İstanbul Köprü ve Dikilitaşları
İstanbul ile ilgili eski kaynaklardan öğrenildiğine göre şehirde ilk köprüyü Fatih Sultan Mehmet Haliç’te kurdurmuştu. Yalnızca beş kişinin yan yana geçebildiği bu ahşap köprü yapılan ilaveler ve onarımlar ile 1836 yılına kadar işlevini sürdürmüştür. Oysa o dönemlerde Osmanlılar Rumeli’de ve Anadolu’da fetihler akınlar düzenlediklerinde orduların geçebilmeleri için taş köprüler yapıyorlardı.
1502-1503 yıllarında Galata ile İstanbul arasında bir köprü kurulması için Leonardo da Vinci İstanbul’a davet edilmiştir. Onun hazırladığı krokiye göre köprü tek gözlü ve her iki ucu ayaklı olacak ve uzunluğu 350 m.yi, genişliği de 34 m.yi geçmeyecekti. Ancak bu proje teknik yönden olanaksız olunca bu kez Michel Angelo İstanbul’a köprü yapmak üzere davet edilmişse de sanatçı İstanbul’a gelmemiştir. Bundan sonra İstanbul’un köprü projesi XIX. yüzyıla kadar askıya alınmıştır. Bu arada Leonardo da Vinci’nin Boğaz’ın iki yakasını birbirine bağlayan bir projesi olduğundan da söz edilmektedir.
Sultan II.Mahmut Unkapanı ile Azapkapı arasında bir köprü yapımını istemiş ve bunun için de Kaptan-ı Derya vekili Fevzi Ahmet Paşa’yı görevlendirmişti.3 Eylül l836’da açılan bu köprü birbirine bağlı sallar üzerinde kurulmuştur. F.Flandin, T.Allom ve W.H. Barlet’in yapmış olduğu gravürlerde köprünün taşıyıcı sisteminin sal biçiminde olduğu ve iki yerinde de küçük gemi ve kayıkların geçebilmesi için gözler açıldığı görülmektedir. Uzunluğu 600 arşından fazla, genişliği de iki araba yüklü at ile insanlara dokunmadan geçilebilecek genişlikte idi. İstanbul’da Kadir Gecesi’ni izleyen gün açılan köprünün açılışında Sultan II.Mahmut bir irade çıkararak kimseden para alınmamasını istemişti. Bu iradede; “ Zinhar kimseden akça alınmayacak ve herkes meccanen gelip geçecek” demişti. Bu yüzden de İstanbul’da yapılan bu köprüye “Hayratiye” ismi verilmiştir. Ne var ki, bir süre sonra padişahın bu iradesini dinlemeyenler köprüden geçme parası olarak “Mururiye” ismi altında para almaya başlamışlardır.
Bu köprü 1839 ve1840 yıllarında onarılmış ve döşemeleri yenilenmiştir. Kesin olmamakla beraber bu köprü 1862’de yanmıştır.
İstanbul’da bu köprülerden sonra üçüncüsünü Sultan Abdülmecit 1845 yılında aynı yerde “Cisr-i Cedid” ismi ile kurdurmuş ve köprüden önce kendisi geçmiştir. Açılış nedeniyle halkın üç gün ücretsiz geçmesini ve sonra da paralı olmasın istemiştir. Daha sonra bu köprü Unkapanı ile Azapkapı arasına getirilmiş buraya George Vals isimli bir İngiliz demir dubalar üzerine yeni bir köprü yaptırmıştır.
Büyükçekmece Köprüsü (Büyükçekmece)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068722.jpg
İstanbul Büyükçekmece ilçesinde bulunan Büyükçekmece Köprüsü, uzun yıllar Büyükçekmece- Mimar Sinan Köyü arasındaki bağlantıyı sağlamıştır. Aynı zamanda da bu köprü Büyükçekmece Gölü ile Marmara Denizi arasında bir geçit niteliğindedir.
Köprünün bulunduğu yerde Bizans döneminde de bir köprü olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) Zigetvar seferine çıkarken bu köprünün yapımına başlanmış, Sultan II.Selim Zamanında (1566-1574), bir yıl içerisinde de tamamlanmıştır.Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini veren Tuhfetü’l-Mimarin ve Risale-i Tezkiretü’l-Ebniye’de bu köprünün Mimar Sinan’ın eseri olduğu yazılıdır.
Bostancı Köprüsü’nün bulunduğu yerde Osmanlı döneminde bir de Bostancı Ocağı bulunuyordu. Bu ocak Anadolu’dan İstanbul’a gelenlerin kontrolünü yapar, işsiz güçsüz veya şüpheli kişilerin şehre girmesini engellerdi. Aynı şekilde Büyükçekmece’de bulunan Bostancı Ocağı da Rumeli’den İstanbul’a gelenlerin kontrolünü yapar, şehre girip, giremeyeceklerine karar verirdi.
Mimar Sinan köprünün yapımında yüzlerce neccar, senktraş çalıştırmış, gölün suları büyük tulumbalarla çekilmiştir. Temellerinde iki-üç insan boyunda kazıklar çakılmış, bunların aralarına kurşun akıtılarak kazıklar birleştirilmiştir.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068723.jpg
Büyükçekmece Köprüsü 635.57 m. uzunluğunda, 7.17 m. genişliğinde dört ayrı köprünün birleştirilmesinden meydana gelmiştir. Çevresine de geniş rıhtımlar yapılmış olan köprü inişli çıkışlı olup Büyükçekmece yönündeki ilk iki bölümü yedişer, üçüncüsü beş, dördüncüsü de dokuz gözlüdür. Ancak bu gözlerin yükseklikleri birbirlerine eşit değildir. Orta gözlerin kemerleri diğerlerinden daha yüksektir ve onun dışındaki gözler köprünün iniş ve çıkışlarına uyum sağlayarak alçalıp yükselmektedir. Köprüyü oluşturan bölümlerin birleştikleri yerlere de sulardan köprünün zarar görmemesi için selyaranlar yapılmıştır.
Köprünün yapımında 35.000-40.000 m3 taş kullanılmış ve bunlar birbirlerine eritilmiş kurşunlarla bağlanmıştır.
Büyükçekmece Köprüsü’nün mimari yönden en ilginç noktalarından birisi de taş konsollar üzerine oturtulan kitabeli balkon-köşkleridir. Bu balkonlar Osmanlı köprülerinde dinlenme veya sohbet yeri olarak yapılmışlardır. Köprünün dördüncü bölümünde karşılıklı iki kitabe bulunmaktadır. Devrin ünlü hattatlarından Derviş Mehmet’in eseri olan bu kitabenin dört beyitlik manzum metnini Şair Hüdai yazmıştır. Bu kitabelerden birisinde;
“Hazret-i Sultan Süleyman kim ana
Şâhirâh ola Sırat-ı müstakim
Başladı bu hayrı olmadın temam
Kıldı azm-ı sâ-yı cennet-ün naim
Geldi anı zıll-i Hak Sultan Selim
Etti tekmil oldu bir cisr-i azim
Dedi tarihin Hüdâyi ol zaman
Yaptı âb üzre bu cisri şeh selâm
Ketebehu Derviş Muhammed”. Yazılıdır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068726.jpg
Bu kitabenin sağındaki köfeki taşından babanın üzerindeki 0.33x0.47 m. ölçüsündeki mermer bir levhaya Kelime-i Şahadet, solundaki babada da Mimar Sinan’ın “Abdullah oğlu Yusuf” olarak Mimar Sinan’ın imzası bulunuyordu.
Bu kitabede bulunan Mimar Sinan’ın imzası 1961-1962 yıllarında yerinden sökülmüş ve nerede olduğu da bilinmemektedir. Köprü l970 yılında onarılırken bu imzanın bir benzeri yazılarak yerine konulmuştur. Ayrıca köprünün diğer taraftaki tarih köşkünde de 2.36x0.83 m. ölçüsünde Hattat Derviş Mehmet’in nesih yazılı, Sultan II.Selim zamanında tamamlandığını belirten bir diğer Arapça kitabe daha bulunmaktadır.
Bu Arapça kitabenin mealen anlamı:
“Tanrı onu ve bizzat çalışanlara mağfiret etsin. Bu güzel köprünün ve değerli geçidin temelini Allah-ı Teâlanın rızası için Selim Hanın oğlu Sultan oğlu Sultan, Sultan Süleyman attı (Yarabbi onu sırat ve mizanın tehlikesinden koru). Bunu müteakip merhum mağfur deni dünyadan canibi rahmet ve cennete intikal etti. Sonra en büyük Sultan, Ulu Hâkan Arab ve Acem’in meliklerinin efendisi, dünyada ve âhirette Allah’ın gölgesi ve Sultan Osman’ın oğlu Sultan Orhan’ın oğlu Sultan Murad’ın oğlu Sultan Bayezid’in oğlu Sultan Selim’in oğlu Sultan Süleyman’ın oğlu Sultan oğlu Sultan Selim onun tahtı saltanatına câlis oldu ve 975 senesinde o köprüyü tamamladı. Zamanın sonuna kadar devletini ebedi kılsın ve saltanatını idame etsin. Tanrı Kur’anın hürmetine ikisinin hayratlarını kabul etsin.”
İstanbul-Edirne karayolu üzerinde yeni bir köprünün yapılmış olmasından ötürü bugün Büyükçekmece Köprüsü kullanılmamakta ve korunması gereken tarihi bir eser ve ilçenin simgesi olarak iyi bir durumda bulunmaktadır.
Silivri Köprüsü (Silivri)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068719.jpg
İstanbul Silivri ilçesinde Silivri Çayı üzerinde bulunan bu köprü eski İstanbul-Edirne yolunun önemli bir geçit noktasında bulunmaktadır. Köprünün kitabesi bulunmamakla berber ne zaman ve kimin tarafından yapıldığını açıklık kazanamamıştır. Bununla beraber Mimar Sinan’ın yapmış olduğu yapıların listesini veren Tuhfet’ül Mimarin’de Mimar Sinan eserleri arasında ismi geçmektedir. Ayrıca mimari yapısı da XVI.yüzyılda yapıldığını göstermektedir.
Silivri Köprüsü 348.00 m. uzunluğunda 32 gözden meydana gelmiştir. Alçak bir vadide oldukça uzun oluşundan ötürü de köprü gözleri mimar Sinan’ın diğer eserlerinde olduğu gibi sivri kemerli olmayıp hafifçe basık kemerlidir.Yapımında köfeki ve kalker cinsi taş kullanılmış, tampon duvarları büyük bloklarla örülmüştür. Köprünün selyaranları memba ve mansapta üçgen şeklindedir. Bunlar sivri olarak başlayıp kısa bir yükselmeden sonra köprünün tempan duvarları ile birleşerek kaynaşmaktadır. Bunun da nedeni köprünün fazla su tazyiki ile karşılaşmamasıdır. Köprünün her iki yanındaki korkuluklar birbirlerine demir bağlantılarla, kamalarla kuvvetlendirilmiştir. Köprünün her iki yanında ikişer tane baba taşı bulunmaktadır. Bu taşlar birbirinin eşi olup son derece sanatkârane işlenmişlerdir.
Köprü Dalgıç Ahmet’in Başmimarlığı sırasında h.l114 (1605) yılında yeni baştan onarılmıştır.
Silivri Girişi Köprüsü (Silivri)
İstanbul Silivri ilçesi girişinde bulunan bu köprünün ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Mimar Sinan köprüleri ile yakınlığı olduğu göz önüne alınırsa XVI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Bununla beraber değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Kemerleri de özelliğini bütünüyle yitirmiştir.
Köprü köfeki ve kalker taşından iki göz olarak yapılmıştır. Baba taşları Silivri Köprüsü ile işçilik yönünden büyük benzerlik göstermektedir.
Harami Dere Kapıağası Köprüsü (Büyükçekmece)
İstanbul Büyükçekmece, Yakuplu’da bugün çevre yolları arasında kalmış olan Kapıağası Köprüsü eski İstanbul-Edirne kervan yolunun üzerinden geçtiği bir köprü idi. Sancak Tepelerin doğusunda Harami Derenin üzerinde yapılan köprü Mimar Sinan’ın eseri olup yapım tarihi kitabesi olmadığından belli değildir. Bununla beraber yapı üslubu ve Mimar Sinan tarafından yapılmış oluşundan ötürü XVI.yüzyıl köprülerindendir.
Köprü 69.00 m. uzunluğunda olup 6.20 m. eninde, sivri kemerli üç gözden meydana gelmiştir. Orta göz 8.79 m yüksekliğinde, iki yanındaki gözler de 7.37 m. yüksekliğindedir. Korkuluk duvarları da 65 cm. yüksekliğindedir. Bu küçük gözlerin yanında daha küçük ve su tahliye gözü denilen tahliye gözlerine yer verilmiştir.
Köfeki taşından muntazam sıralar halinde köprü duvarları işlenmiştir. Köprünün giriş ve çıkışında dört köşe yuvarlak başlıklı ikişer baba taşı bulunmaktadır.
Çobançeşme Köprüsü (Bahçelievler)
İstanbul, Silivri-Topkapı yolunda Halkalı Deresi üzerinde bulunan Çobançeşme Köprüsü Bizans döneminde, IV.yüzyılda yapılmış, Osmanlı döneminde de kullanılmıştır. Kitabesi bulunmamaktadır. Bugün Sefaköy yonca yaprağı içerisinde kalmıştır.
Köprü 37.67 m. uzunluğunda, 5.00 genişliğinde, 6 gözlü olarak yapılmıştır. Bu gözlerin en büyük kemer açıklığı 4.35 m.dir. Köprü gözlerinin oluşturan kemerler yuvarlaktır ve tek sıra halinde kesme taştan yapılmıştır. Kemerlerin kilit taşları üzerinde bazı rölyefler bulunmaktadır. Bunlar Bizans ve daha sonraki dönemlerde tılsım niteliğinde yapılmışlardır. Köprünün gözleri yanlara doğru alçalmakta ve daralmaktadır. Kemerlerin üzerine kabartma kornişler yerleştirilmiş, bunların üzerine de iri kesme taştan korkuluklar oturtulmuştur.
Köprü zaman zaman onarılmış ve bu onarımlar köprünün orijinalliğini olumsuz yönde etkilemiştir. Son olarak da 1972 yılında Karayolları tarafından onarılmıştır.
Kemerli Köprü (Beşiktaş)
İstanbul Beşiktaş ilçesinde Dolmabahçe Sarayı’nı Yıldız Sarayı bahçesine bağlayan köprünün altından günümüzde Dolmabahçe-Beşiktaş yolu geçmektedir.
XIX.yüzyılda Sultan Abdülaziz tarafından Balyan ailesinden Sergis Balyan’a yaptırılmıştır. Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarını birbirine bağlamak amacıyla yapılan köprü köfeki taşındın yuvarlak kemerlidir. Muntazam taş işçiliği olup köprü kemerinin kenarlarında kabartma kornişler ve bir de kilit taşı bulunmaktadır.
Günümüzde iyi bir durumda korunmuştur.
Odabaşı Köprüsü (Büyükçekmece)
İstanbul Halkalı-Hadımköy yolu üzerinde bulunan bu köprü XVI.yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapılmıştır.
Büyük kesme taşlardan yapılan köprü 39.00 m. uzunluğunda, 5.35 m. genişliğindedir. Üç yuvarlak gözden meydana gelen köprünün ortadaki gözü 4.75 m. genişliğinde olup, diğerlerinden daha büyüktür. İki yandaki gözler daha küçüktür. Ayaklardaki selyaranlar memba tarafında üçgen, mansap tarafında yuvarlak olarak yapılmıştır. Köprü yanlara doğru eğimli olarak yol seviyesine inmektedir. Bu gözler tempan duvarları ile aynı düzeydedir. Yalnızca büyük kemerin kilit taşı dışarıya çıkıntılıdır ve üzerinde de haça benzer bir rölyef yerleştirilmiştir. Büyük kemer üzerindeki korkuluk taşları yıkılmıştır.
Küçükçekmece Köprüsü (Küçükçekmece)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068717.jpg
İstanbul Kücükçekmece ilçesinde Küçükçekmece Gölü’nün zamanla dolan kenarında, yol ile kaynaşmış durumdadır.
Küçükçekmece Köprüsü’nün yapımına XVI.yüzyılın ikinci yarısında, Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlanmış, Sultan II.Selim zamanında da tamamlanmıştır. Kitabesi bulunmadığından kesin yapım tarihi bilinmemektedir. Büyük olasılıkla Büyükçekmece Köprüsü ile birlikte yapılmıştır. Mimarı Acem Alisi’dir. Ancak bugünkü köprü 1950 yılında eski köprünün üzerine yeniden yapılmış, eski köprüden yalnızca bir kemeri kalmış ve orijinalliğinden uzaklaşmıştır.
Köprünün tek gözü olup, günümüze gelen kemerinin açıklığı 12.00 m, yüksekliği de 5.00 m.dir.
Bostancı Köprüsü (Kadıköy)
İstanbul, Kadıköy ilçesi Bostancı Mevkiinde bulunan Bostancı Köprüsü, Bostancı Deresi üzerinde 1523-1524 tarihinde yapılmıştır. Osmanlı döneminde şehrin en uç, çıkış noktasında bulunan bu köprünün bulunduğu yerdeki Bostancı Derbendi aynı zamanda şehre giriş ve çıkışları kontrol ederdi. Bu Derbentten ötürü de köprüye “Cisr-i Derbend” ismi verilmişti.
Köprü 1709’da bir su taşkını ve fırtınadan ötürü yıkılmış, ardından Bostancı Ali Ağa tarafından yeniden yaptırılmıştır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre ilk köprünün ortasında bir kitabe köşkü bulunuyordu. Ancak bu köşkün nasıl olduğu konusunda bir bilgi bulunmamaktadır. Köprünün kitabesi de kaybolmuştur.
Köprü kesme taştan yapılmış, orta bölümü diğerlerinden daha yüksek tutulmuştur. Köprünün uzunluğu 37.50 m. genişliği 6.00 m. olup, korkuluklarının yüksekliği 0.50 m.dir. Ortadaki göz 6.40 m genişliğinde ve sivri kemerlidir. Bunun iki yanında da 4.00 m. genişliğinde birer küçük sivri kemerli göz daha bulunmaktadır. Ortadaki gözün her iki yanında, büyük ölçüde selyaranlar bulunmaktadır. Ayrıca eski köşkün olduğu yere 1.30x0.35 m. ölçüsünde bir niş yerleştirilmiştir. Bu nişin olduğu yerde eski köşkün bulunduğu sanılmaktadır. Köprünün her iki başında ikişerden kavuk şeklinde başlıkları olan dört baba taşı bulunmaktadır. Ancak bunlardan yalnızca ikisi günümüze gelebilmiştir.
Köprü 1987 yılında onarılmış, bu arada çevredeki dükkanlara yer kazandırmak amacıyla köprünün her iki yan gözü doldurulmuş ve zemin yükseltilmiştir. Böylece köprü orijinal durumundan büyük ölçüde uzaklaşmıştır.
Galata Köprüsü (Eminönü-Beşiktaş)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068716.jpg
İstanbul’da Unkapanı ile Azapkapı arasında 1836’da yapılan Hayratiye köprüsünden sonra Karaköy ile Eminönü arasında 1845’de ahşap malzeme ile dubalar üzerinde bir köprü daha yapılmıştır. Cisr-i Cedid isimli bu köprünün uzunluğunun yaklaşık 500 m. olduğu sanılmaktadır.
Köprü 1853 yılında yenilenmiştir. Kaptan-ı Derya Ateş Mehmet Paşa tarafından yaptırılan köprünün malzemesi yine ahşaptı ve köprüyü 96 duba taşıyordu. Bu dubalar çıpa ve zincirlerle birbirine bağlanmış ve demirlenmişti. Köprünün uzunluğu 504 m. genişliği de 14.00 m. idi. Deniz seviyesinden 5.00 m. yüksekliğinde küçük tonajlı gemilerin geçebilmesi için de altında gözler bulunuyordu. Bu köprünün maketi 20 Şubat 1863’de Paris’te açılan Sergi-i Umumi-i Osmani’de sergilenmiştir.
1860’lı yıllarda bu yeni köprünün de yenilenmesi gündeme gelmiş, bu kez tersane olanakları dışında ahşaptan olmayan demir bir köprü gündeme gelmiştir. Bunun için yabancı şirketler devreye girmiş, 24 Eylül 1869’da “Forges et Chantiers de la Mediteranee” isimli Fransız şirketi ile anlaşma imzalanmıştır. Bu sırada İngiliz “Georges Wells” şirketi de aynı yerde köprü yapmak üzere teklif getirmiştir.
Bu arada köprünün birkaç kez yer değiştirmesi söz konusu olmuş, bu arada Azapkapı’ya kaydırılması da düşünülmüştür.
XIX.yüzyıl sonunda tramvayların kent ulaşımında etkinlik kazanması ile eski köprünün yıprandığı ve bu ağırlığı kaldıramayacağı düşünülmüş, bu arada yabancı şirketler de teklifler getirmiştir. Alman “Man Şirketi” ile l907’de anlaşma yapılmışsa da II.Meşrutiyetin ilanı ile bu mukavele geçersiz kalmıştır. Bunun ardından aynı firma ile 14 Ekim l909’da ikinci bir mukavele yapılarak işe başlanmıştır. Tramvay hattıyla birlikte 237.000 altın liraya çıkan köprünün yerine yerleştirilmesi ile eski köprünün sökülmesi işlemi birlikte yürütülmüştür.
Çağın ileri bir teknolojisi ile yapılan köprünün 27 Nisan 1912’de açılışı yapılmıştır.
Köprü 466.6 m. uzunluğunda ve 25 m. genişliğinde olup derinliği ortalama 3.00 m.dir. Köprüyü 28 duba taşımaktadır. Köprünün altındaki bekleme salonları ve dükkanlarının cepheleri, iç bölümleri değiştirilmiştir. Ayrıca köprü dubaları arasındaki açıklığın dar oluşunun Haliç’in kirlenmesine neden olduğu da ileri sürülmüştür. Bu nedenle 1980’li yıllarda köprünün yerine kazıklar üzerine oturan yeni bir köprü yapılması gündeme gelmiştir. Yapımını “STFA-THYSSEN” Konsorsiyumu’nun üstlendiği ve Karayollarının denetiminde sürdürülen çalışmalar devam ederken de eski köprü 16 Mayıs 1992’de yanmıştır. Böylece yapım çalışmaları 47.000.000 dolara keşif bedeli, daha sonra 59.000.000 dolara yükselmiştir. Bundan sonra 12 Haziran l992’de köprü ulaşıma açılmıştır. Köprü 80 m. boyunda 2.00 m. çapında 114 kazık üzerine oturtulmuş ve 80.m.lik genişliği ile de dünyanın en geniş ikinci köprülerinden biri olmuştur.
Unkapanı Köprüsü (Atatürk Köprüsü) (Fatih)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068715.jpg
XIX. yüzyılın sonlarında Haliç’te bulunan köprülerin değiştirilmesi gündeme gelmiş ve Osmanlı tersanelerinin olanakları el vermeyince burada demir bir köprü yapılması düşüncesi ön plana çıkmıştır. Bu konuda yabancı şirketler konuya yaklaşmışlardır. “Forges and Chantiers de la Mediterranee” isimli bir Fransız şirketi Galata’ya; “Wells and Taylor” isimli bir İngiliz Şirketi’de Unkapanı’na demir konstrüksiyonlu köprüler yapması için anlaşılmıştır. Ancak bilinmeyen bir nedenle bu düşünce değiştirilmiş ve Fransızlara yaptırılacak köprünün Mahmudiye Köprüsü yerine konulması uygun görülmüştür. Sökülen Mahmudiye Köprüsünün yerine yapılan Unkapanı Köprüsü’nün Eylül l872’de açılışı yapılmıştır. Mahmudiye Köprüsü’nün sökülen parçaları da mezatta satılmıştır. Böylece İstanbul’da ilk demir köprü Unkapanı ile Azapkapı arasında açılmıştır.
Bu köprü 504 m. boyunda, ortasında iki parçadan oluşan 30 m. açıklığı olan bir de kapısı vardı. Bu kapının iki yanında gemi ve kayıkların geçmesi için 12 m. genişliğinde bir açıklığı bulunuyordu. Köprüyü 24 demir duba taşıyordu. Bu köprü 11 Şubat 1936 yılına kadar hizmet vermiştir. O tarihte çıkan bir fırtınaya dayanamayarak parçalanmış ve batmıştır.
Bunun üzerine yeni bir köprünün yapımı için çalışmalara başlanmıştır.Yeni köprünün projesini Fransa Yollar ve Köprüler Müfettişi M. Pigeaud hazırlamış ve 1.585.665 liraya ihale edilmiştir. Vali Muhittin Üstündağ zamanında köprünün yapımına başlanmış, 29 Ağustos 1936’da temeli atılmıştır. Temel atma merasiminde eski Türk altınları ile yeni Türk paraları serpilmiştir. Köprü Cumhuriyetin kuruluşunun 16. yıldönümünde 29 Ekim 1939 ‘da zamanın İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Dr. Lütfü Kırdar tarafından törenle açılmıştır.
TBMM’nin daha önceden almış olduğu karar ile köprünün isminin “Gazi Mustafa Kemal Paşa Köprüsü” olması kararlaştırılmıştır. Günümüzde Atatürk Köprüsü ismi ile tanına köprü, çelik konstrüksiyonlu olup, 24 adet çelik duba ile taşınmaktadır. Bu dubaların her biri 600 ton yük taşıyabilecek kapasitededir. Uzunluğu da 453 m, genişliği 25 m.dir. Gemilerin giriş ve çıkış gözleri 17.75 m.dir. Köprü 1939 fiyatlarına göre 2.300.000 liraya mal olmuştur.
Köprü zaman zaman onarılmış, l950’li yıllarda ahşap parkeli yolu asfaltlanmıştır.
Boğaziçi Köprüsü
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068714.jpg
İstanbul Boğazında, Asya ile Avrupa’yı birleştiren Boğaziçi Köprüsü, Beylerbeyi ile Ortaköy arasındadır.
Boğaziçi Köprüsü’nün yapımı için Freeman,Fox and Partners isimli İngiliz firması ile 1968 yılında anlaşma yapıldı. Yapımı gerçekleştirecek firmayı seçmek için açılan ihaleyi “Hochtief AG” isimli Alman firması ile “Cleveland Bridge and Engineering Company” isimli İngiliz firmalarının oluşturduğu konsorsiyum kazanmıştır.
Boğaziçi Köprüsü, Boğazın iki yakasında birer taşıma kuleleri ve bunların arasında gerilmiş iki ana kabloya askı kabloları ile asılmış olarak tabliye (araçların geçtiği köprü zemini) yerleştirilmiştir. Kulelerin kutu kesitli iki düşey ayağı vardır ve bunlar üç noktada kutu kesitli üç yatay kiriş ile birbirlerine bağlanmıştır. Oldukça yumuşak, yüksek dirençli çelikten yapılmış olan köprü kuleleri 165 m. yüksekliğindedir. Köprünün orta noktası ile deniz arası 64 m. yüksekliğindedir. Kulelerin içerisinde yolcu ve servis asansörleri bulunmaktadır. Köprünün iki yanında 2.70 m. eninde konsollar bulunmaktadır. Köprü üçü gidiş, üçü de geliş olmak üzere altı şeritlidir. Köprünün uzunluğu 1.560 m, iki kule arası da 1.074 m.dir.
Köprünün yapımına 1970’te başlanmış, Cumhuriyetin 50.yılında 29 Ekim 1973’de açılmıştır. Köprünün maliyeti 21.774.283.49 $ dır.
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068712.jpg
İstanbul Boğazı’nda Asya ile Avrupa’yı birleştiren ikinci köprü olan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü Kavacık ile Rumelihisarı, Hisarüstü arasındadır.
Köprünün yapımına l985 yılında başlanmış, 1 Temmuz 1988’de açılmıştır. Köprünün projesini “İngiliz Freeman Fox and Partners” firması hazırlamıştır. Yapımını da Ishikawajima Harima Heavy Industries Co.Ltd” , “MitsubishiHeavy Industries Ltd” ve “Nippon Kokan K.K “ isimli Japon şirketleri ortaklaşa yapmıştır. Köprünün maliyeti 125.000.000 $ dır.
Köprü her iki kıyı arasında birer taşıma kuleleri ile bunların arasına gerilmiş iki ana kabloya askı kabloları ile asılmış tabliyeden (araçların geçtiği zemin) meydana gelmiştir.Taşıyıcı kuleler zeminde 4.00x4.00, en üst noktada 3.00x4.00 ölçülerinde kutu kesitli iki düşey ayaktan meydana gelmiştir. Bunlar iki düşey ayakla birbirlerine bağlanmışlardır. Kuleler dirençleri yüksek olan berkitmeli çelik panellerin bulonları ile birbirleri ile birleştirilmiştir. Kuleler içerisine servis asansörleri konulmuştur. Kuleler 102.10 m. yüksekliğindedir. Tabliyeler 39.40 m. genişliğinde 62 kutu kesitlidir. Tabliyelerin taşıyıcı kabloları diğer köprüde olduğu gibi eğik değil, dikey düzenlenmiştir. Tabliyelerin üzerinde dördü gidiş, dördü de geliş olmak üzere sekiz yol bulunmaktadır. Ayrıca yandaki konsollar üzerinde de yaya yolları yapılmıştır.
Köprü 1.510 m. uzunluğunda, iki kule arası da 1.090 m.dir. Taşıyıcı teller yüksek dirençli galvanizli çelik tellerdir. Taşıyıcı ana kabloların çapları 77 cm, kenar açıklıkları da 80 cm.dir.
Gotlar Sütunu (Eminönü)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068776.jpg
Sarayburnun’da, Gülhane Parkı’nın içerisinde bulunan Gotlar Sütunu’nun ne zaman ve kimin adına dikildiği kesinlik kazanamamıştır. Bizans tarihçilerinden Nikeforos Giegoras, kentin kurucusu Byzans’ın heykelinden söz etmişse de kaidesindeki Latince yazı, onların yazdıkları ile çelişkilidir. Bu yazıtta “mağlup olan Gotlardan dolayı bu sütun dikildi.” Sözleri bulunmaktadır. Prof. Dr. Semavi Eyice, yazıtın Latince olduğunu belirttikten sonra, sütunun Romalı bir imparatorun Gotlara karşı kazandığı zaferin ardından dikildiği düşüncesindedir. Sonraki yıllarda anıtın üzerine Byzans’ın heykelinin konulmuş olabileceği gibi, zamanla gerçek kimliği unutulmuş bir heykelin halk arasında Byzans sanılması da olasıdır .
Got Kıran unvanı almış Roma İmparatoru II. Claudius’un (268 - 270) Gotlara karşı Sırbistan’ın Niş Şehri yakınında kazandığı zafer anısına dikildiği de düşünülmelidir; ancak II. Claudies’ İstanbul’a hiç gelmemiş, kent ile de hiçbir bağlantısı olmamıştır.
Bu bakımdan sütunun O’nun adına dikildiği düşünülmemelidir. Prof.Dr. Semavi Eyice, bu sütunun Gotlara karşı savaşan I. Theodosius’a (379 - 395) ait ve yazıttaki harf şekillerinin I. Constantinus (324 - 337) dönemi ile bağlantılı olabileceğini sözlerine eklemektedir.
IV. yüzyılda yapıldığı sanılan sütun üç basamaklı bir kaide üzerinde yekpare gövdelidir. Korint üslubunda bir başlıkla sonuçlanan sütun 15 m. yüksekliğindedir. Ayrıca başlığın
üzerinde bir kartala ait izler de görülmektedir. Kaidenin üzerinde bazı kabartmalar olduğu ve taşçı kalemi ile kazındığı izlerden anlaşılmaktadır.
Hipodrom Dikilitaşı (Theodosius Dikilitaşı) (Eminönü)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068779.jpg
İstanbul’un en eski dikilitaşı Hippodrom’daki spinanın üzerindedir. Yekpare mermerden olan bu anıt M.Ö. 1500 yıllarında III. Tutmosis adına aşağı Mısır’da Hiyeropolis’deki bir mabedin önüne dikilmişti. Bu anıtı I. Constantinus’un (337-361) İskenderiyelilere yazdığı mektupla bu taşın İstanbul’a gönderilmesini istemiştir.
“Gemileriniz Karadeniz’e çıkarken sizleri cömertçe karşılayan ve beslenmesine yardımcı olduğunuz bu şehrin güzelleşmesine katkınız olması için bu yekpare taşı yollamanız yerinde olur”
Obeliskin İskenderiye’den ne zaman getirildiği kesin olmamakla beraber, büyük olasılıkla 390 yılı üzerinde durulabilir. İmparator Iulianus’un ölümünden sonra, uzun süre yerde kalmış ve kenti yeni baştan imar eden I. Theodosius zamanında (379-395) İstanbul’a getirilerek Portus Novus (Kadırga Limanı) veya Vlanga (Langa) limanlarından birisine bırakılmıştır. Bizanslı ustalar limandan Hippodroma kadar bir yol hazırladılar ve üç günlük bir çalışma ile obelisk getirildi, 32 günde bugünkü yerine dikildi. İmparator I. Theodosius’un (379-395) hazırlattığı 2.75 x 2.20 m. ölçüsünde, dört yüzünde de kabartmalar olan kaide üzerindeki dört bronz ayak üzerine obelisk oturtulmuştur. Bugün 19.59 m. yüksekliğinde olan taşın eski halinden daha uzun olduğu sanılmaktadır. Obeliskin alt kısmı düzeltilirken hiyorogliflerden biri tam ortasından kesilmiştir. Günümüze gelemeyen bu parçanın taşıma sırasında veya yerine dikilirken kırıldığı düşünülebilir. Ayrıca tepesindeki çam kozalağı şeklindeki tepeliği 869 depreminde düşmüştür.
Eski Mısır’ın milli kahramanı olarak nitelenen, 18. sülale firavunlarından III. Tutmosis kazandığı zaferlerin bir bölümünü obeliske şiirsel bir dille kazıtarak ölümsüz olmayı istemiştir.
Kuzey cephe: ”Gizli ve mukaddes ismin her tecellisini her feyzini mazhar olan Amor mabuduna nezrini büyük bir aciz içinde sunarak ve ondan yardımlar dilenerek güneyin dostu, dinin nuru, iki kutrun sahibi kudretli, melik memleketinin hududunu Mezopotamya’ya kadar götürmeyi azmetti.”
Güney-Batı cephe: ”Güneşin doğduğu sırada malik olduğu altın renkleri aleme yayan Horis’in verdiği kuvveti, serveti, şiddetli, mehabeti taşıyan yukarı ve aşağı Mısır hükümetlerinin tacına sahip olan ve bizzat güneş tarafından seçilmiş bulunan Melik bu eseri babası Ra için yaptırdı.”
Güney cephe: ”Mabud Horis’in lütfuna mazhar olan ve güneşin oğlu lakabını taşıyan aşağı ve yukarı Mısır’ın hükümdarı bulunan Melik kudret ve adaletle bütün ufuklara nur saçtı. Ordusunun önüne geçti. Akdeniz’de dolaştı, bütün dünyayı mağlup etti. Hudut memleketi Naharin’e kadar tevsi etti. Mezopotamya’ya azimle gitti, büyük savaşlar yaptı.”
Kuzey-Batı cephe: “XVIII. sülaleden III. Tutmasis Amon mabuduna nezrini takdim ettikten sonra Horis’in yardımı ile bütün denizleri, nehirleri hükmü altına alarak saltanatının 30. yılı bayramında bu sütunu daha nice zamanlara ve bayramlara vasıl olması için yaptırıp diktirdi”.
Obeliskin mermer kaidesinin iki yüzünde, o dönemde Roma imparatorluğunun doğu eyaletlerinde adet olduğu gibi Grekçe ve Latince kitabeler yazılmıştır. Grekçe kitabede konuşan üçüncü bir kişi olup “Devamlı bir suretle yerde duran bu taşı dikme cesaretini imparator Theodosius gösterdi ve yardımına da Proclus çağırıldı ve bu şekilde otuz iki günde yerine dikildi.” denilmektedir. Latince kitabe ise diğerinden biraz farklı olarak obeliskin kendisi konuşmaktadır: “Önceleri direnmiştim; fakat yüce efendimizin emirlerine itaat ederek, yenilen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam gerekti, her şey Theodosius ve onun kesintisiz sülalesine boyun eğiyor, bana da galip geldiler ve reis Proclus’un idaresi altında, otuz günde yükselmeye mecbur oldum.”
Obeliskin kuzeybatı cephesindeki kabartmalar
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068782.jpg
Kuzeybatı cephe: İmprator Theodosius’un, eşi ve oğullarıyla birlikte elçileri kabulünü gösteren sahne bir parmaklıkla ikiye bölünmüştür. Üst kısımda bir kemer içerisinde imparator ailesi uzun kollu giysiler içerisinde olup üzerlerindeki pelerinler sağ omuzlarından tutturulmuştur. Buradaki figürlerin saç kesimleri birbirinin benzeri olup düz kesilmiş ve kulakları açıkta bırakacak şekilde başı çevrelemiştir. Kemerin sağında iki figür ile dört asker görülmektedir, sol tarafta da yine iki figür ile arkasında üç asker bulunmaktadır.
Alt kısımda ise simetrik görünümde elçiler diz çökerek imparatora hediyelerini sunmaktadır. Bunlardan soldan üçü uzun kollu kürk mantolar içerisinde olup uzun pantolonları ve uzun kollu elbiseler içerisindedir. Sol yandan da yine hediyeler sunan üç Asyalı ile uzun saçlı iki figür görülmektedir. Bu kişilerin hangi toplumdan oldukları konusunda Bizans sanat tarihçileri tam bir yargıya varamamışlardır. Ayrıca imparatora hediye mi yoksa vergi mi verdikleri de aydınlığa kavuşamamıştır.
Kuzeydoğu cephesi: Hippodromdaki imparator locası olan katizma burada gösterilmiştir. Locanın ortasında İmparator Arkadios ile eşi Theodosya Gaynas, bazı figürler ve askerler görülmektedir. Ayrıca saray halkının buradan hippodromdaki oyunları izledikleri sanılmaktadır. Bu kompozisyonunun altında ise obeliskin dikilişi tasvir edilmiştir.
Güneybatı cephesi: İmparator I. Theodosius yanında II. Valentianus, Arkadios ve Honorios ile birlikte (Hippodromda) araba yarışlarını izlemektedir. Buradaki kompozisyon yine bir korkuluk ile ikiye ayrılmıştır. İmparator locasının kendisine özgü baklava motifli parmaklıkları, yuvarlak kemeri ilk bakışta dikkati çekmektedir. Ayrıca özel Bizans saray giysileri içerisinde figürler ve askerler kompozisyonu tamamlamaktadır. Kaidenin diğer bölümünde araba yarışlarına yer verilmiştir.Yarışların yapıldığı alan, spina, üzerindeki dikilitaşlar, arabaların önünde kısa pelerinli, sağ elinde kırbaç, sol elinde bir çelenk tutan bir kişi koşmaktadır. Diğer bir figür de yarışın başlama işaretini vermek üzeredir. Ayrıca bir kenarda da yarışı kazananlara zafer çelengi veren, ellerinde palmiye dalları tutanlar görülmektedir.
Güneydoğu cephesi: Bu bölümde diğerlerinde yer alan imparator locası yerine saraydan bir mekana yer verilmiştir. İmparatorun bulunduğu kısım korkuluk levhası ile üçe bölünmüştür. İmparator I. Theodosius elindeki çelenk ile kazananlara mükafatlarını vermektedir. Kompozisyonun boş kalan yerleri askerler ve gruplar halindeki saray halkı ile doldurulmuştur. Bunun altındaki bölümün ana noktası dans sahneleridir. Seyirciler, çalgıcılar ve dansözler gruplar halinde sıralanmışlardır.
Osmanlı döneminde, Sultanahmet Camisi’nin yapımından sonra Hippodromun zemini yükseltilmiş ve spinadaki dikili taşların alt kısımları toprağa gömülmüştür. İngiliz araştırmacı C. T. Newton burasını temizlemiş, ardından da sütunlar demir parmaklıklarla koruma altına alınmıştır. Bu arada Ceride-i Havadis gazetesi bu eserlerin değerli olduklarını, koruma altına alınmalarının önemini halka duyurmuştur.
Türkiye’deki ilk müzecilik hareketi olarak nitelenen bu çalışmalardan sonra eski eserlere olan ilgi gün geçtikçe önem kazanmıştır.
Burmalı Sütun (Yılanlı Sütun) (Eminönü)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068783.jpg
I.Constantinus (324-227) imparatorluğun çeşitli yerlerinden ve diğer ülkelerdeki bazı anıtları sökerek İstanbul’a getirmiştir. Bunlardan biri olan Burmalı sütun (Yılanlı sütun) Hippodromun spinası üzerinde günümüze ulaşmıştır.
Yunanistan’daki küçük krallıklar, memleketlerini istila eden Perslere karşı birleşerek Salamis (M.Ö. 480) ve Platea‘da (M:Ö: 479) kazandıkları zaferlerden sonra ellerine geçirdikleri savaş ganimetleri eriterek bir zafer anıtı yapmış ve bunu Delphi’deki Apollon mabedi önüne dikmişlerdir. Bu anıtta birbirine sarılmış üç büyük yılan başları üzerinde altından bir kazanı taşıyordu. Birbirlerine sarılmış, 8 metre yüksekliğinde, 29 boğumlu, içi boş anıtta yılanların başları 36-32 kıvrımdan sonra birbirlerinden ayrılarak üç ayrı yöne bakıyorlardı.Gövdeleri üzerine de savaşa katılan Yunan krallıklarının isimleri yazılı olup bugün bunlar yılanların kıvrımları üzerinde okunabilmektedir. Platea savaşı kahramanı Sparta Kralı Pausanias önce buraya kendisinden söz ettiren bir kitabe yazdırmışsa da karşılaştığı tepki üzerine bunu sildirerek yerine krallıkların ismini yazdırmak zorunda kalmıştır.
İmparator I. Constantinos tarafından bu anıt İstanbul’a taşınırken üzerindeki üç ayaklı tütsü kazanı kaybolmuştur. Günümüze yalnızca 5.30 m’lik kısmı ulaşan anıt, 6.50 m. çapında 3 m. derinliğinde, yanları duvarla örülmüş bir çukurun içerisindedir.
Evliya Çelebi, bu anıtın İstanbul’u yılan, çıyan ve akreplerden koruma gibi bir özelliği olduğunu yazmıştır. Söylentiye göre bir yeniçeri bu yılanlardan birisinin başını koparmış ve o günden sonra da İstanbul’da bu tür hayvanlar çoğalmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın nakkaşbaşısı Osman’ın Hünername (1550-1590) isimli eserindeki minyatürlerde XVI. yüzyılda yılan başlarının ok hedefi olduğu da görülmektedir.
Ayasofya’nın onarımını yapan G. Fossati, toprak hafriyatı sırasında bu yılanlardan birisine ait üst çene parçası bulunmuş olup günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndedir.
Constantininus Porphyrogenes Sütunu (Örme Sütun) (Eminönü)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068784.jpg
Constantinus Porphyrogenes sütunu (Örme Sütun), her ne kadar bir imparatorun ismini taşıyorsa da kimin tarafından yaptırıldığı açıklık kazanamamıştır. Hippodromun ortasındaki spina üzerinde yer alan 32 m. yüksekliğindeki bu sütun değişik ölçülerdeki taşların yontulmasıyla yapılmıştır. VII. Constantinus (911-959) bu sütunu tamir ettirmiş, üzerine de babası I. Basileios’un (867-886) savaştaki başarılarını tasvir eden kabartmalarla kaplamıştır. Mermer kaidesinin bir yüzünde “VII. Constantinus Rodos şehrindeki dev abideyle rekabet edecek bir harika yaratmak istedi.” yazılıdır. Mermer kaidenin diğer yüzünde de altı mısralık bir başka Grekçe kitabe daha bulunmaktadır:
“Bu dört köşeli heybetli ve harika anıt, zamanla harap olmuşken, şimdi imparator Constantinus ile devletin şanı olan oğlu Romanos tarafından önceki görüntüsüne nispetle daha iyi duruma getirildi. Rodos Kolosu harikulade idi, bu bronz anıt ise hayranlık yaratmaktadır.”
Günümüzde kesme taştan kütlevi bir görünümü olan dikilitaşın üzerindeki kabartmaların İstanbul’a Latinlerin yapmış olduğu istila sırasında söküldüğü, para basmak amacıyla eritildiği ileri sürülmüştür. Aşağıdan yukarıya doğru daralan, bir zamanlar üzerindeki tunç küreyi taşıyan taşın üzerinde çivi ve kenet izleri açıkça görülmektedir.Taşlar üzerinde burada yapılan müsabakaları izleyenleri güneşten koruyan tente ve çadırların makara ipleri de dikkati çekmektedir.
Anıtın üzerindeki yazıtlardan, dikilitaşın M.Ö. IV-V. Yüzyıllara tarihlendiği, zamanla harap olduğu ve imparator Constantinus ve sonra babasının yerine imparator olan II. Romanos (959-963) tarafından onarıldığı anlaşılmaktadır.
Prof. Dr. Semavi Eyice, dikilitaş ile ilgili farklı bir görüşü dile getirmiştir:
“Örme sütunun yüzeyine çakıldıkları anlaşılan kabartmalı tunç levhaların bu onarım sırasında konulduğu tahmin edilir. Gerçek kaynağa dayanmayan bir söylentiye göre bu levhalar VII. Contantinus’un dedesi Makedonyalılar sülalesi kurucusu I. Basileios’un (867-886) başarılı iş ve savaşlarını tasvir eden kabartmalar vardı. Yüzeyleri kabartmalı olsun veya olmasın altın kaplamalı bu levhalar, bilinmeyen bir dönemde sökülmüştür. Yine bir söylenti levhaların şehrin IV. Haçlı seferlerini düzenleyen batılı şövalyeler tarafından 1204-1261 arasındaki işgalleri sırasında söküldüklerini iddia eder; ancak hiç bir kaynak bu iddiayı kanıtlamaz”.
Osmanlı döneminde Pierre Gilles örme sütunun detaylı bir tasvirini yapmıştır. Ayrıca Beyan-ı Menazil-i Sefer-i İrakeyn-i Sultan Süleyman, Hünername ve Surname isimli minyatürlü yazmalarda da bu sütun görülmektedir.
Sultanahmet Camisi’nin yapımından sonra yükselen toprak sevi yerinden ötürü bu dikilitaşın üç basamaklı, mermer kaidesi toprak altında kalmış ve 1856’da Charles Newton tarafından çevresi kazılarak parmaklıkla çevrilmiştir. Bu arada da düşen taşların yerleri yenileri ile doldurulmuştur.
Constantinus Sütunu (Çemberlitaş) (Eminönü)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068787.jpg
İmparator Contantinus, kenti yeni baştan kurarken yaptırmış olduğu Constantinus Forumu’nun ortasına ismini taşıyan bir dikilitaş koydurmuştur. Bu meydanı 328’de yaptırırken orada bulunan daha önceki dönemlere ait nekropolü toprakla doldurmuş ve zemini 15 m. yükseltmiştir.
İstanbul’un 1919-1923 Yıllarındaki işgali sırasında burada kaçak bir kazı yapılmıştır. Bunun ardından C.Vett ile E.Mamboury tarafından yapılan araştırmada forumun döşemesi ile onun 5 m. altında nekropolle karşılaşılmıştır.
Dikilitaşın gövdesini oluşturan porfirden yontulmuş, silindirik, vişne çürüğü rengindeki taşlar Roma’dan getirilmiştir. Sütun parçalarının uçları kabartma çelenkler biçiminde işlenmiş ve ek yerleri gizlenmiştir. Yüksekliğinin 50 m.yi bulduğu iddia edilmişse de bugün 35x37 m. arasında olup dört basamaklı bir kaide üzerine oturtulmuştur. Bu sütunun Romalılar tarafından Frygia’dan getirilerek Roma’daki Apollon Mabedi önünde olduğu ve üzerinde de güneşi selamlar konumda Apollon’un heykelinin bulunduğu kaynaklarda yer almıştır. İmparator Constantinus, taşın üzerine Güneş tanrısı Helios’u anımsatan kendi heykelini koydurmuş, başının etrafına da yedi sembolik çivi yerleştirmiştir. Heykelin sol elinde üzerinde haç bulunan altın bir küre, sağ elinde de bir mızrak tutuyordu. Heykelin Hıristiyanlığı vurgulaması için daha geç devirlerde üzerine bir kitabe konulmuştur:
“İsa, sen ki, dünyanın yaratıcısı ve sahibisin, senin olan bu şehre onunla birlikte Roma’nın asasını ve gücünü de sundum. Onu bütün saldırılardan koru ve tehlikelerden kurtar.”
Bizans tarihçilerinden Kedrenos, bu heykelin Fidyas’ın Apollon heykeline benzediğini ileri sürmektedir. Th. Reinach ile R. Janin, Hz. İsa’nın heykelinde imparatorun halka hitap ettiği görüşündedir.
İstanbul’u sarsan deprem ve yangınlardan bu dikilitaş büyük ölçüde etkilenmiştir. Örneğin 418’de alttaki parçalardan biri yerinden düşmüş ve yıkılmasını önlemek amacıyla demir çemberler içerisine alınmıştır. Ardından peş peşe gelen yangınlar taşları yakmış, heykelin elindeki mızrak 542 depreminde, diğer parçaları ile kürre 869 depreminde düşmüştür. III. Nikeforos Botaniates döneminde (1078-1081) yıldırım düşmüş, I. Aleksios döneminde de (1081-1118) şiddetli bir fırtına heykel ile birlikte dikilitaşın üst bölümlerini devirmiş ve pek çok kişinin ölümüne neden olmuştur. İmparator I. Manuel Komnenos (1143-1180) anıtı yeniden tamir ettirmiş ve üzerine de korint üslubunda bir başlık ile tunçtan bir haç koydurmuştur. Üzerine de “Zamanın sakatladığı bu kutsal eseri, dindar İmparator Manuel ihya etti.” Kitabesini dikilitaşın çevresine çepeçevre yazdırmıştır. Bizans’ın son dönemlerinde “Haçlı Anıt” olarak tanınan bu anıt ile ilgili olarak Semavi Eyice bir de Bizans inanışından söz etmektedir:
“Halkın inanışına göre, Türkler şehre girdiklerinde gökten bir melek inecek, anıtın dibindeki aciz bir adama bir kılıç vererek ona, bu kılıcı al ve Kurtarıcı’nın halkının intikamını al diyecek. Bizanslılarda bunun üzerine Türkleri yalnız İstanbul önünden değil, tüm Anadolu’dan ta İran içlerine kadar püskürteceklerdi. Bu hurafe halkı o derece inandırmıştı ki, Haçlı Anıt’ın ötesine geçtiklerinde her tehlikeyi atlatmış olduklarını sanıyorlardı.”.
Osmanlı döneminde yangın ve depremlerden yine zarar görmüş ve çevresindeki demir çemberler yenilenmiştir. Ayrıca sütunun kaidesi kesme taşlarla örülerek, yüksekliği 11.m.yi bulan bir kılıf içerisine alınmıştır. Sultan II. Mustafa (1695-1703) yeni bir yangın geçiren taşı tamir ettirmişse de taşın kararmasından ötürü de halkın söylediği “Yanık Taş” tabiri kaynaklara geçmiştir. Bu nedenle günümüzde taş kaide üzerinde, silindirik porfir parçalarından yalnızca 6’sı ile korint başlığının bir parçası görülebilmektedir. Yakın tarihlerde kaide içerisinde kutsal eşyaların saklandığı küçük bir odadan söz edilmiş ve Hz.İsa’nın çarmıhının bir parçasının burada olduğu iddia edilmiştir.
Marcianus Anıtı (Kıztaşı) (Fatih)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00068788.jpg
Bizans devri İstanbul’unda dördüncü tepenin batısında, onuncu mıntıkada bulunan Marcianus Anıtı Fatih’te Kıztaşı olarak isimlendirilen küçük bir meydanın ortasında günümüze ulaşabilmiştir. İstanbul’un fethinden sonra kurulan ilk Osmanlı mahalleleri arasında “Kıztaşı Mahallesi” olarak ismi geçmiştir. Uzun süre Saraçhanebaşı’nda Yeniçeri odalarında bir evin bahçesinde kalan bu anıt bütün çevreyi yakan Çırçır yangınından (23 Ağustos 1908) sonra yeniden yapılan düzenleme sonunda ortaya çıkarılmıştır.
Bizans kaynaklarının yeterince değinmediği bu anıtı şehir valisi Tatianus Decius, İmparator Marcianus (450-457) onuruna 450-452 yıllarında diktirmiştir. Anıtın kitabesinde yalnızca Tatianus’un ismi bulunuyorsa da tarihi belirtilmemiştir. Ancak Sanat Tarihçisi J. Kollwitz 452 tarihi üzerinde durmuştur.
Marcianus Anıtı’nın kaidesinde Nike heykelinin bulunuşundan ötürü halk arasında Kıztaşı olarak tanınmıştır. Ancak Bizans devrinde Beşinci Tepe’ye dikilen ve Süleymaniye Camisi’nin yapımında yıkılan, bir başka anıta da bu isim verilmiştir.
Marcianus Anıtı üç kademeli Aphrodite’nin heykelinin bulunduğu bir platformdaki mermer kaidenin üzerindedir. Bugün kaidenin altındaki kademeler toprak altında kalmıştır. Korint mermerinden, 2,35 m. yüksekliğindeki kaide mermer kabartmalarla süslenmiştir. Üç cephede de birbirinin eşi olan kabartmalarda defne yapraklarından oluşmuş bir çelenk içerisinde Hz. İsa’nın monogramı olan “I” ve “X” harfleri bulunmaktadır. Kaidenin kuzey cephesinde de simetrik konumda iki Nike figürü yuvarlak bir madalyonu taşımaktadır. Bugün yalnızca harflerinin yuvaları kalmış Latince bir kitabede sütunun Marcianus için Tatianus Decius tarafından dikildiği belirtilmiştir. Sütun 8.75 m. yüksekliğinde olup Roma-Korint üslubunda bir başlıkla sonuçlanırsa da, bu kısım 1894 depreminde hasara uğramıştır. Marcianus’un heykelinin ne zaman yıkıldığı bilinmemektedir. Salzanberg ve Kondakoff gibi sanat tarihçiler korint başlığının üzerinde gördükleri bir heykel kaidesine değinmişlerdir. Prof. Dr. Semavi Eyice, İtalya kıyılarında bulunan Barletta heykelinin buraya ait olacağına işaret etmektedir. Ayrıca R. Delbrueck’de bu heykelin İmparator Marcianus’a ait olduğunu ileri sürmektedir. Üslup ve teknik olarak V. yüzyıla tarihlenen 5 m. yüksekliğindeki bu heykel Bari’de St. Scpolone’dedir.
Arcadius Sütunu (Fatih)
Bizans’ın 12. bölgesi olarak nitelenen 7. tepenin üzerindeki Arkadius forumunun ortasındadır. Günümüzde Cerrahpaşa’da Haseki Kadın Sokağı’nda bir evin bahçesinde yalnızca kaidesi bulunmaktadır.
Anıtın bulunduğu alana kuru toprağından ötürü Bizanslılar Xerophos ismini yakıştırmışlardır. Arcadius forumu kısa bir süre sonra “Forum Teodosiacum” ismini almışsa da sonra yeniden eski ismine dönülmüştür.
Tarihçi Teofanes başta olmak üzere Bizanslı tarihçiler İmparator Arcadius’un (395-408) Barbarlara karşı kazandığı zaferleri ebedileştirmek için bu anıtın yapıldığını belirtmişlerdir. Arcadius zamanında sütunun yapımına başlanmış ve oğlu II. Theodosius (408-450) tarafından tamamlatılmıştır. Sütunun üzerine Arcadius’un heykeli konulmuş ve Temmuz 421’de açılışı yapılmıştır.
Arcadius sütunu dört köşe bir kaide üzerinde 35 m. yüksekliğindedir. Ayrıca altında 9 m. yüksekliğinde, kayalardan oyulmuş kare şeklinde bir mekan bulunmaktadır. P. G. İnciciyan, sütun içerisinde 223 basamaklı taş bir merdiven olduğunu, üzerinde de bir balkon ile imparator heykelinin yer aldığını söylemektedir.
Arcadius sütunun gövdesi benzeri Roma anıtlarında olduğu gibi boş yer bırakılmamacasına kabartmalarla süslenmiştir. Bu bezemeler kaide de yatay, gövdede ise spiral olarak yapılmıştır. Burada Arcadius’un Gotlara karşı kazandığı zaferler dile getirilmişse de günümüze bunlarla ilgili hiç bir kalıntı gelememiştir.Bu sütunla ilgili bütün bildiklerimiz yalnızca eski resim ve bu kabartmalarda uçar durumda elindeki çelenk ile zafer tanrıçası Nike, yenik durumda Barbarlar ve ele geçen ganimetler en ince ayrıntısına kadar anlatılmaya çalışılmıştır. Ayrıca askerlerin kalkanları üzerine de Hz. İsa’nın monogramları ile haç motifleri işlenmiştir. Kaide ile gövdenin birleştiği yerde de çelenk ve dal motifleri bulunmaktaydı.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde bulunan ve 1874’de Davutpaşa İskelesi civarında denizden çıkarılan, üzerinde savaş sahneleri olan kabartmaların Arcadius sütununa ait olduğu iddia edilmiştir. Oldukça aşınmış olan bu kabartmalar üzerinde üç asker ile bu atın sağrısı ve arka ayakları görülmektedir. Başlarında miğferleri olan kısa tunikli askerler kılıç ve kalkanları ile önlerindeki bir hedefe doğru yürümektedirler. G. Mendel’in sözünü ettiği böyle bir sahne Geoffroy’in çizdiği sütunun yedinci şeridine uymaktadır. Ne var ki sütunun bulunduğu alanda bu sütunun evler arasında kalışından ötürü herhangi bir kazı yapılamadığından kesin bir yargıya varmak çok güçtür.
Arcadius sütunu Iustinianus (527-563) zamanındaki depremde bazı parçaları kopmuş, 549 yılındaki şiddetli fırtınadan etkilenmiştir. Üzerindeki heykel de 740 depreminde devrilmiştir. Sultan III. Ahmet (1703-1730) zamanına kadar ayakta kalan sütun, deprem ve yangın gibi felaketlerde çevresine tehlikeli olacağından ötürü yıktırılmıştır. Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Veliyüddin Efendi kütüphanesinde bir derginin köşesinde “iptidai hedmi dikilitaş” der. Kurbi Cerrahpaşa fi 10 şavval 1123 (1711) kenar yazısına rastlamıştır. Bu kenar yazısı sütunun XVIII. yüzyıl başlarına kadar ayakta durduğunu belgelemektedir. Onun yanı sıra 1711’de memleketine dönen Aubry de Lan Motraye, bir kazaya meydan vermemesi için kendisi İstanbul’dan ayrıldıktan sonra, yıktırıldığını yazmıştır.
Bizanslılar bu sütunun üzerindeki kabartmalarda bazı gizli kuvvetler olduğuna inanmışlardı. Evliya Çelebi de bu sütunu bazı inanışlarla bağdaştırmıştır. Osmanlılar zamanında İstanbul’un çeşitli yörelerinin havasını araştırmak için yüksek yerlere koyun ciğerleri asılır, en geç bozulan yerin daha sağlıklı olduğuna karar verirlermiş. Nitekim bu sütuna asılan ciğer diğer yerdekilere göre çok daha geç bozulurmuş. Gerçekten de Cerrahpaşa Hastanesi ve özellikle hastanenin Göğüs Hastalıkları Pavyonu bu taşın hemen yanı başında kurulmuştur.
İstanbul’da Günümüze Ulaşamayan Dikilitaşlar
Bizanslılar kazandıkları zaferleri veya imparatorlarının isimlerini kendilerinden sonraki nesillere tanıtmak amacıyla yaptıkları anıtlardan bazıları da günümüze ulaşamamıştır. Bunlardan bazılarının isimlerini ve yerlerini kaynaklardan veya eski çizimlerden öğrenebiliyoruz.
Veronalı Onophrinus, Hippodromda günümüze ulaşanların dışında spina üzerinde yedi sütunu daha çizmiştir. İmparator I. Iustinianus’un (527-565) heykelini taşıyan bir sütun da Augusteon Forumu’nun ortasında bulunuyordu. Bazı kaynaklar bu sütunun XVII. Yüzyılın ortalarına kadar ayakta kaldığını belirtmişlerdir. Ayrıca I. Constantinus’un annesi Augusto Helena’nın heykeli, ismini ebedileştirmek için Dafne Sarayı yakınında bulunuyordu. Augusteon Forumu’nda bulunan ve günümüze ulaşamayan bir başka dikilitaş ta Ayasofya’nın batısındaki senato binasının karşısına İmparator I. Leon (457-474) anısına dikilmiştir. Vali Marcillus, İmparator Arcadius’un karısı Aelia Eudoxia anısına senatonun önüne porfir bir sütun üzerine gümüşten bir heykelini yaptırmıştır. Eudoxia heykeli VI. Yüzyıla kadar yerinde kalmış, İmparator Iustinianus zamanında yerine İmparatoriçe Theodora’nın heykeli konulmuştur. Gümüş Eudoxia anıtının kaidesi 1848’de rastlantı sonucu bulunmuş olup bugün Ayasofya Müzesi’nin avlusunda bulunmaktadır. Üzerindeki dört satırlık manzum kitabede “Burada hükümdarın hukuk işlerini görüştüğü yerdeki bu porfir sütuna ve gümüşten imparatoriçeye bak...Adının ne olduğunu öğrenmek ister misin? Eudoxia’dır. Bunu diktiren kimdir? Büyük konsüller soyundan mükemmel şehir Profokhos’u Simplikos.” yazılıdır. Kaidenin diğer yönündeki Latince yazıtta ise “Şehir Profokhos’u Clarissimus Simplicius’dan Hükümdar Aelia Eudoxia” sözleri okunmaktadır.