''zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır''neyi barındırır??
EMİRDAĞ LÂHİKASI’NIN, BEDİÜZZAMAN Said Nursî Hazretlerinin r.a talebeleriyle 1950’li yıllarda yaptığı yazışmaları içeren ikinci cildinde, nedense pek dikkatleri çekmemiş bir mektup vardır. “Mahkeme-i kübraya şekva ve müdafaatın bir haşiyesi olan parçanın hülasasıdır” başlıklı bahisten sonra gelen bu mektupta, Bediüzzaman, daha önceki bir dizi mektubunda dile getirdiği bir söze şerh koyar. Bu söz, ‘Risale-i Nur ve tarikat’ deyince akıllara gelen ilk söz olarak, “zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır” sözüdür.
Bu söze getirilen şerh, şu şekildedir: “... Şimdiye kadar ben yalnız iman hakikatını düşünüp ‘Tarikat zamanı değil, bid’alar mani oluyor’ dedim. Fakat şimdi, sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün on iki büyük tarikatın hülâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. Hem ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor; kalbi mağlup olamıyor...”
İlgili mektupta, bu cümlelerin önünde ve sonunda yer alan ve buraya aktarmadığımız cümleler de dikkat gerektiren unsurlar barındırır; ama aldığımız bu kısım, Bediüzzaman’ın ehl-i tarikat ile Risale-i Nur müntesipleri arasında bir soğukluk sebebi olagelmiş o sözündeki kasdı, o sözü söylediği zaman ve zemin dahilinde, yeterince açıklar durumdadır.
Bu sözden anlaşıldığı üzere, bir vakit Bediüzzaman’ın ‘tarikat zamanı değil’ demesine sebebiyet veren iki unsurdan ilki ‘yalnız iman hakikatini düşünmesi,’ ikincisi ise ‘bid’alar’dır. Ki, Sünnet-i Seniyye Risalesi’nde, yani “Onbirinci Söz”de Bediüzzaman’ın ‘bid’a’ tabirine getirdiği açıklamayı hatırlarsak; “ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar, bid’attır.” İşte, Bediüzzaman’ın ‘Zaman tarikat zamanı değil’ sözünü söylediği zaman, ‘ahkâm-ı ubudiyet’in en birincisi olarak tevhid ve risalete, dolayısıyla bir bütün olarak iman esaslarına; ve hepsi de kökünü iman esaslarında bulan ve ondan beslenen İslâmî esas ve ölçülere topyekün bir hücumun sözkonusu olduğu bir zamandır. Bu zamanın en etkili kişisince söylenen “Biz ilhamımızı gökten ve gaipten almıyoruz” gibi, “Filhakika insan tabiatın mahlukudur. Natür insanları türetti, onları kendine taptırdı” gibi sözler; bu sözler ekseninde oluşturulmuş devlet ve özellikle de eğitim politikaları; ve bu çizgide, ‘ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar’ın bu çizgide dayatılmak istenmesi; bu dayatma dahilinde, bırakın başka şeyleri, Kur’ân harflerine dahi tahammül edilmemesi... o sözün söylendiği dönemin keyfiyetini açıklamak için yeterlidir.
Böylesi bir zamanda, imanlar elden giderken, seyr-i sülûk içinde şahsî terakkî ve kemalat için çalışmak, Bediüzzaman’a zaid görünmüştür. Böyle bir zamanda, yapılması gereken, şahsî terakkiyatından feragat edip, umumun imanının selâmetine çalışmaktır. Nitekim, ilgili sözüyle, Bediüzzaman, bütün himmetin buna sarfedilmesi gereğine dikkat çekmektedir.
İşte böyle bir zamanda böyle bir keyfiyetle söylenen “Zaman tarikat zamanı değildir” sözünün hikmetini ve zeminini anlama noktasında dikkat etmemiz gereken ikinci bir husus, sözkonusu zamanda bu icraatları yürüten yönetim mekanizmasının en etkili üç isminden birinin, şahsen bir tarikata mensubiyeti olan bir kişi olmasıdır. Bediüzzaman’ın her üç lâhikasından bu vesileyle taradığım mektuplardan anladığım kadarıyla, ‘mareşal’ ünvanı taşıyan bu kişinin şahsen ‘tasavvuf mesleği’ne intisabı olmakla birlikte böylesi bir icraatın—’seyircisi’ bile değil—’icracısı’ olması; dahası başka bazı tasavvufî kümelenmelerin de bu icraata müdahil ve seyirci bir konumda bulunması, Bediüzzaman’ın ilgili sözü söylemesinde son derece müessirdir. Bediüzzaman, tasavvufun ‘bâtınî’ yorumlara müsait tarafının ve ehl-i tasavvufun ‘muhabbet,’ ‘müsamaha’ ve ‘itaat’ gibi cemalî vasıflarla mücehhez oluşunun hakim güçlerce suiistimal edileceği; ‘bid’aların’ bu yoldan ehl-i İslâm içine gireceği endişesi taşımaktadır. Mektuplarında geçen, “yirmi beş seneden beri ehl-i ilmi, ehl-i tarikatı ezen; ya kendilerine dalkavukluğa mecbur eden eski partinin müfrit ve mason ve komünist kısmı...” gibi, “seyr-i sülûk-ü kalbî ile tarikat mesleğinde bu bid’alar zamanında çok müşkilât bulunduğundan...” gibi ifadeler bu açıdan dikkat çekicidir. Nitekim, en başta zikrettiğimiz mektubunda da Bediüzzaman, vaktiyle niye öyle dediğini “Tarikat zamanı değil, bid’alar mani oluyor” ifadesiyle dile getirmektedir.
Yazımızın en başında dile getirdiğimiz bu mektup, diğer taraftan, şartlarını bir parça dile getirdiğimiz sözkonusu zeminde söylenmiş bu sözü yumuşatır bir mahiyettedir. Zira, bir kere, bu sözün söylendiği 1950’li yıllar, ‘tesadüf, şirk ve tabiatın âlem-i İslâm’dan nefiy ve ihracına Risale-i Nur’ca verilen kararın infaz edildiği’ yıllardır. Yani, bundan böyle, getirilen küfrî yorumlar ve üflenen şüpheler mü’min akıllarda bir cevap, mü’min kalblerde bir mukavemet bulacak; iç dünyalara hakim olamayacaktır. İkincisi, ‘bid’alar’ galebe edememiş; Kur’ân’ın ve sünnetin esaslarına karşı ‘ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar’ kendilerine bir zemin, bir menfez bulamamıştır. Üçüncüsü, bu zaman zarfında, ehl-i tarikatın kâhir ekseriyeti, bid’alara mağlup olmamıştır. Yaşanan tecrübe, Bediüzzaman’a, “Ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor; kalbi mağlup olamıyor” dedirten bir tecrübedir.
Buna binaen, Bediüzzaman, ilgili sözüne şerh düşerek, bu sözü belli bir zamanda belli şartlar dahilinde söylediğini dile getirmektedir. Bu sözle, ehl-i tarikat ve tasavvufa karşı bir husumet, bir düşmanlık ve rekabet kasdı olmadığını açıkça gösteren kelimelerle... Onun bu mektubunda kullandığı ‘sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün on iki büyük tarikatın hülâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi’ ifadesi son derece manidardır. Bu ifade, bid’alara müsait ve müsaadekâr olmayan; bilakis ‘sünnet-i Peygamberi dairesinde’ yer alan anaakım tasavvuf çizgisine Bediüzzaman’ın kalbinin ve ruhunun sonuna kadar açık olduğunun nişanesidir. Onun bu ifadenin devamında, Risâle-i Nur’u sünnet-i seniyye dairesi içindeki ‘bütün on iki büyük tarikatın hülâsası’ olarak tarif etmesi ise, Risale mesleği ile tasavvuf mesleğinin özü itibarıyla ‘yoldaş’ ve ‘kardeş’ olduğunu ima ve ihsas etmektedir. Rakipler ve hasımlar değil; yoldaşlar ve kardeşler...
Sözün kısası, Risale-i Nur ve tasavvuf, Bediüzzaman’ın düştüğü şerhin açıkça gösterdiği üzere, iki hasım ve iki rakip değildir; aynı yolun, komşu iki şerididir.
Bu noktada “Hangi şeritte daha hızlı yol alınır?” gibi sorular da akla gelebilir. Ne var ki, öncelikli mesele, son tahlilde, ‘aynı yolun yolcusu’ olduğumuzun taraflarca anlaşılması meselesidir.
Aradaki buzlar eriyip kalbler yumuşadıktan sonra, her iki çizgideki mü’minler birbirlerinin kazanımlarından istifadeyi pekâlâ becereceklerdir ..
Zaman cahilane.,anlamadan ve içinde barındırdığı anlamlara hicret etmeden çekişme kutuplaşma diyaloğa gurbet düşme zamanı hiç değildir...
selam sevgi dua ile ilkAy ONAY
Cevap: ''zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır''neyi barın
ALLAH (c.c) razı olsun kardeşim. Çok güzel açıklamışsın. Emeğine sağlık.
Risale-i Nur ve tasavvuf, Bediüzzaman’ın düştüğü şerhin açıkça gösterdiği üzere, iki hasım ve iki rakip değildir; aynı yolun, komşu iki şerididir.
Öncelikli mesele, son tahlilde, ‘aynı yolun yolcusu’ olduğumuzun taraflarca anlaşılması meselesidir.
Öncelikli mesele budur elbette. Bunu idrak edebilsek hiçbir sorun kalmayacak zaten. Aynı yolun yolcusuyuz sonuçta.
Allah-u Zülcelal razı olsun, yüreğine sağlık, kalemine berket kardeşim.
Cevap: ''zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır''neyi barın
biraz da olsa bu meseleye ışık tutabildiysem ne mutlu bana...
bu konuda çekişmeler çelişkiler kutuplaşmalar oluyor zaman zaman...
Zaman cahilane.,anlamadan ve içinde barındırdığı anlamlara hicret etmeden çekişme kutuplaşma diyaloğa gurbet düşme zamanı hiç değil....
Cevap: ''zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır''neyi barın
zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır üsdat güzel demiş...Allah razı olsun...
Cevap: ''zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır''neyi barın
neden tarikat ve cemaatler birbirlerini sevmezler..
bunu bi türlü anlıyamıyorum..bilgilendirirse niz sevinirim.....
Cevap: ''zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır''neyi barın
çOK haklısınız ama Allahın rızasını gözetmemeleri galiba en büyük sebep ......
Cevap: ''zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır''neyi barın
isimler farklı olabilir ama sonuçta Allah a giden yol değilm mi hepsi....garip bir durum bu dışardan gözlemlediklerim hiç de hoş değil...
Cevap: ''zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır''neyi barın
sorunuun net cevabı ihlas risalesinde çok güzel anlatılır okursanız tam anlamıyla aydınlanırsınız........
Cevap: ''zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır''neyi barın
cemaat ve tarikatlar birbirini sevmez demeyelim...sevmemek düşmanlığı besleyen bir ifadedir..Herkes tercih etttiğ yolun savunucudur...Risale-i Nur külliyatında Üstad Bediüzzaman r.a tasavvufu tekzip eden tarikat yolunu yol edinmeyin gibi ifadeleri yoktur..sadece şunu dile getirmektedir ; Risale-i Nur bu asrın ve içinde yaşayan herkesin ortak değeridir...
Ayrıca İnkıyad'ın bahsettiği 17nci Lemânın 17nci notasında geçen ve sonrasında da önemine istinaden 21nci lema olan İhlâs risalesinin başlangıcında dışardan düşmanca gibi görüntü veren cemaat veya tarikat ehli olanların durumları net olarak cevaplandırılmıştır...Birde tarikatlerde bir cemaatttir...Aslında cemaat tarikat ifadesi bu yönüyle de yanlıştır...
BİR DİPNOT ; ülkemizde gayet geniş bir yelpazesi bulunan tasavvuf yolunun Nakşibendi Tarikatının maneviyat büyüğü olan Muhammed Raşid hazretlerinin k.s görevlendirmiş olduğu 6 halifesine Risale-i Nurların bu Asrın kaynak eseri olduğunu beyan ettiği ve düzenli olarak okunması gerektiğini tavsiye ettiği bir gerçektir...Aslında Yolun büyüklerinde sorun yok.,şahid olunan sorunlar nedense aşağıdakilerin ( yolun mensuplarından bazılarının) hissi fevri nefsi cahilane tavırları çekişmeleri ve anlayış kıtlığından doğmaktadır...
Üstadın bir sözü ile bitirmek isterim ; sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün on iki büyük tarikatın hülâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi....
Cevap: ''zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak ve hakikat zamanıdır''neyi barın
cemaat ve tarikatlar birbirini sevmez demeyelim...sevmemek düşmanlığı besleyen bir ifadedir..Herkes tercih etttiğ yolun savunucudur...Risale-i Nur külliyatında Üstad Bediüzzaman r.a tasavvufu tekzip eden tarikat yolunu yol edinmeyin gibi ifadeleri yoktur..sadece şunu dile getirmektedir ; Risale-i Nur bu asrın ve içinde yaşayan herkesin ortak değeridir...
Ayrıca İnkıyad'ın bahsettiği 17nci Lemânın 17nci notasında geçen ve sonrasında da önemine istinaden 21nci lema olan İhlâs risalesinin başlangıcında dışardan düşmanca gibi görüntü veren cemaat veya tarikat ehli olanların durumları net olarak cevaplandırılmıştır...Birde tarikatlerde bir cemaatttir...Aslında cemaat tarikat ifadesi bu yönüyle de yanlıştır...
BİR DİPNOT ; ülkemizde gayet geniş bir yelpazesi bulunan tasavvuf yolunun Nakşibendi Tarikatının maneviyat büyüğü olan Muhammed Raşid hazretlerinin k.s görevlendirmiş olduğu 6 halifesine Risale-i Nurların bu Asrın kaynak eseri olduğunu beyan ettiği ve düzenli olarak okunması gerektiğini tavsiye ettiği bir gerçektir...Aslında Yolun büyüklerinde sorun yok.,şahid olunan sorunlar nedense aşağıdakilerin ( yolun mensuplarından bazılarının) hissi fevri nefsi cahilane tavırları çekişmeleri ve anlayış kıtlığından doğmaktadır...
Üstadın bir sözü ile bitirmek isterim ; sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün on iki büyük tarikatın hülâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi....