-
İrade ve Mürid
İrade ve Mürid
İrade, nefsin alışmış olduğu dünya sebeplerini dilemeyi tamamen bırakmak, kalbini dünyadan sıyırmaktır. O kadar ki, kişi dünyanın bilinen hiçbir şeyine başvurmaz, varına sevinmez, yoğuna üzülmez, gözünde dünya sanki yokmuş gibi olur. Zaten dünya yoktu ve sonra da yok olacaktır.
Müritler üç kısma ayrılır: Bir mürid var ki Allah’ı nefsi için diler. Bunun belirtisi, o kişinin ümit ve korkuya göre hareket etmesidir. Bir mürid var ki yalnız Allah’ı arzu eder. Bunun belirtisi de o kimsenin karşılık beklemeden amel etmesi, sırf emri yerine getirmekle sevinmesidir. Bir mürid de var ki hiçbir şey dilemez, kendisi için Allah tarafından ne dilenmiş ise onu ister. Nefsine ne bir makam, ne bir hal, ne de bir yer verir. İşte bu, müridlerin en üstünüdür. Bu irade, ancak peygamberlerin ve büyük velilerin iradesidir.
Baksana, Peygamber s.a.v. nasıl buyurmuş: “Ya Rabbi nefsimi sana teslim ettim, işimi sana havale ettim.” (Buharî, Müslim, Ebu Davud, Nesâî). Allah Rasulü s.a.v. bu sözüyle kendisine ait her şeyi terk edip hepsini emir sahibi olan Allah’a teslim etmiştir. Çünkü insanları yöneten Allah’tır. Kalbi hangi makamda ise nefs de onun hizasında, benzeri bir makamda bulunur. Mesela kalp Allah ile olsa, nefs haller ile olur. Kalp haller ile olsa nefs ahiretle olur. Kalp tevekkülle meşgul olsa nefs helal rızık arama, mübah kazanç sağlama ile meşgul olur. Kalp kerametler ve yakınlık makamlarında olsa nefs veliler ve hayırlı insanlar arama yolunda olur. Kalp tembellik içinde olursa nefs de harama dalar. Nitekim Peygamber s.a.v.: “Vücutta bir et parçası vardır ki o düzeldi mi bütün vücut düzelir. O kalptir.” buyurmuştur. (Buharî, Müslim, İbn Mace)
Müridlerin, mürşidleri (hekimleri) araması da birkaç çeşittir: Kimi mürid, hakikat üzere değil, muaşeret (görüşüp konuşmak) için mürşide gelip tövbe eder. Onun bu yolda elde edeceği nasip niyetine göredir. Ancak bir gün temiz niyetinin bereketi gelir de o mürid hakiki tevbenin sınırına girer. Nitekim Peygamber s.a.v.’e “Falan adam namaz kılıyor ama hırsızlık da ediyor.” denince buyurmuş ki: “Namazı onu bundan alıkoyacaktır.” Ve Peygamber s.a.v, Rabbinden naklen şöyle demiştir: “Onlar öyle kimselerdir ki kendileriyle beraber oturanlar şaki olmazlar.” Kimi mürid gerçekten tevbe etmek üzere mürşide gider, hekim ona niyetini düzgün tutmasını söyleyip yolunu gösterir.
Kimi mürid zühd için mürşide gider, hekim ona dünyayı terk etmenin, onu küçük görmenin, nefsin arzularına aykırı davranmanın, zahmetlere katlanmanın yolunu gösterir. Kimi mürid, mürşide gider, sadece mürşidin vereceği hükmü gözetler. O, kendi kaygısında değildir. Kendisinin ne bir hali, ne de arzuladığı makamı vardır, (varlığını tamamen unutarak hekimde fani olmuştur). İşte mürşidlere gidenlerin en doğrusu, en üstünü budur. Allah bu kimseyi hekimleri görmeğe zorlar. Mürşid onun sebeplerden ve hallerden arınmış olduğunu görünce, ona şefkatle, rahmetle ve hallerini gözetip kollamak gözüyle nazar eder, her vakit için yapması en uygun olan şeyi gösterir. Mürid de o mürşidin edebiyle edeplenir, onun emrine uyar. Böylece müridde, önüne çıkacak hallere değer vermeme duygusu gelişir, mürşidin hiçbir edebini yapmaktan geri kalmaz.
Bu hal, onun nefsinin gücünden değil, rehberinin kuvvetinden ileri gelir. Zira rehberi, nazarının bereketi ve ona olan şefkati ile ondaki ruhanî ağırlıkları ve sıkıntıları ondan alır, nazar ve şefkati sayesinde o müride vakitlerinde tevfik (başarı) nurları açılır.
Ebu Abdurrahman es-Sülemî
“Tabakâtü’s-Sûfiyye”
SEMERKAND DERGİSİ