözyaşı yağıyla temizlemeliyiz.
Mesajımızın değerlendirmeye alınması için, gönül kalemi kullanılması ve gözyaşı mürekkebiyle yazılması gerektiğini bilmeliyiz.
Secdelerin ölümcül hayatımızı canlandırmasını istiyorsak, Rasûlün secdeleri gibi gözyaşıyla sulayalım.
Günahlarla kirlenen yüzümüzü, yarın ateşin temizlemesinden önce, gözyaşıyla yıkayıp temizlemeliyiz.
Ahmed Özer, Gözyaşları Dünyası