Hayy olanın adıyla…
http://img266.imageshack.us/img266/1959/hayolan.jpg
Hayy olanın adıyla… Düşünebilmek için… Rüya görür insanlar. Rüyalarında, gerçek hayatta olamayacakları her “şey” olurlar.
Hayatın kendisi bir rüyadır aslında, insanlar sürekli bir rüya âlemindedir. Peygamberin hatırlatmasıyla; insan ölür ve rüyadan uyanır.
Kimi insanlar bunun farkındadır. Kimileri ölümlü olduklarını unutarak yaşar. Kimi insan ise tüm insani değerleriyle ölümü yaşarlar. Yani bir “hayyı meyyittir” varlıkları. Gerçek mesuliyetlerini unutturan bir haldir içine düştükleri… Ne yazık ki, rüya hali, kimilerine yaşadıkları şu hayatın en büyük yanılgısını yaşatır. Bu yanılgı “HAYY olma” yanılgısıdır.
Hayat oyunun “inkâr perdesini” oynayarak yaşarlar. İnkâr; hem hiç kabul etmeme, hem kabul edip üstünü örtme anlamıyla ele alınmalıdır.
Hayat oyununun inkâr perdesi insana bu rüyayı (hayy olma rüyasını) yaşatır. Kesintiye uğramayan, ebedi bir güç hali ile techiz edildiklerini düşünürler. Ve bu rüya, bir nimet, mülk şımarıklığına; büyüklenmeye, hayatın sahibine karşı edepsizliğe dönüşür.
Hani, İbrahim’le rabbi hakkında tartışan şımarık şahsı düşünün…
Hayat veren ve ölümü var eden, hem hayata hem ölüme hükmeden Allah’ı kendisine hatırlatan İbrahim’e, ben de bunu yaparım demişti. Güneşin menzilini değiştirmesini teklif etmişti İbrahim, nutku kesilmiş ve şımarıklığı, İbrahim’e bir fenalık yapma fikrini vermişti. Her halükarda, gücünün bir rüyadan ibaret olduğunu, yanılgıların en büyüğüne düştüğünü anladığında çok geçti artık. İmdadına koşacak kimse olmayacaktı.
Hayat sürüp giderken nice şımarık “rüya budalası” kişi ile karşılaşır insan…
Hayatın sahibi gibi kural koyarken ne de kendilerinden emindirler. Allah’ın ve peygamberin olmadığı bir hayat tasarlarken nasıl da şedid bir şımarıklık sergilerler…
Sesleri dünyanın en ücra köşesindeki zavallıyı ürkütecek şiddettedir.
Uygulamaları; zulme uğrayanları, bitmez bir korku tünelinde şaşkınlığa sürüklemiştir sanki. şeytanın tasarladığı rüyada bütün nimetler emirlerine amadedir adeta…
Ve rüya sürmektedir.
Diğer insanlar için bir kâbus, rüya budalaları için bitmesi istenmeyecek bir serüvendir yaşanan. Düşünceye kendilerince yön vermek, hayat alanını istediklerine daraltmak, hayatı kolaylaştırması gereken dünya zenginliklerini sırça köşklerine ziynet haline getirmek, mazlum yürekler oluşturmak giderek şımartmaktadır rüya budalalarını.
Uzayıp giden rüya ölümdür oysa. Ve bu rüya budalaları kendi ölüm (yok olma) senaryolarını yazdıklarını bilmez bir görüntü arz ediyorlar.
Çoğumuzun kafası zonkluyor, göğüs kafesi daralıyor, umut yitikliği ile yüzleşiyoruz. öyle ki, rabbi hakkında tartışan şımarığın yerine, rabbini sorgulayan muzdarip gelip oturuyor. Sebebi, aynı rüyada maraba ve efendi rollerini paylaştığımız ve efendiliklerini “edepsizliğe” dönüştürenlerin bitmez çılgınlığı... Allah’ın süre vererek çılgınlıkta aşama kat ettirdiği muannidlerin katılığı… Bu muannidlere alkış çalanların şaklabanlığı…
Oysa günler çevrilir durur. Her teker, toprağı ezer dönerken; her dönüşte varlığından kayıplar vererek aşınır.
Güçlü, en güçlü anında hesapsız kayıplarla ayaktadır. Tutunduğu dal, kuşandığı zırh, edindiği zenginliklerin hiçbiri ilk haline benzemez olur.
Hücre kayıpları ile ayaktadır insan. Gün her seferinde dirilir, insan her seferinde kayıp hücrelerle yeniden doğar ve zaman insanı büyük sorguya götüren bir binek olarak yürür. Bu yürüyüş, aklını kullanan insana, büyük dirilişte, senaryosunu kendisinin yazdığı, uydurması, eklemesi olmayan bir film ile karşılaşacağını öğretir.
Her gün binlerce kaset kayıt yaparak, hayatı görüntüye alabilen insan, bütün insanların, hayatlarının tamamının filme alınmasının zor olmayacağını kavrar/kavramalıdır.
Her dönen gün dirilişi ve hesabı tekrarlar insana… Sorun, her gece filmi başa sarıp kendisini izlemeyen insanın umursamazlığından kaynaklanıyor. Bunu yapsa geceye nasıl ulaştığını, gündüz nasıl bir hal alabileceğini anlar ve “hayy rüyasından” uyanır, etrafına bir “zulüm girdabı” oluşturmaktan vazgeçer. Veya “rüya budalalarının” açmak istedikleri korku tünelinde “mecburi maraba” rolünü kanıksayanlar yanlışlarını görüp, hayata yeni baştan, daha güzel istikametlerden bakabilirler.
ölü bir kasabadan dirilik nasıl çıkar diye düşünürken, uykuya dalan ve ölen, uyandırıldığında kasabayı mamur, bineğini çürümüş gören adamın örnekliği var karşımızda. Bineği gözlerinin önünde diriltilen bu adamın yaşadıkları bir masal değil. “Nasıl olur!?” dediği her şüphe giderilmiştir. Yıkıntılar, imarla yaşanılır kılınmıştır. Yani hiçbir rüya sonsuz değildir ve göğüslerimizi daraltan sıkıntıları, sanki yaratanın yüklediği “aşılmaz azap sahneleriymiş” gibi görmemek gerekir.
Hayy rüyasına kapılanlar da, Hayy olanın, yıkıntı halindeki şehri yeniden dirilten, yaşanılır kılan Allah olduğunu, insana verilen “imar yeteneğinin” bile her an elinden kayıp gideceğini, her şeyi yapabilecekmiş gibi duran insanın, bir anda hiçbir şey yapamaz hale geldiğini/geleceğini görmelidirler.
Ki bu konuda; “Bağlarımız! Saraylarımız!” diye kasılanların yaşadığı hayal kırıklıkları var karşımızda. Ayaklarını heybetle yere vurup çevreye şehvet zılgıtları çekerken, başları önlerinde “eyvah bize” diye dönüşlerini okuyoruz onların… Bir rüya gördük, derken nasıl da tükendiklerini gözlemliyoruz. Bir “Hayy rüyası” görmüş ve yanıldıklarını anladıklarında vakit çok geç olmuştu.
Toplumsal depresyonlara imza atan icraatların sahipleri de “hayy rüyası” görüp görmediklerini sormalıdırlar kendilerine. Zira kişiyi kendisinden başka bir insanın kendisi kadar anlaması ve hatta sorgulaması mümkün değildir.
şu anda nerede duruyorlar?
Zamana hükmedebileceklerini veya güneşin yörüngesini değiştirebileceklerini düşünüyorlar mı?
Harabe olmuş bir şehri, bütün yapı taşları, ilk haliyle aynı özellik ve sağlamlıkta olmak şartıyla, diriltebileceklerine kanaat getiriyorlar mı?
En güçlü iş makinelerinin bile sel, çığ, toprak kaymasının önünde duramadıklarını gördükleri halde, makineleri ile “hayata hükmedebileceklerine” ve bunun kesintisiz süreceğine inançları var mı?
Hayır, gücü sınırlı, yoktan var etme kudreti olmayan insan; yalnızca onure edilmiş bir varlıktır. Haliyle insan fıtratı çiğnediğinde, aslında onurunu da çiğnediğini görmek mecburiyetindedir. İzzetini çiğneyen tek varlık olarak insan kendisinin “hayy ve kayyum” olduğu gibi akla zarar bir fikre kapılırsa, bu fikri terk edene ve aslına rücu edene kadar, varlığına ihanet ettiğini bilmelidir.
Gördüğü “hayy rüyasından” uyanmalıdır insan. Rüyayı sürdürürse yok oluşuna doğru hızla yaklaşacağını, bütün savunma reflekslerinin işe yaramaz hale geleceğini bilmelidir. İnsanlığa verdiği her zararla birlikte, kendi “insanlık damarlarından” birini kestiğini, yok ettiğini anlayamadan, neticede “damarsız” ve “değersiz” kalarak tükenecektir.
Damarsız ve değersiz kalmak hayati bir noksanlık olarak ciddiye alınmalı. Aksi takdirde, şehirlerimiz, sokaklarımız, evlerimiz, iş yerlerimiz daha da yaşanılmaz hale gelir. Her insanın ayrı ayrı damarlarının eksildiğini, her insanın farklı değer kayması yaşadığını, çözümün de ferdi öz eleştiriden geçtiğini unutmamak gerekir. Ve bir de, “damarsız” ve “değersiz” kalmayı erdem sayanları örnek almamalıdır insan.
şehirlerimizi diriltmek istiyorsak, kendimiz “hayy olana” teslim olarak bunu yapabiliriz. Hayy rüyası gördükçe şımarır, ötekini ezer, zulüm şımarıklığının tesiri ile düşünemez oluruz. Varlık rüyasından hesap saatiyle uyandırıldığımızda, yaptığımız yanlışların ezikliğini yaşarız.
Ezcümle…
Kimse kendisini bulunduğu noktanın belirleyicisi olarak görmemeli…
Kimse gücün köleliğine gönüllü yazılmamalı…
Kimse gücün köleliği altındayken efendi rolü çalmamalı…
Kimse varlık sebebini ötekini sömürme ameliyesine dönüştürmemeli…
Bilgi bilme çılgınlığına, bilme çılgınlığı ötekine tepeden bakmaya kapı açmamalı…
Yol Onun varlık Onun gerisi hep angarya; angaryalar kimseye iktidar sarhoşluğu yaşatmamalı…
Hayy olana hamd ederek ve bütün kötülük ilhamlarından Ona sığınarak…
alINtI ))