Eshab-ı kiram öyle kimselerdi ki, Peygamber efendimizi bir kere görmekle her ilmi kazandılar. Kumaşın boyayı emdiği gibi... Ve onlara, her kim, hangi fen dalında ne sorduysa, tatmin edici cevaplar aldılar. Öyle ki, hayretten parmaklarını ısırdılar.
ALLAH ü teâlâ bir kulunu severse onu fakih yapar, daha da çok severse onu fıkhı yayıcı yapar.
Büyüklerin üç vasfı:
1- Hocalarını onlardan çok seven yok.
2- Zamanı onlardan iyi değerlendiren yok.
3- Vefalı olmakta onlardan ileri olan yok.
Her an, insan karar veriyor. Bu kararına göre de, sevab veya günah yazılıyor.
İşi bilen değil, peki diyen kıymetlidir.
Eshab-ı kiram, Peygamber efendimize kavuşmanın dışında şeref aramadılar. Kavuşmanın şerefi, şereflerin en yücesidir.
Peygamber efendimiz anlatılmakla, İslamiyet anlatılmış olur.
İnsan, cüz’i iradesiyle ne yapıyorsa, neyle meşgulse, alın yazısı odur. Herkes alın yazısının iktizasını [gereğini] yerine getirir.
Büyüklerin kalbi, Cennetin kapısı gibidir. Büyüklerin kalbine giren, Cennete girmiş olur.
Herkes bir sürünün çobanı gibidir. Çoban sürüsünden mesul olduğu gibi, her Müslüman da maiyetinden mesuldür. Bir kişi olsa bile.
Büyükleri dinleyenler rahat ederler, hem dünyada hem de ahirette...
Bir kulun faydasız şeylerle meşgul olması, ALLAH ü teâlânın onu sevmediğinin alametidir.
Güler yüz, tatlı dil, hayâ ve edep, başarılı olmaya sebeptir.
Bir insanın aklının kemali, dünyadan soğumasıyla anlaşılır...