http://www.gulistandergisi.com/resimler/R1102302.jpg
Nefsin bileğini bükmenin yolu
Gençlik yıllarımda elime bir atletizm kitabı geçmişti, oradan bakıp spor yapıyordum. Uzun koşulara alışmaya çalışıyordum. Nevarki ne zaman şöyle üç-beş yüz metre koşsam, böğrümde bir ağrı ve yanma oluyordu. Bir gün elime kitabı aldım, baktım ki bu benim ağrıyı anlatıyor. Şöyle bir çözüm ortaya koyuyordu; eğer bu ‘yalancı ağrıya’ biraz dayanırsanız, bir süre sonra tamamen geçecek ve koşunun sonuna kadar bir daha geri gelmeyecektir.
İlk fırsatta bunu denedim ve ağrı biraz şiddetlense de tamamen durmadım. Gerçekten de bir süre sonra, bu ağrı geçti ve çok rahat bir şekilde 3-4 km.yi hiç durmadan koştum. Sonraki koşularımda, artık alışmıştım, ağrı çıkınca biraz yavaşlıyor, ondan sonra da 5-10 km., ne kadar istersem, çok rahatlıkla koşuyordum.
İnsanın kendisine çeki düzen vermesi, nefsini disiplinize etmesi de tıpkı bunun gibi bir şey.
Nefsiyle az buçuk mücadele eden hemen herkes görmüştür ki yeni yükler yüklenmek, nefsin hoşlanmadığı bir şeydir. O halde nefsimizi tembellikten, boş işlerden kurtarıp ibadet ve hayırlara nasıl alıştıracağız?
Zamanımızın âlim ve mütefekkirlerinden Seyda Muhammed Konyevî, “Sohbetler”’inde şöyle bir çözüm tavsiye ediyor: “Nefis, vakti boşa geçirmek istediğinde, tecrübe edin; hemen oturun zikre ve nefsin başını ezmek için onu tutup üzerine ibadet yükünü bindirin. İşte o zaman, (günden güne) nefsin eziyetinin (insana verdiği zorluğun) kalktığı görülecektir. Bakarsın, öyle müsahhar olur (söz dinler) ki, tertemiz bir insan, kâmil bir insan meydana çıkar.”
Demek ki zorlukla ilk karşılaşma anında, nefsin homurdanışlarına, sağa sola yalpalamasına aldırmamak gerekiyor. Tıpkı atletizmdeki ‘yalancı ağrı’ gibi nefsin de yalancı “İstemem!”leri var.
Tabi nefis, ‘istememek’ konusunda yalan söylemiyor. Gerçekten istemiyor. Fakat nefsini ibadete ikna etmiş bir kimse için nefsin bu “İstememler!”i, aldatıcı bir oyundan başka bir şey değil. Madem ki müslümanız, tabiî ki ibadetlerimizi yapıp Allah’ın rızasını kazanmak ‘isteriz’. O halde nefsin “İstememler!”i, sadece miskinliğinden, kolaycılığından kaynaklanıyor.
Bu yalancı “İstemem!”lere kanıp mücadeleyi bırakmamak gerekiyor. Aksine, tabi dozu da fazla kaçırmadan, biraz üzerine gitmek gerekiyor.
Dinini daha iyi yaşamak, tam bir mümin olmak hevesindeki birçok Müslüman, işte bu noktada çok büyük bir hata yapıyor. Bakıyor ki nefsi alışmayacak, hemen ümitsizliğe kapılarak, “Benden adam olmaz. Daha bir namaza bile alışamadım!” Diyerek pes ediyor.
Biraz daha yol gitmişi de “Ne yapayım? Nefsimi alıştıramadım, zikrimi yapamıyorum!” diye, yarı yolda bırakıyor. Hâlbuki belki de nefsi tam alışma aşamasındaydı ve pes etmesine, alışmasına az kalmıştı.
Daha da acı olanı, aynı kişinin, bir süre ümitsizce ibadet ve zikrini boşladıktan sonra, bir manevi kuvvet bulup tekrar başladığında, yine aynı şeyleri yaşaması!... Bir türlü bu fasit daireden kurtulamayan onca insan tanıdım.
Oysa bu, açıkça kendine ve nefsine eziyet etmekten başka bir şey değil. Bir kere ısrarla ve sabırla, nefsine ibadet yükünü yüklese arkası gelecek…
Ümitsizlik müminin işi değil; şeytanın işi!
Allahu Teala, yolunda mücadele edenlere mutlaka yardım edecek, onları zafere ulaştıracaktır.
SÜLEYMAN KARAKAŞ
GÜLİSTAN DERGİSİ