-
Kelalenin Mirası Babı
5- (1616) Bize Amr b. Muhammed b. Bükeyr En-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Muhammed b. Münkedir'den naklen rivayette bulundu. O da Câbir b. Abdillâh'ı şunları söylerken işitmiş: Hastalandım da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setîem) Ebû Bekir'le birlik-te yaya olarak beni dolaşmaya geldiler. Derken bayıldım. Bunun üzerine abdest aldı; sonra abdest suyundan üzerime döktü; ben de ayılarak: Yâ Resûlâllah, malım hususunda nasıl hüküm vereyim? dedim» fakat lana bir cevap vermedi. Nihayet mîrâs âyeti (olan) :
(Senden fetva istiyorlar. .De ki: Kftşk» hakkında size Allah feîvâ ve*riyor.) nazm-ı celîli indi.
6- (...) Bana Muhammed b. Hatim b. Meymun rivayet etti. (Dedi ki) * Bize Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cü-reyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Münkedir, Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. Câbir söyle demiş:
Ben! Seleme (kabilesin) de (rahatsız bulunduğumda) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir'le birlikte yaya olarak beni dolaş*maya geldiler. Beni aklımı kaybetmiş halde buldu. Bunun Üzerine sn isteyerek abdest aldı. Sonra o sudan üzerime serpti. Ben de ayi İdim ve: Malım hususunda ne yapayım yâ Resûlâllah? dedim. Bunun üzerine:
«Allah size çocuklarınız hakkında erkeğe iki kadın hissesi tavsiye ediyor.» âyet-i kerîmesi indi.
7- (...) Bize Ubeydullah b, Ömer El-Kavârîri rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahman yâni İbni Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. (Dedi ki) : Muhammed b. Münkedir'i şunları söy*lerken işittim : Ben Câbir b. Abdillâh'ı şöyle derken işittim :
Ben basta iken Resûlüllah (Sallollahü A leyhi ve Selle m) beni dolaşmaya geldi. Beraberinde Ebû Bekir vardı; ikisi de yürüyerek geldiler. Beni baygın halde tuldü. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldı. Sonra abdest suyundan benim üzerime döktü; ben de ayıl-dım. Bir de baktım karşımda Resûlüllah (Satkllahu Aleyhi ve Sellem) He*men : Yâ Resûlâllah! Malım hususunda ne yapayım? dedim. Bana hiç bir cevap vermedi. Nihayet miras âyeti indi.
8- (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Muhammed b. Münkedir haber verdi. (Dedi ki) : Câbir b. Abdillâh'ı şun*ları söylerken işittim :
Ben aklım başımdan gitmiş hasta bir halde iken yanıma Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) girdi; ve abdest aldı. Müteakiben üzerime onun abdest suyundan döktüler de, aklım başıma geldi ve: Yâ Resûiâllah bana ancak kelâle mirasçı oluyor, dedim. Bunun üzerine mîrâs âyeti indi.
(Râvi diyor ki:) Muhammed b. Münkedir'e:
«Senden fetva istiyorlar. De ki, size Kelâle hakkında Allah fetva ve*riyor.» âyeti değil mi? dedim. (Evet), böyle indirildi, cevabını verdi.
(...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki :) Bize Nadr b. Şü-meyl ile Ebû Âmir El-Akadî hale er verdiler. H.
Bize Muhammed b. El-Müsenna dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi Şu'be'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır. Vehb b. Cerîr hadîsinde : «Bunun merine feraiz âyeti indi.» ibaresi; Nadr ile Akadî hadîsinde; «Bunun üzerine farz âyeti indi.» cümlesi vardır. Ama bunlardan hiç birinin rivayetinde Şu'be'nin İbni Münkedir'e söylediği söz yoktur.
Bu hadîsi Buhâri «Taharet», «Tefsir», «Ferâiz» ve «Merdâ» bahislerinde; Nesâî «Taharet», «Tefsir». «Ferâiz» ve «Tıbb»da muh*telif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Vadû': Abdest suyu demektir. Burada ondan murâd, ya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in abdest aldığı su, yahut bu suyun artığıdır.
Hz. Câbir (Radİyallahu anh): «Malım hususunda ne yapayım?> sualiyle mirasının kime kalacağını anlamak istemiştir. Nitekim Buhâri'nin rivayetinde bunu tasrîh etmiştir. Rivayetlerin birinde Câbir (Radiyatlahu anh) : «Bana ancak yedi kız kardeşim mirasçı oluyor.» demiştir.
Ulemânın beyanlarına göre kelâle : Hem mirasçıya, hem de mîras bırakılan şeye verilen bir isimdir. Mirasçı mânâsında kullanılırsa bu ke*limeden murâd: Baba ile evlâddan başka kimselerdir. Miras bırakılan mânâsına alınırsa, öldüğünde kendisine anne ve babasından ve evlâdın*dan hiç biri mirasçı olamayan kimsedir. Nevevi diyor ki: «Ulemâ kelâle sözünün hangi kelimeden müştak olduğu hususunda ihtilâf etmiş*lerdir. Ekseriyet (tekellül) den iştikak ettiğine kaildir. Tekellül: Kenara kalmak, yan düşmek demektir. Meselâ; amca oğluna kelâle denilir; çün*kü nesebin doğru inen amudu üzerinde değil, yanda kalır. Bazıları ihata mânâsına gelen (kelle) den alındığını söylerler; iklîl tâbiri bundan alın*mıştır, îklîl: Cevherle süslenmiş sargıya benzeyen (baş tacı gibi) bir şeydir... Kelâlenin uzaklık ve inkıta1 mânâsına gelen (kelle) fiilinden müştak olduğunu söyleyenler de vardır.» Bazıları kelâlenin anne bir kar*deşler demek olduğunu iddia etmiş; bir takımları amca oğullarıdır, de*miş, hattâ bütün asabelere kelâle denildiğini söyleyenler olmuştur.
Zemahşeri'ye Süre kelâle üç mânâda yâni: Geride evlâd ve baba bırakmayan, kalanlardan evlâd ve baba olmayanları ve baba yahut evîâd tarafından olmayan akraba mânâlarında kullanılır.
Kelâleye verilen muhtelif mânâlar arasında Aynî 'nin beyânına göre en sahihi baba ile evlâttan başka akraba mânâsıdır.
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
1- Hadîs-i şerif sülehânın eserleriyle teberrük olunabileceğine, on*ların yediği ve içtiği şeylerin ve keza onlarla birlikte yiyip içmenin fa*ziletine delildir.
2- Yine bu hadîs Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ye Sellem) Efendimizin bereketi eserinin görüldüğüne delildir. Şâfiî1er'le diğer bîr vakım ulemâ kullanılmış suyun temizliğine bu hadisle istidlal etmişlerse c!e yi*ne Şâfiîye ulemasından Nevevî bu istidlali doğru bulma*maktadır Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel'em)in abdest aldık*tan sonra ibrikte kalan sudan dökmüş olması ihtimâli vardır.
3- Hastanın bâzı hallerde aklı başından gitse bile, aklı başında ilken yaptığı vasıyyeti muteberdir.
4- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1 e ahkâm hususunda ictifeâ-âı caiz görmeyenler bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Cumhura göre böyle bîr ictihâd caizdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Üelîemyin Hz. Câbir'e cevap vermemesi ictihâd etmediğinden değil, ictihâdla bir hük*me varamadığındandır.
5- Hadîs-i şerif hasta ve zayıflan dolaşmanın, keza büyüklerin kü*çükleri ziyaretinin faziletine delildir.
9- (1617) Bize Muhammed b. Ebî Bekr El-Mukaddemî ile Muham-med b. El-Müsennâ rivayet ettiler. Lâfız İbni Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Salim b. Ebî'l-Ca'd'dan, o da Ma'dân b. Ebî Tal-ha'dan naklen rivayette bulundu ki, Ömer b. El-Hattâb bir cuma günü hutbe okuyarak Peygamber (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)i ve Ebû Bekri anmış; sonra şunları söylemiş:
«Ben arkamda kendimce kelâleden daha mühim bir şey.bırakmıyo*rum. Resûlüllah (Sallalfahü Aleyhi ve Settem)'e kelâle hakkında müracaat ettiğim kadar hiç bir şey hakkında müracaat etmemişimdir. O da bana kelâle hakkında yaptığı kadar hiç bir şey hakkında ağır söz söylememiş*tir. Hattâ parmağı ile göğsüme dokunmuş ve:
«Yâ Ömer! Sana Nisa sûresinin sonundaki yaz âyeti yetmiyor mu?» demiştir.
Ben sağ olursam bu mesele hakkında öyle bir hüküm vereceğim ki (artık) Kur'ân'ı okuyan da, okumayan da onunla hükmetsin!
(...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Uleyye, Saîd b. Ebî Arûbe'den rivayet etti. H.
Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim ve İbni Râfi' dahî Şebâbe b. Sevvâr'dan, o da Şu'be'den, her iki râvi Katâde'den bu isnâdla bu ha*dîsin benzerini rivayet etti.
Yaz âyetinden murâd Sûre.i -Nisa 'nın son âyetidir. Bundan önceki rivayetlerde zikri geçen mîrâs veya kelâle âyeti budur. Yazın in*dirildiği için ona yaz âyeti de denilmiştir.
«Ben sağ olursam ilâh...» cümlesi Hz. Ömer'in sözüdür. Bu me*sele hakkında o anda hüküm vermeyip sonraya bırakması içtihadı tamam olup iyice kalbi yatışmadığındandır.
Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem)'in kelâle hakkında Ömer (Radiyalhhu anh/'a. ağır lâf söylemesi hadîsin ibaresine bel bağlayıp da delillerden hüküm çıkarmayı terk etmek âdet olur endîşesindendir. Hal*buki Teâlâ Hazretleri:
«Eğer o meseleyi Peygambere ve kendilerinden olan ülülemre arzet-selerdi, içlerinden onu delilinden çıkaranlar pek âlâ bilirlerdi.» buyur*muştur. Demek oluyor ki, bir hükmü delilinden anlayıp çıkarmaya dik*kat etmek en mühim vâcibâttan biridir. Zîra nass olan deliller pek az meselelere yetecek mahiyettedirler. Delilden hüküm çıkarma meselesi ihmâl edilirse başa gelen hâdiselerin ekserisi veya bir kısmı hakkında istinbât (yâni hüküm çıkarma) işi suya düşecektir.
Ulemâ yaz âyetindeki kelâleden ne murâd edildiği hususunda ihti*lâf etmişlerdir. Bir kavle göre bundan murâd : Ölen kimsenin evlâdı ve babası bulunmamak şartiyle mirasıdır. Şu hâlde âyetteki (kelâle) sözü takdirinde mansûb olmuştur. İkinci bir kavle göre
kelâle : Geride evlâd ve baba bırakmadan Ölen kimsedir. Bunun erkek veya kadın olması hükmen hep birdir. Bu kavle göre âyet-i kerîme : takdirindedir. Mezkûr kavil Ebû Be*kir, Ömer, Alî, İbni Mesûd, İbni Abbâs ve Zeyd b. Sabi (Radiyallahû anhâm) hazerâtından rivayet olun*muştur.
Bâzıları kelâlenin, içlerinde evlâd ve baba olmayan mirasçılar mâ*nâsına geldiğini söylemişlerdir. Bunların delili Hz. Cabir'in : «Bana ancak kelâle mirasçı oluyor...» sözüdür; çünkü Câbir 'Radiyallahu anh)'m evlâdı ve babası yoktu. Bir takım ulemâ : «Kelâle miras kalan maldır.» demişlerdir.
ŞafiîIer'e göre kelâle : Geride evlâd bırakmadan ölen kimsedir. Babası veya dedesi olması onu kelâle olmaktan çıkarmaz. Şu halde kız kardeşler baba ile birlikte mirasçı olurlar. Kaadî Iyâz bu kavlin İbni Abbâs (Radiyallahu anh) hazretlerinden rivayet edildiğini, fa*kat aslı olmayan bâtıl bir uydurma olduğunu, İbni Abbâs Haz*retlerinin bu meselede cumhurla beraber bulunduğunu söylemektedir. Yine Kaadî 'nin beyânına göre ulemâdan bâzıları kelâlenin çocuğu ve babası olmayan mânâsına geldiğine dair icmâ' bulunduğunu ileri sür*müşlerdir.
Mirasçılar arasında dede bulunursa bu mirasçılar kelâle sayılırlar mı, sayılmazlar mı? meselesi ihtilaflıdır. Dedeyi baba hükmünde sayma*yanlara göre kelâledirler. Dedeyi baba hükmünde tutanlara göre kelâle sayılmazlar.
Mirasçılar arasında kız varsa cumhûr-u ulemâya göre bu mirasçılar kelâle sayılırlar. Çünkü kardeşler, kız kardeşler ve diğer asabeler kızla birlikte mirasçı olurlar. İbni Abbâs (Radiyallahu anh) : «Kız kardeş, kızla birlikte mirasçı olamaz; zira Teâlâ Hazretleri:
(Çocuğu yok da kız kardeşi varsa)buyuruyor.» demiştir. Dâvûd-u Zahirî 'nin mezhebi de budur.
ŞiîIere göre mirasçılar arasında kız bulunması onların kelâle olmasına mânidir; zîra onlar kızla birlikte kardeşe ve kız kardeşe miras vermezler; bütün malı kıza tahsis ederler. Delilleri :
«Bir kimse ölür de çocuğu bulunmaz, kız kardeşi bulunursa, bıraktığı mirasın yarısı kız kardeşinin olur.» âyet-i kerîmesidir.
Cumhurun mezhebine göre bu âyetin mânâsı şudur: Kız kardeşe mukadder olan yarı hisseyi vermek ancak ölenin çicuğu olmaması şartına bağlıdır. Şu halde çocuk bulunmaması onun mirasçı olması için değil, mukadder olan yarı hiseyi vermek ancak ölenin çocuğu olmaması şartına bulunmaması zikredildiği halde baba bulunmamasının zikredilmemesi temel ferâiz kaidesinden malûm olduğu içindir. Yoksa baba ile birlikte kardeş ve kız kardeş mirasçı olamazlar.
Bu kaideye göre bir kimse bir şahıs vâsıtasiyle mirasçı olursa o şa*hıs mevcutken mîras alamaz. Bundan yalnız anne bir kardeşler müstes*nadır. Onlar anneleriyle birlikte mirasçı olurlar.
Ulemâ Sûre-i Nisa 'mn son âyetindeki kardeşlerle kız kardeşlerden murâd: Anne, baba bir yahut böyleler! yoksa baba bir kardeş*ler olduğuna ittifak etmişlerdir. Aynı sûrenin baş taraflarındaki:
«Bir adama veya kadına Kelâle suretiyle mirasçı olunur da kardeşi veya kız kardeşi bulunursa...» âyetindeki kardeşlerle kız kardeşlerse bilittifak anne bir kardeşlerdir. Bunlara hususî tabiriyle evlâd-ı ümm derler.