-
50- Kaf
50-KAF:
--------------------------------------------------------------------------------
1- Kâf. Şanlı ve şerefli Kur'an'a andolsun ki,
2- Doğrusu kâfirler kendi içlerinden uyarıcı bir peygamber geldiğine şaşırdılar da dediler ki: "Bu şaşılacak bir şeydir!
3- Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi (tekrar) dirileceğiz? bu dönüş çok uzaktır."
4- Fakat biz toprağın onlardan neyi eksilttiğini elbette biliyoruz. Yanımızda herşeyi kaydedip muhafaza eden bir kitap vardır.
5- Doğrusu hak kendilerine geldiği zaman yalanladılar da şimdi karmakarışık bir ıztırap içindeler.
6- Artık üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve süslemişiz, onun hiç bir çatlağı yoktur.
7- Yeri de nasıl uzatmış, üzerine sabit dağlar oturtmuşuz. Orada görünüşü güzel her çeşit bitkiden çiftler yetiştirdik.
8- Bunlar, Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona ibret vermek içindir.
9- Bir de gökten bereketli bir su indirip de onunla bağlar, bahçeler ve biçilecek taneler bitirmekteyiz.
10- Tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik.
11- Bunları kullara rızık olması için (yetiştirmekteyiz). O su ile ölü bir toprağa can verdik, işte hayata çıkış da böyledir.
12- Onlardan önce Nuh'un kavmi, Ress halkı ve Semûd da yalanlamıştı.
13- Âd, Firavun, Lût'un kardeşleri de (yalanladılar).
14- Eyke halkı ve Tübbâ kavmi de, bunların hepsi peygamberleri yalanladılar da (onlara) azabım hak oldu.
15- Biz ilk yaratmada acizlik mi gösterdik? Doğrusu, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler.
16- Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız.
17- Onun sağında ve solunda oturmuş iki melek zabıt tutarken,
18- İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın.
19- Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldiğinde, "Ey insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir." denir.
20- Sur'a üfürülür, işte bu, tehdid(in gerçekleşme) günüdür.
21- Her can, kendisiyle beraber bir sevk memuru ve bir şahid bulunduğu halde gelir.
22- (Allah ona) "Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir." der.
23- Beraberindeki melek "işte yanımdaki hazır" der.
24- (Allah iki meleğe buyurur ki:) "Haydi ikiniz, atın cehenneme her inatçı nankörü!
25- İyiliklere (sürekli) engel olan, saldırgan, şüpheciyi.
26- O ki Allah'ın yanında başka ilâh edinmiştir. Haydi ikiniz birlikte onu şiddetli azaba atın."
27- Yanındaki arkadaşı (şeytan) der ki: "Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi".
28- Allah buyurur ki: "Huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarıcı göndermiştim."
29- Benim huzurumda söz değiştirilmez. Ve ben kullara asla zulmedici değilim.
30- Biz O gün cehenneme: "Doldun mu?" diyeceğiz. O da: "Daha fazla var mı?" diyecektir.
31- Cennet de kötülükten sakınanlara yaklaştırılır. Zaten uzak değildir.
32-33- Onlara denir ki: "İşte size vaad edilen bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan ve O'na yönelen bir kalple gelenlere mahsustur.
34- "Şimdi selam ve selametle oraya girin. İşte sonsuzluk günü budur."
35- Orada onlara ne isterlerse vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.
36- Ey Muhammed! Biz onlardan önce kendilerinden daha kuvvetli olan ve beldeleri delik deşik eden nice nesilleri helak ettik, hiç kurtuluş var mı?
37- Şüphesiz ki bunda kalbi olan ve hazır bulunup kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.
38- Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık, Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı.
39- Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güneşin doğuşundan önce (sabah namazını) ve batışından önce de (öğle ve ikindi namazalarını kılarak) Rabbini Hamd ile tesbih et.
40- Geceleyin (akşam ve yatsı namazlarını kılarak), namazlardan sonra da (vitir ve nafile kılarak) O'nu tesbih et.
41- Bir münadinin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver.
42- O gün insanlar, o çağrıyı gerçek olarak duyarlar. İşte bugün, kabirlerden çıkış günüdür.
43- Gerçekten biz hem yaşatırız, hem öldürürüz. Sonunda dönüş yalnız bizedir.
44- O gün yer yarılır, insanlar kabirlerinden çabucak çıkarlar. İşte bu, sadece bize göre kolay bir toplanmadır.
45-Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onlara karşı zor kullanacak değilsin. O halde sen, benim tehdidimden korkanlara bu Kur'ân ile öğüt ver.
--------------------------------------------------------------------------------
-
Cevap: Kaf
-
Cevap: Kaf
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
Kaf suresi ayet 1
Kâf. 'Şerefli üstün' Kur'an'a andolsun.
"Mecid" Kelimesi Arapça'da iki manada kullanılmaktadır. 1) Yüksek mertebeli, azametli, şerefli, izzet sahibi. 2) Kerem sahibi, çok veren, çok faydalı ve menfaatli olan.
Kur'an-ı Kerim'de bu kelime bu iki manada da kullanılmıştır. Dünyada hiç bir kitap bu Kur'an-ı Kerim'le karşılaştırılamayacağı için, Kur'an en büyük bir kitaptır. Dili ve edebî yönü ile de o bir mucizedir. O nazil olduğu zamanda da insanlar onun benzeri bir kelamı söylemekten aciz kalmışlar, bugün de acizdirler. Hiç bir sözünün hiçbir devirde yanlış ve asılsız olduğu ispat edilememiştir, ispat edilemez de. Batıl onun karşısına geçip karşı koyamaz, ne de arkadan saldırıp onu yenemez. Bu bakımdan O Kur'an-ı Kerim'dir. Yani insan ne kadar onu kendisine önder yapmaya çalışırsa o kadar fazla dünya ve ahiret iyilikleri elde eder. O'nun fayda ve menfaatlerinin bir sınırı yoktur, insanın artık O Kur'an'a ihtiyaç duymayacağı veya ulaştığı takdirde faydalılığının son bulacağı bir son çizgi de yoktur.
Kaf suresi ayet 2
Hayır, onlara kendilerinden bir uyarıcı korkutucunun gelmesine şaştılar da, o kâfirler: "Bu şaşılacak bir şey" dediler.
Bu ifade belağatin en güzel bir örneğidir. Burada çok geniş bir konu, birkaç kelime içerisinde ifadenin en yüksek derecesine ulaştırılmıştır. Neden dolayı Kur'an'a yemin edildiği açıklanmamış, bunun yerine ortada hoş bir boşluk bırakılarak gelecek söz "belki" kelimesi ile başlatılmıştır. İnsan biraz dikkat eder ve bu sözün buyurduğu manzarayı da göz önüne alırsa, "yemin" ile "belki" kelimeleri arasında bırakılan boşluğun ve konusunun ne demek olduğunu anlar. Yemin aslında burada, şundan dolayı yapılmıştır: Mekkeliler Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini akla yatkın bir yolla inkar etmediler, bilakis baştan başa akıl ve mantık dışı yollarla inkar ettiler. Onların en çok hayret ettikleri: Kendilerinden bir insanın, kendi kavimlerinden bir ferdin, hatta daha kısa deyimle insanlardan bir insanın Allah tarafından haberci olarak gelmesi idi. Halbuki hayret edilmesi gereken bir şey varsa, o da: Allah Teala'nın kullarının iyilik ve kötülüklerine değer vermeyip onlara bir haberci göndermemesi veya insanlara haberci olarak insanlardan olmayan birini göndermesi veya Araplara haberci olarak bir Çinliyi göndermesi idi. Bu bakımdan inkarcıların inkarlarının bu dayanağı kesin olarak akıl dışıdır ve akl-ı selim sahibi olan biri, Allah tarafından kullarına bir habercinin gönderilmesi gerektiğine ve haberci olarak gönderilenin kendilerine gönderilenlerden biri olması gerektiğine kesin olarak inanır.
Allah'ın Hz. Muhammed'i (s.a) bu iş için gönderdiğine gelince: Buna karar vermek için şu yüce ve kerim olan Kur'an'ın ortaya koyduğu şahitlikten başkasına ihtiyaç yoktur. Bu konunun ispatına o tamamen yeterlidir. Bu izahlardan artık anlaşılmaktadır ki, bu ayette Kur'an-ı Kerim'in yemini Hz. Muhammed'in (s.a.) Allah'ın gerçek olarak Rasulü olduğunadır. Kafirlerin onun peygamberliğine hayret etmeleri yersizdir. Ve Kur'an'ın "Mecid olduğu" bu davanın isbatında takdim olunmuştur.
Kaf suresi ayet 3
"Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (yeniden diriltilecekmişiz) ? Bu uzak bir dönüş (iddiasıdır) ."
Bu, o şahısların ikinci hayreti, şaşkınlıkları idi. Birinci ve asıl hayretleri öldükten sonraki hayata ait değildir. Tam tersine, kendi cins ve kavimlerinden bir kişinin ortaya çıkıp "Ben Allah tarafından size haberci olarak gönderildim." davasını ortaya koymasına idi. Bundan sonraki daha büyük hayretleri de; o kişinin bütün insanların öldükten sonra yeniden diriltileceklerini, daha sonra da bir araya toplanarak Allah'ın adaletinin karşısına çıkarılacaklarını ve amellerinin hesabını verdikten sonra ceza ve mükafata kavuşacaklarını haber vermesine idi.
Kaf suresi ayet 4
Doğrusu biz, yerin onlardan ne eksilttiğini bilmişizdir. Katımızda (bütün bunları) saklayıp-koruyan(4) bir kitap vardır.
4. Yani bu adamların aklı şu gerçeği almıyorsa, onların akıllarının darlığındandır. Bu böyledir diye Allah Teala'nın ilminin ve kudretinin de dar olması gerekmez. Onlar, yaratılışın başlangıcından kıyamete kadar ölen sayısız insanların vücutlarının toprakta darmadağın olmuş, gelecekte daha da dağılacak olan zerrelerini bir araya getirmek hiçbir şekilde mümkün olamaz, diyorlardı. Fakat gerçek olan şudur ki: O vücutlardan her bir parça, hangi şekilde olursa olsun, Allah Teala'nın doğrudan doğruya bilgisi dahilindedir. Hatta onun baştan sona bütün kaydı Allah Teâla'nın Kitabında mahfuzdur. Ve hiç bir zerresi kaybolup gitmeyecektir.
Allah'ın emri verildiği an melekleri bu kayda müracaat ederek, her zerreyi teker teker çıkarıp bütün insanların, içinde yaşayarak dünya hayatını geçirdikleri ve onunla iş yaptıkları eski vücutlarını yeniden şekillendireceklerdir.
Açık ifadeler taşıyan diğer bir takım ayetler gibi bu ayet de ahiret hayatının sadece bu dünyadaki cismani hayattan ibaret kalmayacağını, hatta her insanın vücut şeklinin bu dünyadaki vücut şeklinin aynı olacağını belirtiyor. Hakikat böyle olmasa idi, kafirlerin sözüne karşılık, "Toprağın vücudunuzdan yediklerinin hepsini biz biliyoruz ve parça parça hepsinin kaydı bizde mevcuttur" denmesi hiçbir mânâ ifade etmezdi. (Geniş bilgi için bkz. Fussilet an: 25)
Kaf suresi ayet 5-
Hayır, hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar, derin bir sarsıntı içinde bulunuyorlar.
Bu kısa cümlede de geniş bir konu işlenmiştir. Bu ayette şu anlatılmaktadır: Bu adamlar, sadece hayret etmekle ve akıldan uzak bulunmakla yetinmediler. Hatta Hz. Muhammed'in (s.a.) hak yola daveti başlar başlamaz hiç düşünmeden ona kesin yalan dediler. Bu da, sonuç olarak onların, bu davet ve bu daveti yapan peygamber konusunda herhangi bir tutumda karar kılamayacaklarını doğuracaktı, öyle de oldu.
Bazen ona şair diyorlar, bazen deli, bazen de kahin.... Bazen sihirbaz diyorlar, bazen de biri ona büyü yapmış diyorlardı. Bazen; kendi hakimiyetini kurmak için bunları uyduruyor diyorlardı. Bazen de; bunun arkasında yani geri planda bu sözleri ona fısıldayan birileri vardır yaftasını yapıştırıyorlardı. Zaten bu çelişkili ifadelerin kendileri, bu insanların kendi tutumlarında tamamen bir çıkmaz içinde olduklarını gösteriyor. Acelecilik yapıp da peygamberi ilk adımda yalanlamasalardı ve düşünüp taşınmadan, ön yargı ortaya koymadan önce dikkatle düşünerek bu daveti kim yapıyor, ne diyor ve ne gibi deliller ortaya koyuyor diye araştırsalardı, bu çıkmaza asla düşmezlerdi.
Bu şahsın (Hz. Peygamber'in (s.a.) ) onlar için yabancı olmadığı meydandadır. Herhangi bir yerden, ansızın onların arasına gelip ortaya çıkmamıştır. Kendi kavimlerinin bir ferdi idi, onların görüp tanıdıkları biri idi. O'nun hayatı ve hareket tarzını ve onun kabiliyetlerini biliyorlardı. Böyle bir insan tarafından bir mesele ortaya konulunca o mesele derhal kabul edilmeyebilir. Ama duyar duymaz, işitir işitmez reddedilmesi de doğru olmaz. Hem de o söz; delilsiz ve isbatsız da değildi. O bu sözlerine deliller ortaya koyuyordu. İyice kulak verilip dinlenmesi ve ne derece makul sözler olup olmadığının araştırılması gerekirdi. Fakat böyle bir tutum tercih edilmesi gerekirken, bu insanlar işi inada bindirip daha başlangıçta Peygamber'i yalanlayınca bir hakikate ulaştıracak kapıyı kendilerine kapadılar. Ve her tarafa rastgele yönelmelerinden dolayı pek çok inkar kapıları açtılar. Artık bu başlangıçtaki hatalarını geçerli kılmak ve doğru göstermek için çelişkili, mânâsız sözler uydurdular. Ama, acaba bu peygamber, sözünde doğru da olabilir mi, bize sunduğu bu mesele gerçek olabilir mi? diye bir tek konuda düşünmeye hazır değillerdi.
-
Cevap: Kaf
6- Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiç bir çatlağı yok.
Yukarıdaki beş ayette, Mekke kafirlerinin tutumlarının akıl dışı olduğu açıklandıktan sonra, Hz. Muhammed'in (s.a) ahiret hakkında verdiği bilgilerin doğruluğuna ait deliller ve isbatlar ortaya serilmektedir. Burada şunu iyice anlamak gerekir: Kafirlerin akıl erdiremeyip hayret ettikleri iki konu vardı. Onlardan biri, Hz. Peygamber'in (s.a.) , hak peygamber olup olmadığı idi. Bu konda daha önce iki delil ortaya konulmuştur. Birincisi şudur: Sizin önünüzde onun peygamber olduğunu açık bir şekilde ispat eden Kur'an-ı Kerim vardır. İkincisi de: O sizin kendi cinsiniz, kavminiz, akrabalarınızdan bir insandır. Ansızın gökten yahut başka bir gezegenden gelmemiştir ki, sizin için onun hayatı, hareket ve karakterini incilemeniz zor olsun. İtimat edilir biri midir, değil midir? Bu Kur'an kendisinin sözü olabilir mi, olamaz mı? Bütün bunları incelemeniz, aranızda yetişmiş bu insanı tanımanız için engel değildir. Bu bakımdan onun peygamberlik davasına şaşmanız yersizdir.
Bu delillendirme meseleyi geniş bir şekilde ortaya koyma yerine, iki özlü işaret şeklinde açıklamıştır. Çünkü çocukluğundan, gençlik ve olgunluk çağına kadar bütün hayatını bilip tanıdıkları Hz. Muhammed'in (s.a) , Mekke'de ortaya çıkıp Kur'an'ı onlara tebliğ ettiği zaman, bu işaretlerin bütün izahı, açıklığı, çevredeki herkes tarafından biliniyordu. Bu bakımdan onu bırakarak, şimdi o insanların tuhaf ve akıldan uzak dedikleri meselenin doğruluğunu genişçe ispatlamaktadır.
Burada "sema" (gök) den maksat: Gece gündüz insanın üzerini kapladığı o bütün derin kainattır. O kainatta gündüz güneş parlar, gece ay ve sayısız, hesapsız yıldızlar gözümüzü aydınlatır. Bunları insanoğlu çıplak gözle görünce hayrete düşer ama dürbünle bakarsa, nerden başlayıp nerde bittiği görülmeyen sınırsız geniş ve kocaman bir kainat gözleri önüne serilir. Bizim dünyamızdan yüzbinlerce defa daha büyük gezegenler bu kainat içinde bir top küre gibi yüzer dururlar. Güneşimizden binlerce defa daha parlak yıldızlar onun içinde parlarlar.
Bütünü ile bizim bu güneş sistemimiz, bu kainatın sadece bir kehkeşanı (Galaksi) sinin bir köşesine sıkışmıştır. Sadece bu bir galakside bizim güneşimiz gibi yüzbinlerce sabit yıldız vardır. Bu ana kadar beşer müşahedesi bu şekilde, bir milyon galaksinin varlığını tespit etmiştir. Bu yüzbinlerce galaksiden bize en yakın komşu galaksi, ışık senesine göre bir milyon senede ışığı yeryüzüne ulaşan bir mesafede bulunmaktadır. Bu da insanoğlunun şu ana kadar bilgi ve görgüsünün ulaşabildiği kainatın genişliğinin sadece bir parçasıdır. Allah'ın kudret ve azameti ne kadar geniştir, bunu biz ölçemeyiz. İnsanın bildiği ve düşünebildiği kainat gerçek kainat karşısında belki de denizde bir damla kadar bile değildir. Allah'ın yarattığı bu muhteşem varlık alemi konusunda küçücük, konuşan bir hayvan olan insanın, "Öldükten sonra tekrar nasıl diriltilebiliriz" diye inkar etmesi onun aklının kısalığındandır. Kainatın yaratıcısının kudreti bu kadar basit bir şeyden nasıl aciz kalır?
Yani, bu hayrete düşüren genişliğine rağmen, muhteşem kainat nizamı o kadar sağlam ve birbirine bağlıdır ve bu irtibatlar o kadar sağlamdır ki, boşluğu içindeki hiçbir yerde yarık ve çatlak yoktur. Ve onun birbiri ile olan irtibatı herhangi bir yerde kopmamaktadır. Bunu bir misalle daha iyi açıklayabiliriz. Yakın zamanda feza araştırmacıları bir galaksi sistemini görüp keşfetmişlerdir. Ve adına da, "Kaynak 3 C. 2.95." (Source 3 C. 2.95) demişlerdir. Bu galaksi hakkında, bize şu anda ulaşan ışıkların dört milyar senede gelebildiği tahmin edilmiştir. Eğer yeryüzü ve bu galaksi arasında kainat bağı ve irtibatı bir yerden kopuk ve herhangi bir yerinde çatlak olsa idi, o kadar uzak mesafeden bu ışıklar yeryüzüne nasıl ulaşabilirdi?
Allah Teala bu hakikatlere işaret ederek aslında insanoğlunun önüne şu soruyu koymaktadır: Benim kainatımın bu düzeninde en ufak bir çatlaklık bulunmadığına göre, benim kudretimi tanımak konusunda senin dünya imtihanın bitince, hesaba çekilmen için, tekrar seni diriltip karşıma çıkarmamda aciz kalacağımı nasıl düşünübelirsin? Bu sadece ahiretin mümkün olduğunu değil, ayrıca Allah'ın birliğini de ispat etmektedir. Dört milyar ışık yılı mesafeden bu ışıkların yeryüzüne ulaşması ve burada insanların yaptığı aletlerle tesbit edilmesi, bu galaksiden başlayarak yeryüzüne kadar bütün kainatın birbirine bağlı tek maddeden yaratıldığını, ona bir tek kuvvetin hükmettiğini ve hiç bir fark ve ayrıcalık olmadan aynı kanunlar ölçüsünde hareket ettiğini bize göstermektedir. Öyle olmasaydı bu ışıklar ne buraya kadar ulaşabilir ne de insanlar, yeryüzü ve çevresine hükmeden kanunları öğrenerek yaptıkları aletlerle onu tespit edebilirlerdi. Bu da bütün bu kainatın yaratıcısının, yöneticisinin, sahibinin, hakiminin bir tek Allah olduğunu bize isbat etmektedir.
-
Cevap: Kaf
7- Yeryüzünü de yaydık, ona sağlam dağlar yerleştirdik, onda her güzel çifti bitirdik.
Yeryüzünün yaygınlığı, sabit dağların yerleştirilmesi, bitkilerde güzellik... Bunlar da istikrarı, değişmezliği ve güzelliği simgeleyen niteliklerdir ki gökyüzünden bahsedilince de dikkatler bu noktalara çevriltilmişti.
Uzanan ve bina edilen güzel gökyüzünün ve yayılan, sabit olan ve güzel olan yeryüzünün tablosunda yüce Allah onların kalplerine dokunmakta ve gönülleri, bu kainatın yaratılışındaki hikmete ve kainat sayfalarından bazılarını gözlemeye sevk etmektedir.
8- Bütün bunları, Allah'a yönelen her kulun, gönül gözünü açmak için ve ona ibret vermek için yaptık.
Her türlü engeli kaldıran, görüş ufkunu aydınlatan, kalpleri açan ve ruhları şu akıllara durgunluk veren kainata ve onun gerisindeki yaratma, hikmet ve tertibe (düzene) bağlayan bir öğüt ve bir ibrettir bu... Hemen Rabbine dönen bir kulun yararlandığı bir öğüt ve ibrettir bu...
Beşer kalbi ile, şu akıl almaz ve güzel kainatın etkilerini birbiri ile buluşturan halka budur işte... Bu halkadır ki, kainat kitabına bakışa ve onu tanımaya beşer kalbinde bir etki bahşeder ve insan hayatına bir değer verir. Kur'an-ı Kerim'in bilgi ile "bilen insan" marifetle "arif olan kişi" arasında kurmuş olduğu ilgi budur... Bu devirde insanların "bilimsel" diye isimlendirdikleri, araştırma ve metotlarının yüce Allah'ın insanlarla, onların yaşadıkları kainat arasında kurduğu ilişkiyi kesip de ihmal ettikleri halka bu halkadır. Bir kere insanlar bu kainatın bir parçasıdırlar. Kalpleri kainatın atışına göre atmadıkça, kalpleri ile bu muazzam kainatın tesirleri arasında bağ güçlü olmadıkça, hayatları sağlıklı ve düzgün olamaz. Yıldızlardan herhangi bir yıldıza, gezegenlerden herhangi bir gezegene, bitkilerden veya hayvanlardan herhangi bir türün bilinmesine kısacası kainatımızdan onun içersinde canlı ve cansız alemlere dair -tabii cansız bir alem varsa, veya şu kainatta cansız bir tek varlık varsa- bütün "bilimsel" bilgiler, derhal beşer kalbine "etki" etmeli, bu kainat ile dost olan "ülfet" ve insanlarla eşya ve canlılar arasında dostluk bağlarını güçlendiren "tanışıklığa" dönüşmelidir... Bu kainatın ve içindeki kimselerle eşyanın yaratıcısına ulaşan birlik fikrine dönüşmelidir... Bu canlı, yönlendirici ve beşer hayatında bir etkiye sahip hedefin önüne engel olan her marifet, ilim ve araştırma eksik marifet, sahte ilim ve güdük bir araştırmadır.
Gerçekten bu kainat, her dilden okunan ve her vesile ile anlaşılan Hakk'ın herkese açık kitabıdır. Bu kitabı apartman ve köşklerde oturan medeni insanlar okuyabildiği gibi, çadırda ve kulübede oturan sade birisi de okuyabilir. Herkes, bu kitabı kendi kapasitesi ve anlayışına göre okur ve herkes onu, Hakk arzusu ile okuduğu zaman, bu kitapta Hakk azığı bulur. Bu kitap her zaman mevcut ve açıktır.
Ne varki modern ilim, bu öğüt ve ibreti yok ediyor ve beşer kalbi ile apaçık ortada olan ve konuşan kainat arasındaki bağı koparıyor. Çünkü bu modern ilim, kainatla içinde yaşayan yaratıkların aralarındaki bağları koparan "ilmi metod" safsatasının hakim olduğu bozuk kafalardadır.
Elbette ki imana dayalı sistem, tek tek gerçeklerin anlaşılmasında "ilmi metod"un ulaştığı neticelerden hiçbirini gözardı etmez, ihmal etmez. Aksine, buna katkıda bulunur, bu tek tek var olan gerçekleri birbirine ve bunları büyük gerçeklere bağlar ve beşer kalbi ile bu büyük gerçekler arasında bağlantı kurar. Yani insan kalbini kainatın kanunlarına ve varlığın gerçeklerine bağlar. Bu kanun ve gerçekleri de insanların duygularında ve hayatlarında güçlü etkenlere dönüştürür, yoksa zihnin bir köşesinde duran, ama zihinlere sırlarından hiçbir şey fısıldamayan kuru ve donmuş bilgiler olarak bırakmaz. Bundan dolayı elde edilen ilmi gerçekleri bu sağlam bağa bağlamak için araştırma ve etüt sahalarında asıl hamleyi imana dayalı sistemin yapması gerekir..
-
Cevap: Kaf
9- Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik,
10- Ve birbiri üstünde dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da.
11- Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) dirilip-çıkarılma da böyledir.
Yerküresini canlı yaratıkların kalması için uygun bir yer yapan, yeryüzünün cansız toprağını, gökyüzünün cansız suyu ile birleştirerek bağ ve bahçelerinizde göz alıcı manzaralar içinde gördüğünüz binbir çeşit bitkileri yaratan ve bu bitkileri insan, hayvan herkes için rızık ve hayat kaynağı kılan Allah hakkında sizin; öldükten sonra tekrar diriltmeye gücünün yetmediğini zannetmeniz baştanbaşa akılsızca bir zandır. Siz kendi gözlerinizle her geçen gün, bir bölgenin tamamen kuru ve cansız kaldığını görüyorsunuz. Yağmur taneleri düşer düşmez o kuru yerlerden birden hayat fışkırdığını, bir müddetten beri ölmüş olan köklerin aniden dirildiğini, binbir çeşit böceklerin toprağın altından çıkarak koşuşmaya başladıklarını görürsünüz. Bunların hepsi öldükten sonra tekrar dirilmenin imkansız olmadığını apaçık ispat eden gerçeklerdir. Gözlerinizle apaçık gördüğünüz bu gerçekleri inkar edip yalanlıyamıyorsunuz da, Allah dilediği an, o ot filizlerinin çıktığı gibi sizinde yerden öyle canlanıp çıkacağınızı nasıl inkar eder, nasıl yalanlarsınız?
Bu arada hatırlatılması uygun olan şudur: Arabistan'ın pekçok bölgelerine bazan beş sene boyunca bir damla yağmur düşmez. Bu kadar uzun zaman boyunca ısınan hatta kavrulan çöllerde ot köklerinin ve böceklerin yaşayışı bile düşünülemez. Buna rağmen oraya bir gün azıcık bir yağmur yağsa hemen ot bitiyor, böcekler canlanıveriyor. Bu bakımdan Arabistan halkı bu ispat yolunu, uzun kurak bir sene tecrübesi geçirmeyen insanlara göre daha iyi anlar.
12- Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud (kavmi) de yalanladı.
Bundan önce Furkan Suresi'nin 38. ayetinde "Ashab'ur-Ress" ifadesi geçmişti. Ve şimdi ikinci kere burada tekrar zikrediliyor. Fakat iki yerde de Peygamber'i yalanlıyan toplumlar dizisi içinde sadece bu yerlerde "Ashab'ur-Ress" adı geçmişti. Bunlar hakkında geniş bilgi de verilmemişti. Arap kaynaklarına göre "Er-Ress" adında iki yer bilinmektedir. Biri Necid'de, diğeri kuzey Hicaz'da bulunmaktadır. Necid'de bulunan "Er-Ress" daha çok meşhurdur. Ve cahiliyet devri şiirlerinde daha çok bunun adı geçmektedir. Şimdi zor olan, "Ashab'ur-Ress" bu ikiden hangi yerde yaşıyanlardı? Bunlara ait sağlam, geniş bilgi hiçbir kaynakta görülmemektedir. Bu konuda, kendi peygamberlerini kuyuya atan bir kavim olduğunun denilmesi en doğru olan bir ifadedir. Fakat Kur'an'da bunlara sadece bir işaret yapılarak bırakılması, isimlerinin söylenip başka hiçbir bilgi verilmemesi, Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu sırada genellikle Arapların bu kavmi ve onların hikayelerini bildiklerini, daha sonra bu bilgilerin tarihi kaynaklar arasında korunamadığını tahmin ettirmektedir.
-
Cevap: Kaf
13- Ad, Firavun ve Lût'un kardeşleri,
"Firavun kavmi", yerine sadece Firavun'un adı anılmıştır. Çünkü o milletine öyle musallat olmuştu ki; onun karşısında milletinin hiçbir şahsî görüş ve kanaati, hür düşüncesi ve inancı kalmamıştı. Onun gittiği yanlış yolda millet de peşine düşmüş gidiyordu. Bundan dolayı tüm kavminin sapkınlığının sorumlusu sadece o kişi kabul edilmiştir. Milletin görüş, kanaat ve hareket hürriyetinin olduğu yerde, o millet yaptığı işlerden sorumlu tutulur, vebaline katlanır. Bir adamın diktatörlüğü milleti güçsüz bırakıp zavallı hale getirmişse, bu durumda tek başına o adam bütün milletin günahının yükünü kendi omuzlarına almış olur. Bir tek kişinin bu sorumluluğu yüklenmesi, milletin sorumluluktan kurtulması demek değildir. Çünkü, böyle bir durumda öyle bir diktatörün tepelerine musallat olmasına tahammül etme acizliğini göstermelerinin sorumluluğu da kendilerine aittir. Zuhruf Suresi'nin 54. ayetinde bu konuya işaret vardır. "Firavun, kavmini basite aldı, onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz ki onlar fasık bir kavimdi."
14- Eyke'liler ve Tübba kavmi de yalanladı. Bunların hepsi (kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanladılar. Bu yüzden tehdidim (azabım) (onlara) hak oldu.
Yani onların hepsi, peygamberlerinin peygamberliğini de, peygamberlerin, "Siz öldükten sonra yeniden diriltileceksiniz", diye verdiği haberi de yalanladılar.
Her ne kadar her millet sadece kendilerine gönderilen peygamberi yalanladıysa da, bütün peygamberlerin hepsinin ortaklaşa verdikleri haberi yalanlamalarından dolayı bir tek peygamberi yalanlamak, aslında bütün peygamberleri yalanlamak demektir. Ayrıca bu milletlerden herbiri sadece kendilerine gelen peygamberin peygamberliğini reddetmedi, aksine onlar insanlara doğru yol göstermek için Allah tarafından bir insanın gönderilebileceğini kabul etmeye hiçbir zaman yanaşmıyorlardı. Bu bakımdan onlar peygamberliğin kendisini inkar ediyorlar, dolayısıyla, milletlerden hiçbirinin suçu da sadece bir peygamberi yalanlamaktan ibaret değildir.
Bu, ahiret hakkında tarihi bir isbattır. Bundan önceki altı ayette ahiretin mümkün olduğuna deliller verilmiştir. Şimdi bu ayetlerde Arapların ve onların çevresindeki milletlerin tarihi son buluşları bu konuya delil olarak ortaya konmuştur. Çünkü bütün peygamberlerin öne sürdükleri ahiret inancı hakikate uygun ve hakikatin ta kendisidir. Onu inkar eden her millet en kötü ahlaki bozukluğa müptela olmuş, sonunda da Allah'ın azabı gelerek o kavmin varlığından dünyayı temizlemiştir. Tarih akışı içerisinde görülen ahiretin inkar edilmesinin ve ahlakın bozulmasının arkasından gelen olaylar insanın aslında bu dünyada sorumsuz olmadığını ve hesaba çekilmeden terkedilmediğini ispat etmektedir. Ancak, o mutlaka kendisine verilen hayat süresi bittikten sonra yaptığı işlerin hesabını verecektir. Bu bakımdan kendini sorumsuz kabul ederek dünyada istediğini yapmaya kalkarsa bütün hayatı felakete sürüklenecektir. Herhangi bir işten arka arkaya yanlış sonuçlar elde ediliyorsa, bu o işin gerçekle çatıştığını gösteren açık bir işarettir.
15- Ya, biz ilk yaratılışta güçsüz mü düştük? Hayır, onlar 'karmaşık bir kuşku' içindedirler.
Bu, ahiret hakkında akılla yapılan bir ispatlamadır. Artık bizim bu dünyada canlı olarak var olduğumuz gerçeği ve yer, gök sisteminin gözlerimiz önünde sürüp gitmesi, Allah'ın bizi ve bu kainatı yaratmaktan aciz olmadığını açıkça ispat etmektedir. Bundan sonra birinin çıkıp da; "Kıyameti koparttıktan sonra o Allah bir başka dünya düzeni kuramaz, öldükten sonra da o bizi diriltemez" demesi sadece akıl dışı bir söz olur. Allah aciz olsa idi -hâşâ- önceden yaratamazdı. Madem ki O önceden yaratmıştır ve o yaratma sayesinde siz de varlık alemine gelip kurulmuşsunuz, o halde kendi yaptığını bozarak kendi kurduğunu yıkarak, yeniden kurmaktan, yapmaktan aciz olabileceğini iddia etmek hangi akıl ve mantık ölçüsüne sığabilir?
-
Cevap: Kaf
16- Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.
Ahiret'le ilgili isbatları ortaya koyduktan sonra artık şöyle buyurulmaktadır: Siz ister o ahirete inanın veya inkar edin o mutlaka meydana gelecektir. Sizin inkarınıza rağmen o gerçek bir hadise olarak önünüze çıkacaktır.
Peygamberlerin önceden haber vermelerine kulak verip inanarak, o vakit için hazırlanırsanız kendinizi kurtarmış olursunuz. Eğer kulak asmaz inanmazsanız kendi kendinizin felaketini hazırlamış olacaksınız. Siz inanmıyorsunuz diye, ahiret gelmek üzere iken durup geri gitmeyecek, gelmekten vazgeçmeyecek ve Allah'ın (cc) adalet kanunu değişmeyecektir.
Yani, bizim kudret ve ilmimiz insanoğlunu içinden ve dışından öyle çepeçevre sarmıştır ki, bizim ilim ve kudretimizin ona yakınlığı, şah damarının ona yakın oluşundan daha yakındır. Onun konuşmasını işitmek için bir mesafe katedip yanına gelmemiz gerekmez, gönlünden geçen düşünceleri bile doğrudan doğruya biliriz. Bunun gibi onu ele geçirmemiz gerekirse bir mesafeden gelip yakalamamız gerekmez. Nerede olursa olsun her zaman o kabzamızdadır, istediğimiz zaman onu ele geçiririz.
17- Onun sağında ve solunda oturan 'iki tesbit edici ve yazıcı' tesbit edip yazarlarken,
18- O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır.
21. Yani, "Bir taraftan biz doğrudan doğruya insanın her çeşit hareket ve davranışlarını ve düşüncelerini biliriz. Diğer taraftan da her insan üzerine iki melek gönderilmiştir. Onlar tek tek her sözü not ederler. Onun hiç bir söz ve hareketi onların yazmasından kurtulamaz." Bunun manası şudur: İnsan Allah'ın adaletinde hesaba çekildiği zaman, bizzat Allah Teala kimin ne yaptığını bilmesine rağmen ona şahitlik yapmak için amellerini zaptedip gözü önüne serecek olan iki tane de şahit olacak. Bu zaptedip yazılan (amel defteri) nasıl olacak ve ne cinsten olacak? Bunu doğru bir şekilde tasavvur etmemiz zordur, ama gözümüz önünde cereyan eden gerçeklere bakarak kesin olarak anlamaktayız ki; insanın yaşadığı ve hareket yaptığı çevrenin her tarafında seslerinin, şekillerinin, davranışlarının izleri her zerreye yerleşmektedir ve onların hepsi tamamen o şekli ile ve o ses tonları içinde tekrar aslında zerre kadar farkı olmadan öne sürülecektir. İnsanlar, aynı işi son derece sınırlı ölçüdeki aletler yardımı ile yapmaktadır. Fakat Allah'ın melekleri ne bu aletlere muhtaçtırlar ne de bu kayıtlara bağlıdırlar. İnsanın kendi vücudu ve çevresindeki herşey onun her sesini ve şeklini (bütün konuşmalarını ve hareketlerini) en ince ayrıntıları ile zaptedip içine alan bir film ve teyp gibidir. Kıyamet günü insanoğlu kendi kulağı ile, dünyada söylediği sözleri kendi sesi ile işitecektir. Ve kendi gözü ile, yaptığı bütün işlerin canlı tasvirlerini görebilecektir. Bunların doğruluğunu inkar etmesi de mümkün olmayacaktır. Burada şu da iyice anlaşılmalıdır: Allah Teala ahirette adaletin hesaba çektiği kimseyi sırf kendi zatî bilgisine dayanarak cezalandırmayacak, bilakis adaletin bütün şartları tamamlandıktan sonra ona ceza verecektir. Bu bakımdan dünyada herkesin söz ve hareketlerinin tam ve eksiksiz kaydı, yaptığı işlerin bütün isbatı, inkar edilemez şahitliklerle hazırlanmaktadır.
19- O ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) "İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir" (denildiği zaman da) .
Hak ile gelmekten maksat, ölümün canı söküp alan o başlangıç safhasıdır. Bu sahfada, dünya hayatında üzerine perde çekilmiş olan hakikat açılmaya başlar. Bu noktadaki insan, peygamberlerin haber verdiği öbür alemi berrak bir şekilde görmeye başlayacaktır. Bu anda insan ahiretin tamamen hak olduğunu öğrenecektir ve hayatın bu ikinci safhasına şanslı ve bahtiyar olarak mı, yoksa bedbaht olarak mı giriyor olduğunu da bu arada öğrenmiş olacaktır.
Yani bu, senin inanmaktan kaçtığın o hakikattır. Sen istiyordun ki dünyada başıboş sığır gibi gezip dolaşasın. Öldükten sonra da yaptığın işlerin karşılığını göreceğin ikinci bir hayat olmasın. Bu yüzden ahiret düşüncesinden kaçmakta ve bu alemin olacağını da hiçbir şekilde kabul etmeye yanaşmamakta idin. Şimdi bak! Gözünün önüne serilen işte o ikinci alemdir.
-
Cevap: Kaf
20- Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.
Bundan maksat, sûrun üflenmesidir. O üflenişle bütün ölmüş insanlar tekrar cismani hayata kavuşacak. Ayağa kalkacaktır
21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
Büyük ihtimalle bundan maksat; dünyada o kişinin söz ve hareketlerini tesbit edip yazmakla görevli iki melektir. Kıyamet günü sûrun sesi yükselir yükselmez her insan mezarından kalkınca derhal o iki melek gelerek o kişiyi kendi hükmü altına alacak, biri onu Allah'ın mahkemesine doğru çekerek götürecek, diğeri de onun amel defterini taşıyacaktır.