-
107- Ma'un
107-MA'UN:
--------------------------------------------------------------------------------
1- Dini yalanlayanı gördün mü?
2- İşte o, öksüzü iter, kakar.
3- Yoksulu doyurmaya önayak olmaz.
4- Vay haline o namaz kılanların ki,
5- Kıldıkları namazın değerine aldırış etmezler.
6- Gösteriş yaparlar onlar,
7-Ve yardımlığı sakınırlar (zekatı vermezler).
--------------------------------------------------------------------------------
-
Cevap: Ma'un
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
Maun suresi ayet 1
Gördün mü o şahıs ki ahiretteki ceza ve mükafatı yalanlar.
"Sen gördün mü?" Bu hitab görünüşte Rasulullah'adır. Ama Kur'an'ın üslubu gereği, böyle durumlarda hitab her akıl sahibi insanadır. "Gördün mü?" nün anlamı, gözle görmektir. Çünkü ileride beyan edilecek şeyler, gözü gören her insanın görebileceği unsurlardır. Bunun anlamı, anlamak, bilmek ve düşünmek de olabilir. Meselâ biz, "bakın" diyoruz. Bunun anlamı, "biraz düşünün"dür. Ayetteki kelimeyi bu manada anlarsak, ayetin anlamı "biliyor musun ceza ve mükafaatı yalanlayanlar ne gibi kişilerdir?" olur. Veya "düşün o şahsın halini. Amellere ceza ve mükafaat verileceğini inkâr etmektedir." olabilir.
Burada "yükezzibu biddin" buyurulmuştur. "Din" Kur'an ıstılahında, ahirette amellerin karşılığı olarak kullanılır. Bu kelime aynı zamanda İslam için de kullanılır. Ama ilerideki açıklamalara dikkat edilirse birinci anlam daha uygun düşer. İkinci anlam kabul edilse de söz dizimine aykırı düşmez. İbni Abbas ikinci manayı tercih etmiştir. Müfessirlerin çoğu birinci manayı tercih etmişlerdir. Birinci manayı alırsak surenin anlamı, ahireti inkâr eden insanda bu karakterin meydana geleceğine işaret olur. İkinci manaya göre ise, surenin maksadı İslam dininin ahlâkî önemini açıklamaktır. Yani maksat, İslam dininin surede tanımlanan karakterinin tersine bir karakter meydana getireceğini açıklamaktır.
Ayetin üslubundan anlaşılıyor ki, bu soru ile başlanmasının nedeni, "bu adamı gördün mü, görmedin mi?" şeklinde soru sorulması için değildir. Muhatabı, ahireti inkar eden insanda ne gibi bir karakter meydana geleceğini düşünmeye davet etmek içindir. Aynı zamanda ahirete inananların ahlâkî önemini anlamaya çalışmayan ve bu akideyi yalanlayanların ne biçim insanlar olduklarını öğrenmeye teşvik etmek içindir de.
-
Cevap: Ma'un
Maun suresi ayet 2
İşte yetimi itip kakan,
Burada "fe zâlike'llezî" buyurulmuştur. Bu cümledeki "fe" bir cümle yerine geçmektedir. Yani, "sen bilmiyorsun, bilmelisin ki odur" anlamındadır. Ya da şu manadadır: "ahireti inkâr ettiği için o şahıs böyledir ki..."
"Yedi'ul yetim" kullanılmıştır. Bunun birkaç manası vardır. Birincisi, yetimin hakkını yer ve babasının bıraktığı mirasa el koyarak yetimi kovar, şeklindedir. İkincisi, yetim ona yardım için gelirse merhamet etmez, hatta yanından kovar. Yetim çaresizlik dolayısıyla gitmez ve beklemeye devam ederse iterek kovar, şeklindedir. Üçüncüsü, o yetime zulmeder. Mesela yetimi evine akraba olarak aldıysa bütün ev halkına hizmet ettirir. Yetim evde herkesin kahrını çekmek zorunda kalır, şeklindedir. Bunun yanısıra bu kelimeden, o şahsın bu tip davranışları arasıra yapmadığı, tamamen âdet haline getirdiği de çıkar. Yaptığı işin kötü olduğunu da düşünmez. Hiçbir şey hissetmeden bu tavrına devam eder ve yetimin yalnız olduğunu, yardım edeninin olmadığını zanneder. Onun için yetimin hakkını yemekte bir sakınca görmez. Ya elinden tutar ama zulmeder, ya da yardım için geldiğinde kovar.
Bu konudaki ilgi çekici bir olayı Kadı Ebu'l Hasan el-Maverdî, A'lamun Nübüvve isimli eserinde yazar. Ebu Cehil bir yetimin varisiydi. Bu çocuk bir gün çıplak halde Ebu Cehil'in yanına gitti. Babasının bıraktığı maldan kendisine yardım etmesi için ona rica etti.
Ama zalim Ebu Cehil çocuğa aldırmadı bile. Yetim, üzgün olarak geri döndü. Kureyş'in bazı ileri gelenleri kötülük olsun diye çocuğa Hz. Muhammed (s.a) 'e gidip şikayet etmesini tenbihlediler. Ayrıca, malını vermesi gerektiğini Ebu Cehil'e söylemesini Hz. Muhammed'e (s.a) rica etmesini de tenbihlediler. Çocuk çaresizdi ve Ebu Cehil ile Hz. Muhammed (s.a) arasındaki ilişkiyi bilmiyordu. Ayrıca Kureyş'in bedbaht ileri gelenlerinin de kendisine bunu niçin tavsiye ettiklerini bilmiyordu. Onun için çocuk Resulullah'a giderek durumu anlattı. Rasulullah hemen ayağa kalktı. Çocuğu yanına alarak en büyük düşmanı olan Ebu Cehil'in yanına gitti. Ebu Cehil Rasulullah'ı karşıladı. Rasulullah, "bu çocuğun hakkını ver" dedi. Ebu Cehil kabul ederek hemen çocuğun malını teslim etti. Kureyş'in ileri gelenleri Rasulullah ile Ebu Cehil arasında neler geçeceğini görmek için bu olayı izliyorlardı. İkisinin arasında tartışma çıkacağını zannediyorlardı. Ama Ebu Cehil'in uysal davrandığını görünce hayretler içinde kaldılar. Ebu Cehil'e gelerek "Sen de mi atalarının dininden döndün?" dediler. O, "Allah'a yemin ederim ki dinimi terketmedim. Ama ben Muhammed'in sağ ve solunda birer mızrak gördüm. Hareket edersem bana saplanır zannettim" dedi. Bu olay Arapların ileri gelen ve şerefli kabile reislerinin bile yetimlere, zayıflara nasıl davrandıklarını göstermekle kalmaz, ayrıca Rasulullah'ın ne kadar yüksek ahlâk sahibi olduğunun da delilidir. Onun bu ahlâkı karşısında en kötü düşünceli bir kimse bile etkisi altında kalır. Buna benzer bir olayı daha önce de bir yerde naklettik. Rasulullah, bu muhteşem ahlâkî etkisi dolayısıyla Kureyş'teki kafirler tarafından sihirbaz olarak isimlendirilmiştir.