VARLIĞIN ÖZÜ MUHABBET
Arşı, arşın kürsüsünü, karargahını.
Arşı; gösterip mekanı, hareket ettirip zamanı.
Karanlıktan sıyrılıp ışığı.
Yedi kat döşeyip semaları.
Felekleri, menzilleri. Sebepleri İlletleri.
Atlasta çakılı duran yıldızları, döneduran seyyareleri.
Yörüngelerinde yüzen parlak gök cisimleri.
Uysal Ay'ı, itaatkar Güneş'i. Onların manalarını, durduraklarını, evrelerini.
Göklerden ayrılmış arzı,
arzı kaplayan çatlayışlı dağları,
kara parçalarını, ufukları, uzakken bitişenleri, bitişikken ayrılanları.
Dört unsuru. Havayı, toprağı, suyu ateşi. Maddeyi, ilkeleri.
Yedi iklim dört bucağı, altı cihet onsekizbin alemi.
Saymakla bitmez, isimleri varlıklarına yetmez. Kendi sırrının sahibi, bunca şeyin hepsini. Yoktan var etti, serdi, yaydı, döşedi.
Beyhude değildi bu oluş. Sebepsiz değildi.
Alemlerin Rabbi alemde bilindik kıldı kendisini. Görünmezin görünüründe kaydetti. Sonra döndü kendisine nazar etti, katdetti setretti.
Bütün yaratılmışlarda bir hayranlık gülümsemesi.
Bir seçilmişlik sevinci.
Ama O gizli bir hazineydi. Daha fazla bilinmek, farklı bir nazarla seyredilmek istedi.
Yaratmaya devam etti.
Birbiri ardınca gelsinler diye,
aydınlatılmış günü,
karartılmış geceyi.
Yaza dönsün diye kışı,
kışa dönsün diye yazı.
Yerle gök arasında emre tabii tutulan bulutu,
yağmuru
Yaksın diye alevi, ısıtsın diye ateşi,
kandırsın diye suyu, boğsun diye ırmağı.
Yani dönüşü, deveran sırrını,
biçimlerin en güzeli olan daireyi, başladığı yerde biten çemberi.
Bunları da var etti.
Göründü görünmesine ama yine yetmedi, göründükçe perdelendi. Yaratmaya devam etti.
Gökten inip yataklarına dolan suları.
Sığ bataklıkları, derin gölleri, kaynayan denizleri, ummanları, okyanusları.
Kara toprağı, tam ortasından yarılacak taşı,
kumu, kumun içinde saklı camı.
Düzlükleri, otlakları,
eğrelti otlarını, su kamışlarını.
Yaprakla donanmış kalın gövdeli ağaçları,
reçine kokulu sık ve derin ormanları.
Elma çiçeğini, pembe peygamber gülünün yaprağını,
üzümü, inciri, narı.
Zeytini, zeytinin içindeki yeşil ışıklı yağı,
hurmayı, hurmanın göklere uzanan dallarını,
akasyayı, buğdayı.
Çizgili zebrayı, uzun boyunlu zürafaayı, sırma yeleli tayı.
Haritasına göçeceksin yazılmış-yazılmamış bütün kuşları.
Sürünenleri, yüzenleri, koşanları.
Onların arasındaki yarışı, can pazarını.
Otu yesin diye kuzuyu,
kuzuyu yesin diye kurdu.
Sonra hepsinin kanına susamış yırtıcı parsı, bol yeleli arslanı.
Kan revanı, kan revanı,
ama bunca kan revan içerisinde arslanın masumiyetini, kurdun art niyetsizliğini,
alemin kusursuz düzenini yani, işleyişini.
Kurdu. Etti. Eyledi. Ayna kıldı kendisine cümle alemi.
Alem O'nun cümlesiydi şimdi. Öznesi gizliydi ama isimlerinin her biriyle cümicümlede tecelli etti. Yarattıklarının üzerine, isimlerinden, sıfatlarından, fiilerinden bariz bir ışık düşürüverdi. Lakin tümünü taşımaya güç yetiremezlerdi. Bölüştürdü bu yüzden. Kimine bir, kimine üç, kimine beş emanet etti.
Oysa sonsuzdu isimleri ve O hala gizli bir hazineydi.
O'na şimdi, ismini esmasını, sıfatunu vasıflarını, benliğinde tümüyle taşıyıp toplayacak,
sonra bir ayna olup yansıtacak, ışıtacak,
bir bakıma O'na temsil O'na misal,
O'na halife olacak, O'nu hatırlatacak,
O'na emanet O'na emin,
şimdiye kadar yarattıklarının hepsinden daha güzel, daha mükemmel,
birşey lazımdı.
İsimlerinin kelime kelimesine değil, cümlesi ez cümlesi,
ve şuursuz değil, ne olduğunun farkında, şuur sahibi,
sahip olmakla kalmayıp
bir şuurda yapabilen, edebilen,
öyleyse iradesiz değil iradeye sahip birisi.
Belli ki,
Alemlerin Varedicisi,
bal ve süt ırmakları akan cennetinde, hata yapmaya yeteneği, kabahat işlemeye meyli, muhalefet edecek hilkatı olmayan, masum kılınmamış meleklerinin kusursuz tapıncıyla yetinmedi. Hür iradersiyle kendisini bilecek, bilgisiyle kulluk edecek insanın boz bulanık taşkını önündeki bendi bu yüzden çekti.
Gizli saklı hazineydi. İki nokta arasındaki yek cümlede kendi sırrınıı kendine açmak istedi. Evvelini saklı tuttu. Ahirini gösterdi.
Varlığın özü muhabbet.
Adem'e sıra geldi akıbet.
La adlı eser sayfa 17-21
Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu
Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi