İstanbul TBMM Saraylar Dairesi Başkanlığına Bağlı Müzeler
Dolmabahçe Sarayı (Beşiktaş)
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060209.jpg
İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Boğaziçi ile Dolmabahçe Caddesi arasında yer alan 250.000 m2’lik alanda kurulmuş olan Dolmabahçe Sarayı, günümüzden dört yüzyıl öncesinde büyük bir koy konumunda idi. Osmanlı döneminde donanmanın sefere çıktığı, dönüşte karşılandığı bu koy XVII. yüzyıldan sonra doldurulmuş ve çoğu kez de padişahların eğlenceler düzenlediği bir Hasbahçe’ye dönüşmüştür.
Evliya Çelebi buradan şöyle söz etmiştir: “Eskiden servili küçük bir bağ iken, Sultan Osman-ı Şehit fermanı ile donanma iki bin kadar kayık ve mavnanın taş toprak getirerek koyu doldurmuştur.” Aynı yüzyılda yaşamış olan Eremya Çelebi Kömürciyan, Sultan I. Ahmet’in (1603–1617) veziri Nasuh Paşa’nın zamanında 1611–1614 yıllarında sahilin doldurulduğunu yazmıştır. Böylece doldurulan bu alanda Sultan II. Selim (1566–1574) ilk defa burada bir kasır yaptırmıştır. Silahtar Tarihi ile Raşit Tarihi de burada yapılmış olan yalı ve köşklerin 1680 yılında yıktırıldığını, çevresindeki bostanların ve yolların buraya katıldığını yazmaktadır. Naima Tarihinde de Sultan IV. Murad’ın (1623–1640) Sultan Ahmet Han köşkünde oturan padişahın Nefi’nin hicivlerini okuduğu sırada yanına bir yıldırım düştüğünü ve bunu uğursuzluk saydığı için şairi bir daha hiciv yazmamaya yemin ettirdiği yazılıdır.
Sultan IV. Mehmet (1648–1687) ve Lale Devri’nde Sultan III. Ahmet’in (1703–1730) buradaki eskimiş yapıları kaldırdığı ve yerlerine yeni sahil köşkleri yaptırdığı kaynaklardan öğrenilmektedir. Sultan I. Mahmut ise (1730–1754) Dolmabahçe Bayırı’nda Bayıldım Köşkü isimli bir köşk yaptırarak sık sık buraya gelmiştir.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060210.jpg
XIX. yüzyılda Melling ile İsveç elçisi d’Ohsson’un albümlerinde burada yapılmış olan köşk ve kasırların resimleri görülmektedir. Bu alanda yapılmış olan köşk ve kasırların en tanınmışlarından birisi de Beşiktaş Sahil Sarayı idi. Bu saray Sultan Abdülmecit döneminde (1839–1861), 1843 yılında bölüm bölüm yıkılmıştır. Bu alanda yapılan Dolmabahçe Sarayı 15.000 m2’lik bir alanı kaplamakta olup, sarayın temelleri meşe kazıklar ve ağaç hasırlar üzerine atılmıştır. Saray XIX. yüzyılın ikinci yarısında Batı etkisinde gelişen bir mimari üslupta devrin önemli mimar ailesi olan Baylanlardan, Agop Karabet Balyan ile Serkiz Balyan’ın eseridir. Dolmabahçe Sarayı yarı kâgir bir yapıdır. Sarayın ana duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeler de ahşaptan yapılmıştır. Çatı ahşap ve kurşun kaplıdır. Sarayın deniz ve batı cephesindeki pencereler saray camhanesinde özel olarak yaptırılmış ve güneş ışıklarını süzen eflatun renkli camlardır. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir. Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Bu sarayın yapımından sonra Topkapı Sarayı terk edilmiştir.
Dolmabahçe Sarayı dikdörtgen birbirlerine simetrik planlı bir yapı olup, 285 oda, 46 salon, 6 hamam ve 68 tuvaletten meydana gelmiştir. Denize 600 m. lik bir rıhtımı olan sarayın kara tarafında ise biri çok süslü olmak üzere iki anıtsal, yedi de tali kapısı bulunmaktadır. Deniz tarafında ise beş yalı kapısı bulunmaktadır. Anıtsal kapılardan Hazine Kapısı denilen kitabe ve tuğralı kapı Dolmabahçe Sarayı’na yönelik olan kapıdır. Diğer anıtsal kapı Merasim veya Saltanat Kapısı ismini taşır. Hazine Kapısına göre daha özenli ve daha büyük olan bu kapının asıl özelliği içte ve dışta içbükey oluşundan kaynaklanmaktadır. Kapı ard arda getirilmiş bir çift bükey duvardan meydana gelmiştir. Buradaki içbükey duvarların uçları küçük birer kule şeklinde yükseltilmiştir. Yapı topluluğu içerisindeki Veliaht Dairesinin de ayrı girişleri vardır. Muayede Salonunun karşısında bulunan giriş ise oldukça büyük ölçüde ve çok bezemelidir. Kapının iki yanında kare planlı ayaklar ve bunları birbirlerine bağlayan lentolar görülmektedir. Bu ayaklar son derece zengin dekore edilmiş olup, çeşitli motifler, madalyonlar, taşlara adeta bir dantel görünümünde işlenmiştir.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060213.jpg
Bu kapılardan içeriye girilen saray bahçesi dört ayrı bölüm halinde düzenlenmiştir. Bunlardan kareye yakın dikdörtgen olan ön bahçe Fransız bahçe mimarisinden örnek alınarak düzenlenmiştir. Köşeleri yuvarlatılmış, denize paralel sekiz köşeli bir havuz ile daire biçimli bir göbek bahçenin ana noktasını oluşturmuştur. Deniz yönünde uzanan bahçe ise ön bahçenin bir uzantısı olup, saray rıhtımı boyunca uzanmaktadır. Bu bölümde Muayede Salonu eksenine göre simetrik, oval göbekler meydana getirilmiştir. Bunların dışında kalan sarayın diğer bahçeleri kapalı ve özel nitelikli bahçelerdir. Özellikle Veliaht Dairesi, Harem ve Kuşluk bahçeleri bunların başında gelmekte olup, bahçelerin ortalarına oval veya daire biçimli havuzlar yerleştirilmiştir. Bütün bu bahçeler yüksek duvarlarla çevrelenmiştir.
Sarayın ana yapısı kıyı boyunca denize paralel olarak yapılmış ve birbirine paralel üç bölümden meydana gelmiştir. Bunlar Mabeyn-i Hümayun, Muayede Salonu ve Hususi Daire isimlerini almıştır. Bu plan düzeni sarayın kendine özgün bir tasarımıdır. Burada kitle ve cephe kurgularına özen gösterilmiş, ana form dikdörtgen bir kitle görünümünü kazanmış, köşelerde yer alan salonlar ise öne çıkarılmıştır. Böylece cephe görünümünde ölçülü bir hareket sağlanmıştır. Sarayın ortasında diğer bölümlerden daha yüksek ve daha gösterişli tören ve balo salonu bulunmaktadır.
Sarayın Muayede Salonu dıştan dışa 25x37 m. ölçüsünde kareye yakın kitlevi bir yapı olup, içeride tek mekânlı olmasına rağmen dışarıdan iki katlı görünümdedir. Yanındaki Resmi ve Hususi dairelerden iki kat daha yüksektir. Nitekim bu salonun katları birbirinden ayıran kornişi diğer binaların saçak kornişleri aynı hizadadır. Böylece diğer yapılarla bir bağlantı ve süreklilik sağlanmıştır. Muayede Salonu’nun cephesinde yedi aks üzerinde yükselen kolon veya plaster çiftleri yerleştirilmiştir. Girişteki açıklık öne çıkarılmış ve yapının daha anıtsal bir görünüm kazanmasına neden olmuştur. Bu mekânın yarım daire kemerli yüksek pencerelerinin iki yanına kolonlar yerleştirilmiştir. Üst kattaki pencerelerin barok alınlıkları altına dekoratif açıklıklar ve kolonlar yerleştirilmiştir. Burada üç yöne doğru açılan görkemli bir merdiven Muayede Salonu’nun anıtsallığını daha da belirginleştirmiştir.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060214.jpg
Muayede Salonu dıştan çatı, içten basık kubbeli olup, ortasına 5,5 tonluk askı sitemine bağlı bir avize asılmıştır.
Muayede Salonu dışında kalan ve onu tamamlayan Resmi Daire bölümü iki katlı olup, yüksek bir bodrum üzerine yapılmıştır. Oldukça geniş mermer merdivenle çıkılan bir sahanlıktan sonra içeriye girilmektedir. Bu giriş özel olarak belirtilmemiş ve sade bir kapı ile yetinilmiştir. Kapının iki yanında kemerli ve yüksek pencereler bulunmaktadır. Resmi Daire bölümü merkezi hol, köşelerde salon gruplarından oluşan üç bölüm halindedir. Girişte merkezi bir hol haç planlı görünümdedir. Denize dik olarak yerleştirilmiş dikdörtgen orta mekân dört yönde yan mekânlarla genişletilmiştir. Denize ve arka bahçeye bakan bu bölümün dar kenarı üzerinde ön cepheden farklı daha az derin kolonlarla hareketlendirilmiştir. Bu yapıda hafif içbükeylik yüksek aynalarla daha da vurgulanmıştır.
Dolmabahçe Sarayı’nın en görkemli mekânlarından olan Süfera (Elçilik) Salonu birbirine dik iki eksen üzerinde açılmış mekânlarla genişletilmiş, merkezi planlıdır. İçerisi altın varaklı motiflerle bezenmiştir. Tavanlarda barok üslupta kıvrık dallardan oluşan göbekler, kartuşlar ve rozetler görülmektedir. Bunların çevreleri akantus, meandr ve yumurta dizisi motifleri ile çevrelenmiştir. Süfera Odasına açılan diğer köşe odaları da aynı özende yapılmıştır. Bunlardan Kırmızı Salon olarak tanınan bölüm denize doğru uzanmış dikdörtgen planlı bir hacimdir. Padişahın elçileri kabul ettiği bu salon son derece gösterişli yapılmıştır.
Resmi Daire’nin iki plan düzenini büyük kristal bir merdiven birleştirmektedir. Böylece her iki yapı arasında bütünlük sağlanmıştır. Bu merdiven denize paralel dikdörtgen bir hacim içerisine yerleştirilmiştir. Bunun sonucu olarak da her iki salonda birbirine bağlanan simetrik bir düzen meydana getirilmiştir. Resmi Daire’den Muayede Salonu’na kadar olan alanda da her ikisi arasında bağlantıyı sağlayan bir ara bölüm bulunmaktadır. Bu bölüm Camlı Köşk’e bağlanan uzun bir geçitle ayrılmıştır. Bu bölüm belirli bir plan tipine uymamakta ve daha çok koridor ve servis merdivenleri için kullanılan bir alandır.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060215.jpg
Hususi Daire’nin plan şeması ve mekân yapılanması ile iç dolaşımı sarayın en karmaşık bölümünü oluşturmaktadır. Bu bölümde altlı üstlü beşer büyük orta salon görülmektedir. Üçüncü yalı kapısının karşısına gelen bölüm Valide Sultana aittir. Burada giriş holü, deniz ve bahçe tarafına yönelik birer büyük oval merdivenler bulunmaktadır. Harem taşlığı olarak isimlendirilen bu holün güney tarafında büyük bir harem merdiveni bulunmaktadır.
Harem bölümü denize dik doğrultuda yerleştirilmiş olup sarayla L biçimli bir plan düzeni ile birleşmiştir. Bu bölümde büyük orta mekânlar, kapalı özel daireler uygulanmıştır. Ortak mekânlar haremin ortasına alınmış ve birbirlerine çift koridorlarla bağlanmış, aralarına aydınlık hacimleri ve servis bölümleri yerleştirilmiştir.
Haremin orta mekânları yapının ekseni üzerine dizilmiş, birbirleri ile bağlantılı dikdörtgen salonlardan meydana gelmiştir. Bunlar karşılıklı büyük merdivenlerle genişletilmiş ve merdiven başlarına, köşelere toskana başlıklı düz gövdeli yassı plasterler yerleştirilmiştir. Tavanlar geometrik çerçeveler içerisine alınmış kıvrık dallardan oluşan çiçek motifleri ile doldurulmuştur.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060218.jpg
Sarayın Hünkâr Dairesi iki büyük salondan meydana gelmiş olup, içerisindeki dekorasyondan ötürü Mavi Salon ve Pembe Salon olarak isimlendirilmiştir. Bu salonlar barok ve rokoko üslubunda olup bezemeleri Süfera Salonu’na benzemektedir. Tavanlarda kare ve dikdörtgen çerçeveler içerisine alınmış manzara resimlerine yer verilmiştir. Denize ve bahçeye doğru eyvanlarla genişletilmiştir. Bunlardan Pembe Salon sarayın diğer salonlarından farklı olarak kapalı ve tek bir mekândan meydana gelmiştir. Denize yönelik geniş terasa açılan pencereleri aydınlatmayı sağladığı gibi içeride bulunan büyük boydaki aynalar da onları tamamlamaktadır. Bu salonun duvarları da mimari resimlerle süslenmiştir.
Sarayı yaptıran Sultan Abdülmecit erken yaşta öldüğünden ötürü burada uzun süre oturamamıştır. Yerine geçen kardeşi Abdülaziz 1876 yılına kadar burada kalmış, Sultan V. Murat üç ay gibi kısa bir süre burada yaşamıştır. Sultan II. Abdülhamit Yıldız Sarayı’nı tercih etmiştir. Sultan V. Mehmet Reşat’ın (1909–1918) burada oturmaya karar vermesi üzerine Mimar Vedat Bey sarayı yeniden onarmış ve yeni bir düzenleme yapmıştır. Osmanlı tahtına 1918 yılında geçen Sultan IV. Mehmet Vahdettin (1918–1922) bir süre burada yaşamış, 1922 yılında buradan bir İngiliz gemisine binerek ülkeyi terk etmiştir. Abdülmecit Efendi 18 Kasım 1922’de halife olarak buraya yerleşmiş ise de hilafetin kaldırılmasından sonra O da saraydan çıkarılmış ve ülkeyi terk etmiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924’te çıkarılan 431 Sayılı Yasa ile Osmanlı hanedanının malları arasında bulunan Dolmabahçe Sarayı başta olmak üzere bütün saray, köşk ve kasırlar millete geçmiştir.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060219.jpg
Dolmabahçe Sarayı çeşitli tarihi olaylara da sahne olmuştur. İstanbul’a 1 Temmuz 1927’de gelen Atatürk sarayda kalmıştır. Atatürk’ün Savarona Yatı’nda geçirdiği rahatsızlıktan sonra 25–26 Temmuz 1938’de Muayede Salonu’ndan sonra geçilen ve denize bakan dördüncü odaya yerleşmiş ve burada 10 Kasım 1938’de ölmüştür. Atatürk’ün isteği üzerine düzenlenen I.Türk Tarih Kongresi 1932 yılında; I. ve II. Türk Dil Kurultayı 1932 ve 1943 yıllarında burada toplanmıştır.
Dolmabahçe Sarayı TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı yönetiminde müze olarak ziyarete açılmıştır. Aynı zamanda da kültür bilim tanıtım merkezi olarak işlevini sürdürmektedir. Burada konferanslar, sergiler, bilimsel araştırmalar yapılmaktadır. Kültür Bilim ve Tanıtma Merkezi sarayın girişindeki Mefruşat Dairesi’nde bulunmaktadır. Bu merkezin alt katı konferans, sergi salonu ve fotoğraf laboratuarıdır. Üst kat basın ve yayın merkezinin kitaplık, bilimsel araştırma ve saray arşividir. Ayrıca önündeki avlu sarayı gezenlerin oturup dinlenebileceği bir mekân olarak düzenlenmiştir.
Sarayın Mabeyn-i Hümayunu’nda giriş salonu, sadrazam odası, şeyhülislam odası, yemek salonu, binek salonu ile günümüzde sarayın değerli eşyalarının sergilendiği mutfak bölümü bulunmaktadır. Burada padişahın kullandığı değerli eşyalar, altın ve diğer değerli taşlarla süslü çay ve tabak takımları, gümüş ve kakma opal takımlar, sarayda kullanılan çeşitli takımlar, altın yemek ve çay takımları, değerli çay kahve ve su takımları, gümüş yemek ve servis takımları, Sultan Reşat’ın merasim kılıçları onları tamamlamaktadır. Ayrıca mescit kısmında yazılar, rahleler, şamdanlar, mihrap panoları ve minber bulunmaktadır. Bunun dışında bu bölümde Süfera Salonu, Zülvecheyn (ibadet odası), Müzik Odası, Hünkâr Hamamı ve Hatıralar Salonunda da Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Sultan V. Mehmet Reşat’a ait anılar bulunmaktadır.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060220.jpg
Dolmabahçe Sarayı’nın Harem-i Hümayun bölümünde; Valide Sultan’ın Kabul Odası, Org, Mavi Salon, Valide Sultan Yatak Odası, Atatürk’ün Çalışma Odası, Atatürk’ün öldüğü Sarı Oda, Abdülaziz Odası, Abdülmecit Odası, Harem-i Hümayun Binek Salonu, Şehzadelerin ders gördüğü oda, Abdülmecit’in hastalığı sırasında kullandığı oda müze olarak düzenlenmiştir.
Bu bölümlerde porselen meyvelikler, dantel işlemeli porselen yemek takımları, günlük yaşamda kullanılan porselen çay takımları, gümüş tepsiler, mangallar, meyvelikler, Osmanlı armalı kristal takımlar, gümüş su takımları, buhurdanlıklar, porselen, kristal ve gümüş çay-kahve takımları bulunmaktadır. Pembe Salon’da ise yağlı boya tablolara yer verilmiştir.
Osmanlı döneminde bayramlaşma, devlet törenlerinin ve tarihi toplantıların yapıldığı Muayede Salonu galerilerinde de elçilik mensuplarına verilen davetlerle ilgili anılar bulunmaktadır. Sarayın Veliaht Dairesi ve içerisinde binlerce kuşun beslendiği Kuşluk, Camlı Köşk ve Resim Galerisi de müze olarak ziyaret edilmektedir.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060221.jpg
Saray salonlarında Bohemia, Bakara ve Beykoz yapımı 36 kristal avize bulunmaktadır. Ayrıca Avrupa kökenli saray için yapılmış bir kısmı Mısır, Çin ve Hindistan’dan hediye olarak gönderilmiş mobilyalar da bulunmaktadır. Sarayın kristal şömineleri, kristal merdiven korkulukları, kristal aynaları, kristal ve gümüş şamdanları da dikkati çekmektedir. Ayrıca Çin, Japon, Fransız Sevres gibi yabancı ülkelerin ve Yıldız Porselen Fabrikası’nın 280 adet vazosu da burada sergilenmektedir. Türk ve Avrupa yapımı 158 adet saat ile çini sobalar da ilgi ile izlenmektedir. Dolmabahçe Sarayı’nda Türk ve yabancı ressamların tabloları da bulunmaktadır. Bunların başında; Aiwazovsky, Daubigny-Frofoıtrow, Gerfelt, Gerome, Gudin, Hier Van Manafs, Mosgrıngny, Rosien, Schreyer, V.Wahtberg, Zonaro, Ahmet Hamdi, Ahmet Şeker, Bigalı Bahaddin, Halil Paşa, Hidayet, Hikmet Onat, Mehmet Ali, Osman Hamdi Bey, Ressam Rıza, Ali Sami, Seyit Süleyman, Şevket Dağ, A.Ziya ve Manastırlı Şerif’in tabloları gelmektedir. Sarayın iç mekânlarında Avrupa ve Uzakdoğu’nun dekoratif el işleri de görülmektedir. XIX. yüzyılda Hereke’de dokunmuş ipek ve yün halılar da sarayı süslemektedir.
Sarayın Şehzadelere tahsis edilmiş kuzeyindeki Veliaht Dairesi’nin bir bölümü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi yönetiminde, Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlenmiştir.
Beylerbeyi Sarayı (Üsküdar)
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060222.jpg
İstanbul ili Üsküdar ilçesi Beylerbeyi’nde bulunan Beylerbeyi Sarayı’nın bulunduğu yer ve arkasındaki geniş alanlar tarihte İstavroz Bahçeleri ismi ile tanınıyordu. İstanbul’un fethinden XIX. yüzyılın başlarına kadar geçen süre içerisinde İstavroz Bahçeleri şehrin önde gelen mesire yerlerinden birisi idi. Fatih Sultan Mehmet bu geniş araziyi Mir-i Alem’e temlik etmiş sonra da bu arazi vereseden geri alınmış ve Emlak-ı Hümayun’a katılmıştır.
Osmanlı Padişahları İstavroz Bahçeleri’ne büyük ilgi göstermiştir. Sultan IV. Mehmet zamanında bu bahçeler en parlak günlerini yaşamıştır. Burada birbiri ardına kasırlar ve köşkler yapılmıştır. Sultan I. Ahmet, Şevk-ı Abad Kasrı yakınına mescit ve yanına da devlet önde gelenleri için bazı köşkler yaptırmıştır. Sonradan Sultan IV. Murat ismi ile tahta geçen şehzadelerinden Şehzade Murat da burada dünyaya gelmiştir. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Sultan I. Abdülhamit İstavroz Bahçeleri’ni bölmüş ve satmıştır. Bunun sonucu olarak da İstavroz Bahçeleri Osmanlı padişahlarının yaz aylarını geçirdikleri yazlık olmaktan çıkmıştır.
Sultan II. Mahmut (1808-1839) Boğaziçi’nde Avrupai biçimde büyük bir saray yaptırmaya karar verince aklına öncelikle bir zamanların İstavroz Bahçeleri gelmiştir. Bunun üzerine çeşitli kişilerin mülkiyetine geçmiş olan İstavroz Bahçeleri yeniden kamulaştırılmış ve burada çeşitli dairelerden meydana gelen iki katlı ahşap, sarı boyalı bir sahil saray yapılmıştır. Balyan ailesinden Mimar Kirkor Amira Balyan’ın 1826–1832 yılları arasında yaptırdığı bu sarayın çevresinde Mabeyn-i Hümayun, Zülvecheyn, Harem-i Hümayun, Serdap Köşkü, Bendegân Daireleri, hamamlar, mutfaklar ve Has Ahırlar bulunuyordu.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060223.jpg
Sultan II. Mahmut 1832 yılı Muharrem ayının beşinci günü Çırağan Sarayı’ndan saltanat kayığı ile bu yeni saraya gelmiştir. Padişahın bu gelişini Reşat Ekrem Koçu şöyle anlatmıştır:
“…Bu esnada saray önünde demirli bulunan harp gemilerinden toplar atılmış ve rıhtım boyunca dizilmiş Hassa askerleri de selam resmine durmuş ve bir mızıka selam havasını çalmaya başlamıştır.
Sultan Mahmut merasim kıtalarını geçerek Boğaziçi’nin kendi devrinde yapılmış ilk büyük sarayına girmiştir. Ertesi günü bütün rical, ulema, yüksek rütbeli askerler sarayın Mabeyn Dairesi’ne gelerek padişaha yeni sarayında mesut gümler geçirmesi temennisinde bulunmuşlardır. Bu arada şairler birbirleri ile yarışırcasına tarihler düşmüşlerdir. Ayıntablı Ayni Efendi Sultan Mahmut’un Beylerbeyi Sarayı’na ilk gelişi için şu tarihi düşürmüştür:
İş bu târihi göreydi cem atardı tâcını
Nakli nev sâhil serâ kıldı şehri âli himen.”
İstanbul’a gelen pek çok yabancı devlet adamı ve gezgin Beylerbeyi Sarayı’ndan söz etmiş, hatıralarında saraya geniş yer vermiştir. Mareşal Moltke de Beylerbeyi Sarayı’na şöyle değinmiştir:
“Beylerbeyi Sarayı’nın cephesi pencereden görünmez. Sarayın arka tarafındaki bir kapıdan bahçeye girdim. Havuzlardaki mercan balıklarını, tarhlardaki nadide çiçekleri seyir ile meşgul idim. Bahçe birçok sedlerle arkadaki tepenin zirvesine kadar uzanıyor ve yüksek yeşil duvarlar hududunu tayin eyliyordu. Sarayın deniz cephesindeki pencereleri hep kafesli, kafesler sade harem pencerelerinde olmayıp selamlık kısmı da bunlarla örtülmüştür. Fakat harem tarafındakiler hem daha yüksek hem daha sıktır.”
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060224.jpg
Miss Pardoe de anılarında Beylerbeyi Sarayına yer vermiştir:
“Sultanın Anadolu yakasındaki yazlık Beylerbeyi Sarayı Boğaziçi’nin en zarif eseridir. Bu sahil boyunca uzanan gayrimuntazam cepheli kâşane olup, Boğaz’ın suları pırıldayan mermer merdivenleri yıkar. Şurada burada esrarengiz kafesli menfezlere girer. Bina ahşaptır. Harem kısmı yaldızlı küçük tahta kepenklerle mestur pencerelerle müzeyyen bir sıra müselleri yüksek dairelerden mürekkeptir. İdare-i Hükümete ait odaları sultanın şahsına mahsus salonlar ve Maiyet-i Şahanenin işgal ettiği yerler, selamlık, sekiz köşeli muazzam bir kısım teşkil eder ki bunun sivri damının tam ortasında yaldızlı, uçları güneş ışığında parıldayan bir yıldızı kavuşturmuş bir hilal vardır. Bütün bina beyaz ve sarıya boyanmıştır; bir insan eserinden ziyade büyülenerek yeryüzüne çıkmış bir peri sarayını andırır.
Merdivenlerin müntehasındaki mermer kapudan müzehher ve muhattar bir bahçeye geçilir. Buradaki havuzlardan savrulan fıskiye suları ruha sukün veren nağmelerini etrafta dağıtırlar. Rengârenk çiçeklerin arasında kavsi kuzahın bütün elvanı ile mülevver parlak tüylü kuşlar dolaşır. Bu güzel bahçeyi deniz tarafındaki nazardan saklayan yaldızlı kafeslerin yanından geçildikten sonra muhteşem bir kapıdan saraya girilir.
Sarayın dâhili iç bakışta bir fevkaladelik arz etmez. Hemen orta yerden Hilâlvari yükselen, bir çift merdiven, yaldızlı muazzam sütunlar salonu nispetsiz bir biçimde küçültmektedir. Fakat hakikatte böyle değildir. Bu salona padişahın maiyetine tahsis edilmiş ve döşemeleri nadide ağaçlardan yapılmış, arabesk tavanlı, müzeyyen en az sekiz geniş oda açılmaktadır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060228.jpg
Yukarı katta devlet işlerinin görüşüldüğü Şark ve Garbin lüksünü mezcetmiş altın yaldızlı daireler bulunur. Burada Türk divanları sim işlemeli kadifeler yerine Avrupakâri koltuk ve kanepeler; Cenevre’den, Sevr’den Pompei’den, İngiltere’den, İran’dan gelmiş türlü tezyinat, eşya, porselen, biblo halılar görülür. Bunlar arasında Hünkâr İskelesi Muahedesi’ni müteakip Rusya Çarı tarafından padişaha hediye edilen dünyanın en muhteşem altı endam aynası vardır. Dairelerdeki mefruşat ve müzeyyenatın hayalleri iki imparatorluğun armaları bulunan bu aynalardan daha füsunkâr tesislere bürünerek in’ikas ederler. Kabartma çiçeklerin zemindeki parlak renkli halıların salona bahşettikleri ışık ve neşe atmosferini, pencerelerin dışında nazarları okşayan fıskiyeler, yaldızlı kafesler teyit etmektedir.”
Sultan Abdülmecit (1839–1861) 1851 yazında sarayda bulunduğu sırada yangın çıkmış, yangın hemen söndürülmüşse de bunu uğursuzluk sayan padişah Beylerbeyi Sarayı’nı terk ederek Çırağan Sarayı’na geçmiştir. Bundan sonra saray kendi haline bırakılmıştır.
Sultan Abdülaziz (1861–1876) tahta çıktıktan bir süre sonra eski saraylarla birlikte Beylerbeyi Sarayı’nı da yıktırmıştır. Bundan sonra Balyan ailesinden Mimar Serkis Balyan ile kardeşi Hassa mimarı Agop Bey Balyan’a bugünkü Beylerbeyi Sarayı’nı yaptırmıştır. Yeni sarayın yapımına 1861 yılında başlanmış ve saray 1864 yılında tamamlanmıştır. Abdülaziz 21 Nisan 1864 günü Cuma namazını Beylerbeyi Camisi’nde kılmış ve ilk defa saraya gelmiştir.
Beylerbeyi Sarayı eskisinden daha küçük ölçüde, Avrupai üslupta bir yapıdır. Yeni Beylerbeyi Sarayı geniş bir rıhtımın arkasında yer almaktadır. Saray deniz köşkleri, selamlık ve harem olmak üzere yapılmıştır. İki katlı sarayın 6 büyük salonu ve 24 odası vardır. Sarayın birinci katı tamamen mermer, ikinci katı mermer taklidi olup, taşları Bakırköy’deki taş ocaklarından getirilmiştir. Simetrik bir düzenin hâkim olduğu sarayın içi ve dışı son derece süslü ve zariftir. Odaları, salonları, tavanları rokoko üslubunda bezemelerle süslenmiştir. Salon ve odaları süsleyen Bohem avizelerinin benzerlerine İstanbul’da o dönemde rastlamak mümkün değildir. Yıldız Çini Fabrikası’nda yapılan nadide vazolar, kristal yanalar, sedef kakmalı ceviz eşyalar, pusulalı, barometreli, termometreli, müzikli saatlerle sarayın içerisi adeta bir masal görünümündedir.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060229.jpg
Beylerbeyi Sarayı’nın eski saraydan kalmış olduğu düşünülen ancak, yeterli belge bulunamadığından yapım tarihleri kesinleşmemiş olan yapılar da vardır. Bu yapılardan en tanınmış olanları ise Mermer Köşk ile Sarı Köşk’tür. Mermer Köşk veya Serdap Köşkü tanınan yapı büyük mermer levhalarla kaplanmıştır. Büyük olasılıkla eski saraydan kalmış olan bu yapı denizden sonraki üçüncü set üzerinde, büyük havuzun arkasındadır. Bu yapıda Sultan II. Mahmut dönemine özgü ampir üslubunun özellikleri görülmektedir. Toksan başlıkları, ince uzun yüksek plasterler cepheye düzgün ve eşit aralıklarla yerleştirilmiştir. Bunun dışında cephe görünümünde başka bir dekoratif unsura yer verilmemiştir. Köşkün ortasında büyük bir salon ve iki yanında da birer oda, arkasında da küçük servis bölümleri bulunmaktadır. Son derece sade bir planı olan bu köşkün orta sofasında büyük oval bir havuz ve selsebil bulunmaktadır. Köşkün duvarları somaki taklidi mermerlerle kaplıdır. Tavanlara da çerçeveler içerisinde hayvan ve av resimleri yapılmıştır.
Sarı Köşk’ün yapımı konusunda kesin bilgi olmamakla beraber, Sultan II. Mahmut döneminde yapılan saraydan arta kaldığı sanılmaktadır. Sarayın kuzeydoğu köşesinde dördüncü set üzerindeki bu köşk, yüksek bir bodrum üzerine iki katlı ve kâgir olarak yaptırılmıştır. Köşkün ortasında giriş, barok bir merdivenle çıkılan büyük bir salon, iki yanında da birer büyük oda bulunmaktadır. Plan düzeni dışarıya taşkın haçvari çıkıntılıdır. İçerisi geometrik çerçeveler içerisine alınmış, stilize edilmiş bitkisel motifler ve romantik denizle ilgili resimlerle kaplanmıştır.
Sarayın güney kanadında uzun bir rampa ile çıkılan, üçüncü set hizasındaki düzlükte Has Ahır bulunmaktadır. Rıhtımdaki deniz köşkleri ile benzerliği olan Has Ahır’ın yeni Beylerbeyi Sarayı ile birlikte yaptırıldığı sanılmaktadır. Ahırın girişten sonra ince uzun bir koridoru, bunun iki yanında da ahır bölümleri sıralanmıştır.
Sultan Abdülaziz sarayın set set bahçeleri arasına içerisinde aslanların da bulunduğu bir de hayvanat bahçesi eklemiştir.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00060230.jpg
Beylerbeyi Sarayı’nda birçok tarihi kişi misafir edilmiştir. İran Şahı Nasireddin Şah, Karadağ Prensi, Ayestefanos Antlaşması’ndan sonra İstanbul’a gelen Grandük Nikola bunlar arasındadır. Sultan Abdülaziz’in Fransa seyahatini, Fransa İmparatoru III. Napolyon iade etmiştir. İmparatoriçe Eugenie Beylerbeyi Sarayı’ndaki misafirliğinden anılarında uzun uzun söz etmiştir.
Eski Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey “13 Asr-ı Hicri İstanbul Hayatı” isimli kitabında İmparatoriçe Eugene’nin Beylerbeyi Sarayı’nda geçen günlerinden söz etmiştir:
“İmparatoriçe Türk kadınları usulünde yıkanmayı arzu ettiğinden en maruf hamam ustalarından İstavroz Hamamı’ndaki Vesile Hanım celbedilerek sarayın hamamında müşarünileyhâyı eli ile yıkamıştır. Vesile Hanım Eugenie’nin güzelliğini, endamının tenasübünü, bâhusus billür gibi vücudunu söylemekle bitiremezdi. Bu kadının dediği gibi İmparatoriçe hakikaten pek güzeldi.
Vesile Hanım bellediği birkaç kelime Fransızcayı karışık bir şekilde söyler, İmparatoriçe de pek çok gülermiş. İmparatoriçe giderken kendisine haylice hediyeler vermiş olduğundan bu parayı sermaye yapıp bohçacı olmuş ve hamam ustalığını terk etmişti.”
Sultan II. Abdülhamit (1876–1909) Beylerbeyi Sarayı ile ilgilenmemiş ve Onun zamanında saray kapalı kalmıştır. Tahttan indirilip götürüldüğü Selanik’teki Alatini Köşkü’nden sonra Yunanlıların Selanik’e yaklaşması üzerine Beylerbeyi Sarayı’na getirilmiştir. Abdülhamit sarayın bahçesine bakan ve annesinin öldüğü odayı kendisine seçmiştir. Böylece II. Abdülhamit hayatının son günlerini burada geçirmiş, 1918’de de burada ölmüştür.
Beylerbeyi Sarayı TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’nın yönetiminde olup, ziyarete açıktır. Sarayın mimari yapısının yanı sıra içerisindeki Hereke halıları, Sevr vazoları, Bohemya kristal avizeleri, Fransız saatleri, Beykoz işi şamdanlar, Çin, Japon, Fransız ve Yıldız porselenlerinin yanı sıra mobilyaları ile de dikkati çekmektedir.
Küçüksu (Göksu) Kasrı (Beykoz)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060763.jpg
İstanbul Beykoz ilçesi, Anadoluhisarı’nda, deniz kıyısında bulunan Küçüksu Kasrı’nın XVII. yüzyılda Sultan IV. Murat (1623–1640) döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Bu kasır Sultan III. Mustafa (1757–1774), Sultan III. Selim (1789–1807) ve Sultan II. Mahmut (1808–1839) dönemlerinde restore edilmiştir. Bu kasır ile ilgili bilgiler Antoine-Ignace Melling ve Michel François Preault’un XIX. yüzyıl başlarında yaptığı resimlerden öğrenilmektedir.
Kasır denize doğru uzanan tek katlı bir yapı olup, arkasında da iki katlı bir bölüm bulunuyordu. Kasır T planlı olup, ahşap kubbeli, kare planlı bir orta mekân ile bunun çevresinde biri denize doğru olmak üzere uzanan üç yönlü uzantılardan meydana gelmiştir. Kasrın odalarının bir kısmı da deniz yönünde kazıklar üzerine oturtulmuştur. Bu kasır yıkılmış ve yerine bugünkü yapı yapılmıştır. Kasrın ne zaman yıkıldığı konusunda kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bugünkü kasır Abdülmecit döneminde, 1856’da kâgir olarak yapılmıştır. Yapının mimarı Balyan ailesinden Nigogos Balyan’dır. Kasrın iç dekorasyonu Viyana Operası’nın dekoratörü olan Sechan tarafından yapılmıştır.
Küçüksu Kasrı yüksek bir su basman üzerine iki katlı, mermer kaplamalı bir yapıdır. XIX. yüzyıl barok ve rokoko karışımı bir üslubu yansıtmaktadır. Kasrın bodrum katında kiler, mutfak ve hizmetli odaları, diğer iki katta ise orta mekâna açılan dört köşe odasından meydana gelmiştir. Yapının cephe mimarisi dikkat çekicidir. Burada çiçek, yaprak, çelenkler, rozetler yüksek kabartma tekniğinde duvarlara işlenmiştir. Oldukça ağır bir rokoko üslubu yapının barok mimarisi ile birleşmektedir.
Kasrın deniz cephesi üç bölüm halinde olup, orta bölüm düz, iki yandakiler de dışbükeydir. Kasrın iki yönlü giriş merdiveni, havuzu, çeşmesi ve giriş kapısı ile dikkati çekmektedir. Denize yönelik pencereler her katta zemine kadar inmiş ve bunların önleri mermer parmaklıklarla sonuçlanmıştır. Kasrın yan ve arka bölümlerinde üst katta balkonlara yer verilmiştir. Üst katın bitiminde mermerden bir kısa duvar çatıyı gizleyerek yapıyı çepeçevre dolaşmaktadır.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060767.jpg
Kasrın kabartma ve kalem işi süslemeli tavanları, birbirlerinden fark ve biçimde İtalyan mermerinden yapılmış şömineleri, ince bir işçilik gösteren parkeleri, Avrupa Arnavoa üslubunda mobilyaları ile dikkat çekmektedir.
Bu kasırda Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde, daha sonra İngiliz tahtına geçen Galler Prensi Edward (VII. Edward) ile Eflak Boğdan Prensi I.Jean Alexandre ağırlanmıştır. Bunların yanı sıra kasır Sultan V. Mehmet Reşat ve son halife Abdülmecit Efendi (1839–1861) tarafından da kullanılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra bir süre konukevi olarak kullanılmış, 1970’li yıllara kadar bazı özel günlerde kasırdan yararlanılmış, 1983’te ziyarete açılmıştır. Ardından yapılan yeni düzenlemeden sonra da 1994 yılında TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı anıt müze olarak ziyarete açılmıştır.
Küçüksu Kasrı’nda İtalyan mermerleri ile yapılmış şömineler, mobilyalar, Sultan Abdülmecit tuğralı aynalar, kristal avizeler, Hereke yapımı halılar, seccadeler, şamdanlar ve tablolar sergilenmiştir.
Aynalı Kavak Kasrı (Beyoğlu)
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060769.jpg
İstanbul ili Beyoğlu ilçesi Hasköy Aynalı Kavak Caddesi’nde bulunan bu kasır, Osmanlı dönemindeki Tersane Sarayı arazisindedir. Buradaki kasrın ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Evliya Çelebi XVII. yüzyılda burada bir hamam, sofa ve şadırvan olduğunu belirttikten sonra bu kasrın Fatih Sultan Mehmet zamanında ilk defa yapıldığına değinmiştir. Ardından da Sultan İbrahim zamanında yenilendiğini belirtmiştir. Naima Tarihi’nde de Sultan I.Ahmet’in 1613 yılında Edirne’den gönderdiği bir hatt-ı hümayunda Tersane bahçesinde bir kasır yapılmasını istediğini yazmıştır.
Sultan I. Ahmet (1603–1617) 1614’te İstanbul’a döndüğünde bu kasrı ziyaret etmiş ve yanında da bir çiçek bahçesi düzenlenmesini istemiştir. Kasrın yapımını Kaptan-ı Derya Halil Paşa üstlenmiştir. Kasır 1677 yılında yanmış ve Sultan IV. Mehmet tarafından 1679’da yenilenmiştir. Sultan IV. Mehmet 1677 yılında Haremi ile birlikte bir süre bu kasırda yaşamıştır. Ancak bu dönemde çıkan bir yangın yapıya zarar vermiştir. Fındıklılı Mehmet Ağa Tarihinde Polonya seferinden dönen Sultan IV. Mehmet’in şerefine üç gün üç gece kasrın önünde şenlikler düzenlendiğini yazmıştır. Padişah da gemilerden, kayıklardan oluşan denizdeki bu şöleni kasırdaki kafesli köşkten seyretmiştir.
Osmanlı tarihine geçen bu kasırla ilgili bir başka şenlik daha bulunmaktadır. Sultan III. Ahmet zamanında Padişah 1720 yılında dört oğlu ile birlikte Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın oğlunu ve yoksul çocukları burada sünnet ettirmiş, 30 gün süren şenlikler yapılmıştır.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060771.jpg
Tersane Sarayı’nın Aynalı Kavak Sarayı ismini alması XVII. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Sieur du Loir 1654’te sarayın görkemli aynalarla kaplı olduğunu belirtmiştir. Pasarofça Antlaşması (1718) sonrasında Venedik Cumhuriyeti’nin Osmanlı sarayına hediye ettiği aynalar kasrın dairelerini süslemiştir. Bu yüzden de kasrın ismi halk arasında Aynalı Kavak Kasrı’na dönüşmüştür.
Bu dönemde yapılmış olan Surnâme-i Vehbi’nin minyatürlerinde bu kasır resmedilmiştir. Minyatürlere göre direkler üzerinde denize taşan üç sofalı bir yapı idi. La Motrae 1727 yılında bu kasrı görmüş, üzerinin zengin nakışlı bir kubbe ile örtülü olduğunu, bunun dışında kalan alanların da çatı ile kaplı olduğunu yazmıştır.
XVIII. yüzyılda kasır terk edilmiş, bazı binaları Sultan Abdülhamit’in Sadrazamı Koca Yusuf Paşa tarafından 1766–1787 yıllarında onarılmıştır. Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa’nın Tersane’yi genişletmesi sırasında bu yapılardan bazıları yıkılmış ve Tersane’ye katılmıştır. Kalan yapılar da 1787–1788 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında erzak ambarı olarak kullanılmıştır.
Sultan III. Selim 1791’de Balyan ailesinden Kirkor Balyan’a kasrı tamir ettirmiştir. Bununla beraber Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmut ve Sultan II. Abdülhamid zamanında Tersane’ye yapılan eklerden dolayı kasır Haliç’ten içeride kalmıştır. Bu nedenle günümüze gelen Aynalı Kavak kasrı’nın ön cephesi kara tarafında kalmıştır. Arazi eğiliminden ötürü iki katlı olan kasrın Haliç yönündeki cephesi üç katlıdır. Planı kuzeydoğu-güneybatı ekseninde salonlardan meydana gelmiştir. Güney cephesinin ortası hafif bombeli olarak yükseltilmiş olup, sade bir görünümdeki sahanlıktan yapıya girilmektedir. Bunun karşısında giriş holü ile merdivenler bulunmaktadır. Arazi eğiliminden ötürü bu bölümün altında hizmet odaları yapılmıştır.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060772.jpg
Giriş holünün solunda yan odalar ve servis bölümleri, büyük sofa bulunmaktadır. Haliç’e yönelik eyvan şeklindeki salonun iki tarafında simetri göstermeyen dört oda bulunmaktadır. Bu bölüm kasrın harem bölümüdür.
Giriş holünün sağındaki bölüm üç eyvanlı bir divanhane ve ona bağlı bir arz odasından meydana gelmiştir. Kasrın en önemli mekânları olan bu odalardan arz odasının üzeri kubbelidir. Divanhanenin pencereleri üzerinde Yesarizâde’nin talik yazı ile yazdığı Enderuni Fazıl’ın Aynalı Kavak Kasrı’nı öven şiiri bulunmaktadır. Divanhaneden geçilen arz odasının pencereleri üzerinde de Yesarizâde’nin talik yazı ile yazdığı Şeyh Galib’in Sultan III. Selim’i öven şiiri bulunmaktadır.
Kasrın selamlığı olarak nitelenen bu bölümün bezemeleri son derece zengindir. Bezeme yönünden kasrın en önemli bölümü divanhane ile arz odasıdır. Buradaki pencerelerin arasında basık kemerlerle birbirine bağlanmış dekoratif kolonlara yer verilmiştir. Bu bölümde kemer ayaklarının içerisi mermer levhalar ve aynalarla kaplanmıştır. Bugün müze özelliği taşıyan bu kasrın arz odası, divanhanesi duvarlarını çepeçevre dolaşan yazıtları, alçı şebekeli pencereleri, Sultan III. Selim tuğralı barok ve rokoko üslubunda bezemeler burada görülmektedir. Ayrıca Osmanlı geleneğine uygun olarak düzenlenmiş sedirler, mangallar, kandiller, avizeler ve mobilyalar da onları tamamlamaktadır.
Günümüzde Aynalı Kavak Kasrı’nın alt katında eski müzik aletlerinin sergilendiği Türk Müziği Araştırma Merkezi ve Çalgı Müzesi bulunmaktadır. TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı müze-saray işlevindeki bu yapıda zaman zaman Klasik Türk Sanat Müziği konserleri verilmiştir. Aynı zamanda Türk bestecisi olan Sultan III. Selim’in anısına burada konserler verilmiştir. Bu konserlerde padişahın besteleri de yorumlanmıştır.
Ihlamur Kasrı (Beşiktaş)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060774.jpg
İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Ihlamur Yolu’nda bulunan bu kasrın olduğu yerde Hacı Hüseyin Bağı olarak tanınan bir mesire yeri bulunuyordu. Bu mesirenin miriye geçmesinden sonra Padişah için bir bağ evi yapılmış ve halk arasında da Hacı Hüseyin Bağı Köşkü olarak tanınmıştır. Bu köşk Sultan I. Abdülhamit (1774–1789), Sultan III. Selim (1789–1807) ve Sultan II. Mahmut (1808–1839) tarafından kullanılmıştır. Sultan I. Abdülhamit dönemi sadrazamlarından Seyyid Mehmet Paşa burada bir namazgâh yaptırmış, Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmut zamanında ok atışları sonunda buraya nişan taşları dikilmiştir.
Sultan Abdülaziz bu köşklerin bahçesinde horoz ve koç dövüşleri ile güreş müsabakaları yaptırmıştır. Sultan V. Mehmet Reşat sık sık buraya gelmiş, İstanbul’u ziyaret eden konuklarını, özellikle Sırp ve Bulgar krallarını 1910’da burada ağırlamıştır.
Fransız şair Alphonse de Lamartine bu köşkün dört köşeli bir planı olup, salonun ortasında fıskiyeli bir havuzun bulunduğunu, oldukça sade olduğunu belirtmiştir.
Sultan Abdülmecit bu köşkün yerine 1849–1855 arasında iki yeni biniş kasrı ile bir de çeşme yaptırmıştır. Buradaki mesirede düzenlenen av partileri ve ok talimleri sonunda dinlenme yeri olarak kullanılmıştır.
Sultan Abdülmecit Balyan ailesinden Nigogos Balyan’a burada Merasim Köşkü ve Maiyet Köşkü olarak isimlendirilen iki kasır yaptırmıştır. XIX. yüzyıl Avrupa mimarisi üslubunda yapılan köşklerden Merasim Köşkü günümüzde Ihlamur Kasrı olarak tanımlanan yapıdır. Yüksek bir su basman kaide üzerine tek katlı, kesme taştan dikdörtgen planlıdır. Cephesi dönemin saray mimarisine uygun olarak girlantlar, istiridye kabuğu motifleri, vazolardan çıkan çiçekler, salkımlar ve ayrıca sütunçelerle bezenmiştir. Giriş cephesindeki iki yönlü merdiven ve balkon yapının cephesindeki en dikkat çeken bölümdür. Giriş holünün iki yanında iki oda ile çatıya çıkışı sağlayan bir ara mekân bulunmaktadır. Cephesi son derece bezemeli ve hareketli olan yapının içerisi oldukça sadedir.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060781.jpg
Merasim Köşkü’nün biraz ilerisindeki Maiyet Köşkü daha da sade bir yapı olup, iki katlıdır. Bu yapıya da giriş cephesindeki iki kollu bir merdivenle ulaşılmaktadır. Girişin ortasında bir hol merdivenler ve köşelerde de dört adet oda bulunmaktadır.
I.Dünya Savaşı sonrasında ve Cumhuriyet döneminde boş ve bakımsız kalan köşkler 1951 yılında İstanbul Belediyesi’ne verilmiştir. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay Maiyet Köşkü’nde Tanzimat Müzesi’ni kurmuş, Merasim Köşkü’nü de ziyarete açmıştır. Köşkler 1966 yılında TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na devredilmiştir.
Günümüzde Merasim Köşkü müze-saray olarak düzenlenmiştir. Kasrın orijinal döşemeleri, perdeleri, Hereke ve Feshane işi halı ve seccadelerinin yanı sıra Gördes, Çal ve Kula dokumaları müze-sarayda görülebilmektedir. Kasrın bahçesindeki lojman olarak kullanılan yapı resim, heykel, müzik çalışmalarının yapıldığı atölyelere ve sergi salonlarına dönüştürülmüştür.
Maslak Kasırları (Sarıyer)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060873.jpg
İstanbul ili Sarıyer ilçesi Büyükdere Caddesi’nde, İstinye ile Tarabya kavşaklarının birleştiği noktada, Haznedar Çiftliği içerisinde bulunan Maslak Kasırları’nın bulunduğu alandaki ilk yapılanma Sultan II. Mahmut (1808–1839) döneminde başlamış, Sultan II. Abdülhamid’in (1876–1909) veliahtlığı sırasında da av ve dinlenme alanı olarak düzenlenmiştir. Bununla beraber bu alandaki yapıların yapım tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Büyük olasılıkla da Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde, 170.000 m2’lik koruluk alanda yapıldığı sanılmaktadır. Kasr-ı Hümayun, Mabeyn-i Hümayun, Çadır Köşkü, Paşalar Dairesi ve Limonluk günümüze gelebilen yapılardır.
Sadrazam Rüştü ve Mithat paşalar Kasr-ı Hümayun’a gelerek yaşamının büyük bir kısmını veliahtlığı sırasında burada geçiren Sultan Abdülhamid’i Osmanlı tahtına çıkmaya burada davet etmişlerdir. Sultan V. Mehmet Reşat da zaman zaman buraya gelmiş ve dinlenmiştir. Osmanlı kaynaklarından Sultan II. Abdülhamid’in oğullarından Nureddin Efendi’nin annesi ile birlikte burada oturduğu öğrenilmektedir.
Bu köşklerden Kasr-ı Hümayun arazi eğimine göre iki katlı olarak yapılmıştır. Yarı kâgir olarak yapılan kasrın birinci katına kadar bölüm taştan, bunun dışında kalanlar ahşaptandır. Girişin üzerinde yer alan ve görkemli sütunlara oturan balkonla, üst kata çıkan merdivenler barok üsluptadır. Buradaki bezemeler doğa ve mimariden alınmıştır. Cephe düzeninde pencere dizileri ile çatı katının pencereleri uyumlu bir düzen içerisinde yapılmıştır. Katlar arasında saçaklar, silmeler bulunmaktadır. Ayrıca cephe duvarlarının köşelerine geniş plasterler ve pervazlar yerleştirilmiştir. Orta sofa etrafında sıralanmış salonun ve odaların tavan ve duvarları zengin bir dekoratif bezeme ile kaplanmıştır. Özellikle tavanlardaki kalem işleri, natürmortlar doğadan esinlenilmiş resimlerle bezelidir.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060876.jpg
Kasr-ı Hümayun’da Sultan II. Abdülhamid’in çalışma ve yatak odaları bulunmaktadır. Haluk Şehsuvaroğlu bu odalarda padişahın yaptığı ve üzerinde A.H yazılı aynalı bir kapıdan yatak odasına geçtiğini belirtmiştir. Ayrıca burada ceviz bir karyola, sedefli bir masa bulunduğunu da eklemiştir.
Mabeyn-i Hümayun Kasrı, kasırların bulunduğu alanın kuzeybatısında yer alan küçük tek katlı bir yapıdır. Mermer basamaklı girişin sağ ve solunda birer oda, arkasında da büyük bir salon bulunmaktadır. Bu salon geniş bir kapı ile büyük bir seraya açılmaktadır. Kasrın cephesinde pencereleri çevreleyen tuğlalarla dekoratif bir görünüm sağlanmıştır. Ayrıca basık kemerli, kepenkli, yüksek pencereler iki mermer sütunun taşıdığı, döküm korkuluklu balkon da cepheye ayrı bir görünüm sağlamıştır.
Köşkün seraya açılan odasının tavanları kalem işleri ile bezenmiş, duvarlara altın varaklı büyük kristal aynalar ile porselen bir şömine yerleştirilmiştir. Buradaki kapıların kornişlerinde aynanın üzerinde ve seranın kapısında Sultan II. Abdülhamid’in A.H markası işlenmiştir.
Kasr-ı Hümayun’un kuzeybatısında Çadır Köşkü yer almaktadır. Köşk alt katta ocaklı bir mekân ile üst katta tek bir odadan meydana gelmiş sekizgen planlı bir yapıdır. Üst kattaki odaya mermer basamaklı çift yönlü ve demir korkuluklu bir merdivenle çıkılmaktadır. Köşkün etrafı balkonla çevrili olup, balkon korkulukları, çatı saçakları ve direkler ahşap bezemelerle doldurulmuştur.
Kasr-ı Hümayun’un kuzeydoğusundaki Paşalar Dairesi, Kasr-ı Hümayun’a paralel olarak yapılmıştır. Büyük olasılıkla bu yapı kasırları korumaya yönelik olarak yapılmıştır. Mabeyn-i Hümayun’u tarihi su deposuna bağlayan bahçe duvarı Paşalar Dairesi’ni her iki yapıdan ayırmaktadır. Kâgir ve tek katlı olan yapının iki ayrı girişi vardır. Ana girişin iki kanadında koridorlara açılan odalar sıralanmıştır. Girişin sol tarafında ise içerisinde külhanın da bulunduğu bir hamam vardır. Bu hamam bahçe yönünden ikinci bir giriş vardır. Paşalar Dairesi’nin cephe görünümündeki dekorlar ile pencere dizileri Mabeyn-i Hümayun’a benzemektedir.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060881.jpg
Cumhuriyet döneminde I.Ordu ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından prevantoryom ve malzeme deposu olarak kullanılan Limonluk 1981’de TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na devredilmiştir.
Kasırların bahçesinde Sultan II. Abdülhamid’in Fransa’dan getirttiği kamelya ağaçları, Grolto ve Cycos ağaçları bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli çiçek ve ağaç örnekleri de burada bulunmaktadır.
Maslak Kasırlarının bulunduğu arazide çeşitli havuzlar ve büyük ölçüde göletler de bulunmaktadır. Günümüzde TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı yönetiminde olan Maslak Kasırları’ndaki köşkler ziyarete açıktır. Burada yapıların mimarisinin yanı sıra Sultan II. Abdülhamit ile ilgili eşyalar, Hereke kumaşları, Hereke halıları, vazolar ve bir de barometre bulunmaktadır.
Şale Köşkü (Beşiktaş)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060886.jpg
İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Yıldız Sarayı’nın bir bölümünü oluşturan Şale Köşkü’nün ilk yapım tarihi ve mimarı kesin olarak bilinmemektedir. Yalnızca Milli Saraylar arşivi içerisinde bulunan 1879–1880 tarihli bir belgede köşkün döşenmesi ile ilgili bazı bilgiler bulunmuştur. Buna dayanılarak da köşkün bu tarihlerde bitirilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Bugünkü yapı Balyan ailesinden Sarkis Balyan tarafından 1889 yılında yapılmıştır. Bu yapılışın nedeni de Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul’a gelişi ile ilgilidir. Yıldız Sarayı’nın Merasim Dairesi olarak yapılan köşk, 107.000 kuruşa mal olmuştur. Bu bölümün yapımından kısa bir süre sonra ilk köşkün hamamı üzerine Nikolaki Kalfa tarafından yeni bir salon eklenmiştir. Köşkün Merasim Dairesi olarak tanınan üçüncü bölümü ise İtalyan Mimar Raimondo d’Aronco tarafından yapılmıştır. Almanya İmparatoru II. Wilhelm’in ve İmparatoriçenin İstanbul’a ikinci gelişi onuruna bu bölüm yapılmıştır.
Şale Köşkü yüksek ve kâgir bir bodrum üzerine iki katlı olarak yapılmıştır. Ayrıca çatı örtüsü içerisine de çatı katları yerleştirilmiştir. Köşkün bodrumunda mutfak, depolar, çamaşırlık ve diğer servis odaları bulunmaktadır. Giriş katındaki mekânlarda sefir odası, piyanolu salon, misafir odası, teşrifat odası isimlerini taşıyan mekânlar bulunduğu bilinmektedir. Girişin karşısına gelen alandaki arka kapı Yıldız Sarayı’nın harem bahçesine açılmaktadır. Aynı zamanda bu kapı saray ile köşk arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır.
Köşkün ikinci katı törenlere özgü yapılmış ve birbirlerinden üslup farkları olan zengin bezeli mekânlardan oluşmuştur. Köşke dört basamakla ulaşılan bir sahanlıktan girilmektedir. Giriş holünde küçük, ahşap, barok üslupta bir merdiven bulunmaktadır. Rokoko üslubunda bezmelerle süslenen bu merdivenden sonra salonlara ayrı koridorlarla ulaşılmaktadır. Zemin katta dikdörtgen planlı bir banyo dairesine yer verilmiştir. Bunun üzerinde Nikolaki Kalfa’nın yaptığı ve günümüzde Sarı Salon olarak isimlendirilen özel bir bölüm bulunmaktadır.
Şale Köşkü kendine özgü mekânları ile tanınmıştır. Bunların başında 15x30 m. ölçüsündeki büyük Merasim Salonu gelmektedir. Yüksek pencerelerin aydınlattığı ve çok renkli bir bezemesi olan bu mekânın köşeleri sekizgen çıkmalarla derinleştirilmiş ve duvarlara yüksek ve geniş aynalar yerleştirilmiştir. Ayrıca duvarlarda çeşitli resimler, ahşap işçiliği örnekleri dikkati çekmektedir. Şale Köşkü’nün bir diğer mekânı da Sedefli Salon olarak isimlendirilen yemek salonudur. Sarkis Balyan tarafından yapılan bu salonda Raimondo d’Aronco’nun da bazı çalışmalar yapmış olduğu Milli Saraylar arşivindeki belgelerden öğrenilmektedir. Bu salonda kırmızı, yeşil ve altın varaklar ile büyük ölçüde mavi renkli bezemeler kullanılmıştır. Salonun sedef kakmalı kapı ve dolap kapakları ise Çırağan Sarayı’ndan getirilmiştir.
http://www.kevserdenizi.net/forum/hi...cs/warning.gifhttp://www.kenthaber.com/Resimler/20...9/00060897.jpg
Köşkün Sırmalı Salonu klasik ve geometrik üslupta bezenmiş olup, rokoko bezemeler yer yer görülmektedir. Nikolaki Kalfa tarafından yapılmış olan Sarı Salon ise içerisindeki eşya ve bezemesi ile tamamen barok üsluptadır. Salonun tavanına elips biçiminde bir göbek yapılmış ve bunun üzerine de altın yaldızın egemen olduğu renkli bir bezeme uygulanmıştır.
Şale Köşkü salonlarındaki bezemeler, tavan resimleri ile tanınmıştır. Büyük çoğunluğunun peyzajların oluşturduğu bu resimler natüralist bir üslup taşımaktadır. R.d’Aronco tarafından tasarlanan köşkün kuzey ekindeki İtalyan mermerinden yapılmış anıtsal merdiven holü yapıya değişik bir görünüm kazandırmıştır. Bu bölümün tavanına Osmanlı İmparatorluğu’nu simgeleyen altın yaldızlı güneş ışınları yapılmıştır. Duvarlarında ise Neo-Rönesans etkisinde geometrik çerçeveler vardır.
Şale Köşkü’nün aydınlatılmasını Siemens Halske firması yapmıştır. Bu firma tarafından yapılmış olan tesisata Beykoz Fabrikay-ı Hümayun’dan özel olarak yapılmış avizeler yerleştirilmiştir. Ayrıca köşkün ısıtma donanımı ile sobaları İsveç firması tarafından yapılmıştır. Kuk Tel Detachement tarafından da telefon tesisatı kurulmuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul Belediyesi tarafından Mario Serra isimli bir İtalyan işletmeciye kiralanan köşk, 1930 yılında Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na verilmiştir. Şale Köşkü müze-saray olarak 7 Temmuz 1985’te ziyarete açılmıştır. Burada ilk defa Milli Saraylar Sempozyumu düzenlenmiştir. Müzede 400 m2’lik Hereke halısı, altın yaldızlı tavan panoları, aynalar, mobilyalar, çini sobalar, vazolar, şömineler, altın kaplamalı motifler ve siyah mermer sehpa ilginç eserler arasındadır.
Florya Atatürk Köşkü (Bakırköy)
İstanbul ili Bakırköy ilçesi, Florya Plajı’nda bulunan Atatürk Deniz Köşkü’nü Atatürk’ün isteği doğrultusunda, Mimar Seyfi Arkan 1935 yılında yapmıştır. Cumhuriyet döneminde ilk modern mimariye yakın örneklerden birisidir. Atatürk 1936 yılının Yaz aylarında bir süre burada yaşamış ve köşkü siyasi ve bilimsel nitelikli toplantılar için kullanmıştır.
Köşk kazıklar üzerine dikdörtgen planlı, ahşap ve üzeri çatılı olarak yapılmıştır. Kara ile bağlantısını bir köprü sağlamaktadır.
Atatürk’ün en son 28 Mayıs 1938’de geldiği bu köşk Belediyeye devredilmiş, daha sonra 1988 yılında TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlanmıştır. Bu arada restorasyonu yapılmış ve Milli Saraylar Daire Başkanlığı yönetiminde Atatürk Müzesi’ne dönüştürülmüştür.