Hazreti Hamza -radıyallahu anh-
http://www.kalbinsesi.com/konu1/peygamberim.gif
Resûl-i Ekrem'in amcası ve süt kardeşiydi. Peygamberimizden iki yaş büyüktü. Mekkeli, Kureyş kabilesinden ve Hâşimi kolundandı. Medine'ye göç eden Mekkeli muhâcirlerdendi. Resûlüllah tarafından, Hamza'ya "Esedullah - Allah'ın Arslanı" adı verilmişti. Peygamberimizin Medine devrinde (622-632) ilk olarak hazırlanan üç seriyye (çete) den birincisi, Hamza'nın seriyyesi oldu. Bedir Gazvesinde müşrikler tarafından mübâreze (düello) meydanına çıkan Utbe. Şeybe, Velide karşı, Resûl-i Ekrem'in emriyle, Ubeyde, Hamza, Ali çıkmışlar, Hamza ile Alî, rakiplerinin işini ilk hamlede bitirivermişlerdi.
Uhud Gazvesinde (3/625) ise Hazreti Hamza: "Seyyidüşşühedâ-Şehîdlerin Etendisi" oldu: (27 Mart 625). Hamzanın katili, Habeşli Vahşî adında siyah bir köleydi. Vahşî, Hamzayı öldürdüğü takdirde hem kölelikten kurtulacak, hem de Ebû Süfyanın karısı Hindden büyük mükâfat görecekti. Uhud savaşının en nazik devresinde gizlendiği yerden harbesini attı. Allah'ın arslanı Hamzayı iki uyluğu üstünden vurarak öldürdü. Hazreti Hamza şehîd edildiği zaman elliyedi yaşındaydı. Azası yetmiş parça edilmişti.
Resûl-i Ekrem, Uhud şehîdlerini kanlı elbiseleriyle ikişer ikişer gömdürdü. Sekiz sene sonra da cenaze namazlarını kıldı. (Tecrid Tercemesi, C: 1O, s.:224}
Hicretin sekizinci senesi (11 Ocak 630) Mekke, müslümanlar tarafından fethedilmiş, yirmi yıldanberi devam eden "Müslümanlık - puta tapıcılık" mücadelesi sona ermişti. Rasûl-i Ekrem, müşrikleri affetmek suretiyle insanlığın en yüksek şâhikasına yükselmiş oldu.
Hamza'nın katili Vahşî de sonradan affedilenler arasındaydı. Ancak, Vahşîyi affeden Rasûl-i Ekrem; "Gözüme görünme"! diyerek kendisinin yaralı kalbini tesellîye çalışmıştı.
Hazreti Ebûbekir, ilk zamanlarda yalancı peygamberler ve irticâ hâdiseleriyle uğraşıyordu. Bunlardan Müseyleme üzerine de Velîd oğlu Hâlidi göndermişti. Müseyleme ordusu bozuldu. Yalancı peygamber Müseyleme de Habeşli Vahşî tarafından öldürüldü. (Muhammed Ebülfadl ibrahim, Eyyâmül-Arab S; 169)
Hamzanın katili Vahşî şöyle dermiş: - Müşrik iken müslümanların en büyüğünü öldürdüm. Büyük bir cinayet işledim. Islama girdim. Müslümanlığın en büyük düşmanını öldürdüm. Büyük sevap kazandım." der, kendisini tesellî edermiş.
Hamza cesurdu. İslâm oluşu, müşrikleri telâşa düşürmüştü. Çünkü müslümanlar, artık kuvvetleniyordu.
Hamza'nın İslâma gelişi üzerine Kureyşın ileri gelenleri Dârünnedve denilen hükümet konağında toplandı. Ebûcehılın teklifi üzerine Ömer ayağa kalktı. Sılâhlanarak yola çıktı. Rasûl-i Ekremi öldürmeğe gidiyordu. Maksadı: "Muhammedi -sallallahu aleyhi ve sellem- ortadan kaldırarak Kureyşin parçalanan birliğini yeniden yaşatmak"tı. Yolda, Abdullah oğlu Nuaym'e rastladı. Hemşiresi ile eniştesinin müslümanlığını Nuaymden öğrenince, önce, eniştesı Saîdin evine uğradı. Bu sırada, hemşiresi Fâtıma ile eniştesi Sâidin evinde Kur'ân okunuyordu. Ömer'in geldiği duyulunca, hemen Kur'ân sahifeleri saklanmıştı. Fakat, Ömer içeri girince ne okunduğunu sormuş, derhal eniştesini ayağının altına almıştı. Bunları ayırmak isteyen hemşiresi Fâtıma'yı da tokatlamıştı. O zaman hemşiresi kendisine karşı sert çıkış yaptı:
"- Yâ Ömer! dedi. Ne yaparsan yap! Müslümanlıktan vazgeçmeyiz!.." Kız kardeşine bakan Ömer şaşırmıştı. Onun yüzünden kan aktığını görünce, yaptığına pişman oldu. Hiddeti yatıştı. Okunan sûreyi istdi ve getirtti. Okumağa başladı. Ömer'in okuduğu âyetler "Hadîd" sûresinin ilk âyetleriydi:(149)
- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbib ve tenzih eder. Aziz 0. Hakîm O! Göklerin ve yerin hâkimiyyeti Onundur. Hem diriltir. hem öldürür ve her şeye kadirdir. İlk O'dur. son O'dur, âşikârdır, gizlidir. Her şeyi hakkıyla bilen O'dur. Gökleri ve yeri altı devirde yaratan, sonra Arş'ından idare eden O'dur. Yere gireni. yerden çıkanı. gökten ineni ve Ona yükseleni bilir. Nerede olsanız, 0. sizinle beraberdir. Allah. bütün yaptıklarınızı görür. Bütün göklerin ve yerin mülkü O'nundur ve her şey O'na döner. Geceyi gündüze. gündüzü geceye katar. Sînelerde gizli olsun her şeyi hakkıyla bilir. Allah'a ve Peygamberine îman ediniz!" (150)
Ömer, bu âyetleri okuduğu zaman donakaldı. Kur'ân'ın fesâhatine hayran oldu. Hemen şehadet getirdi. (Eşhedü enlâ ilâhe illellah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah) dedi. Peygamberin yanına götürülmesini istedi
O zaman, Rasûl-i Ekrem, Safâ'da Erkam'ın evinde ashâbiyle bulunuyordu. Ömer içeri girdi.
Müslüman olmağa geldim, diye cevap verebildi. Rasûl-i Ekrem: "Allahüekber!" deyince bütün ashâb yüksek sesle tekbir getirdiler. Dağlar bile bu tekbirlerle inledi (Üsdülgâbe ibn-i Esîr). Ömer'in teklifi üzerine bütün müslümanlar, toplu olarak "Erkam"ın evinden çıktılar. Kâ'beye doğru yürüdüler.
Hazreti Ömer, Kureyş ulularına hitap etti: "Beni bilen bilsin, bilmeyen öğrensin! Ben, Hattâb oğlu Ömerim!" dedi. Şehâdet kelimesini tekrarladı. Şaşkına dönmüş olan Kureyşîler oradan savuştular. Müslümanlar da o gün, Harem-i Şerîfte ilk olarak cemaatle namaz kıldılar (ibni Hişâm). İbn-i Mes'ud der ki. "Hazreti Ömer, İslâmiyeti kabûl edince, Kureyş ile dövüşerek Kâ'bede namaz kıldı, biz de beraber kıldık."
O zamana kadar müslümanlar, ibâdetlerini açıkça yapamıyorlar, Kâbe'de namazlarını kılamıyorlardı. Hazreti Ömerin müslümanlığı kabûl etmesiyle herşey değişmiş oldu f152).
Hamza ile Ömerin arka arkaya İslâma girişleri, tarihte ehemmiyetli bir hâdise oldu. Müslümanların müşriklere karşı büyük bir zaferiydi. Derin izler bıraktı. Mühim neticeler verdi. Çünkü, Mekke devrinin altıncı senesi müslüman olmuş bulunan "Hamza", ashâbın otuzdokuzuncusu, "Ömer" kırkıncısıydı. Bir sene sonra, İkinci Habeş Hicretine katılan müslümanların doksan olduğuna bakılırsa, Mekke devrinin yedinci senesi, Rasûl-i Ekrem'in yüzünü görmüş olan ashâbın sayısı üçyüzü bulmuştu.(151) (Hazreti Ömer) - Radıyallahu anh-
Resûl-i Ekrem'in Mekke devrinde, altıncı Peygamberlik yılında İslâma girmiş bulunan "Hattâb oğlu Ömer", Mekkeli müslümanların kırkıncısı oldu. Künyesi: "Ebû Hafsa" idi. Doğruyu eğriden ayırdetmekte son derece âdil olduğu için, Peygamberimiz tarafından kendisine "Faruk" denilmişti. Sülâlesi dokuzuncu babada;
(Kâ'b), Peygamberimizin soyu ile birleşir. Rasûlüllahtan onüç yaş küçüktü. Onüç yıl sonra vefat etti. Müslüman olduğu zaman 33 yaşında bulunuyordu. Öldüğü zaman da, Resûlüllah gibi, 63 yaşındaydı, Müslümanlıktan önce, Kureyşin siyasî işlerine bakardı. Kureyş kabilesiyle diğer kabileler arasında çıkan politika meselelerini çözmek için Kureyşin son elçisi Ömer oldu. (Mediniyyet-i İslâmiyye Tarihi, C: 1, S: 22)
Müşrikler, müslümanlara karşı kötülüklerini artırdıkları halde, Ömerin yanına sokulamazlardı. Habeşe ve Medine'ye göç eden müslümanlar, Mekke'den gizli çıkarlardı. Fakat Ömer, Medine'ye hicret ederken Kâ'beyi ziyaret ettikten sonra, müşriklere karşı:
- Beni bilen bilsin, bilmeyen de öğrensin. Ben Hattâb oğlu Ömer'im! İşte, Medine'ye gidiyorum. Analarını ağlatmak, karılarını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen arkama düşsün!" sözleriyle meydan okumuştu.
Bütün gazalarda, Resûl-i Ekrem'le beraber bulundu. Uhud Gazvesinde ordu dağıldığı sırada, Resûl-i Ekrem'in yanından ayrılmıyanların biri de Hz. Ömer'di (Arabça Taberîibn-i Hişâm). Peygamberimizin sağ kolu Hz. Ebûbekr, sol kolu da Hz. Ömer'di. Resûlüllah, önce bunların reylerini alırdı. Oniki meselede, ilâhî vahy, Ömerin reyine uygun düşmüştü. Hazreti Peygambere karşı bile olsa, görüşünü açıkça söylemekten çekinmezdi. Aşere-i Mübeşşereden oldu.
Rasûl-i Ekrem'in vefatından sonra, Hz. Ebûbekrin yanından ayrılmadı. Ona ilk bey'at edenlerdendi. Onun halifeliğme büyük yardımı oldu. İslâm birliğinin sağlanmasında büyük hizmeti görüldü. Kur'ân-ı Kerîmin toplanma işini, halife Ebûbekre hatırlatan da Ömerdi.
Hz. Ebûbekr. sağlığında Hz. Ömeri halife namzedi göstermişti. Ölümünden sonra Hz. Ömer, ikinci halife oldu. Halifeliği esnasında söylediği nutuklardan birinde:
- "Ey Nâs! Ben haktan, adaletten ayrılırsam ne yaparsınız?" diye sormuştu. Ahaliden biri: "Yâ Ömer: Seni kılıcımızla doğru yola sokarız!" diye cevap verince, Ömer:
- Elhamdülillâh, zamanımda hatamı kılıçla düzeltecek arkadaşım varmış! sözüyle memnunluğunu açıklamıştı.
Ömer -radıyallahu anh-ın halifeliği zamanında; Suriye, Filistin, Mısır gibi, kıt'alar, Bizans denilen Doğu Roma imparatorluğunun elinden alındı. İran'a hâkim olan Sâsânî saltanatı yıkıldı. Mecûsîlik denilen ateşe tapma mezhebi kaldırıldı. İran toprakları, baştanbaşa İslâm sınırları içine katıldı. Rasûl-i Ekrem'in hicret hâdisesi, müslümanlarca takvimbaşı olarak kabul edildi: (17/638). Peygamberimizin ashâbına derecelerine göre maaşlar bağlandı.
İranın ve Bizansın hazineleri, İslâm dünyasının merkezi "Medine'ye aktığı, ashâbın refah içinde yaşadığı bir sırada, müslümanların halifesi Ömer, sıkıntı içindeydi. Hazineden aldığı "kifâf miktarı" tahsisatla zor geçiniyordu.
Ashâbın ileri gelenleri bu hali gördüler. Dayanamadılar. Halifenin nafakasını artırmayı düşündüler. Ömerın kızı Hafsa'ya başvurdular. isimlerini vermeyerek, babasına tekliflerinin yapılmasını istediler. içlerinde "Osman, Ali, Talha, Zübeyr" gibi zâtlar da vardı. Rasûl-i Ekrem'in zevcesi Hafsa, ashâbın bu teklifini babası Ömere açınca, Halife Ömer:
- Rasûlüllahın, yemede, içmede, giyimde hali nasıldı? diye sordu.
- Kifâf miktarı (yeter derece) idi. cevabını alınca, sözüne şöyle devam etti:
- İki arkadaşın (Peygamberle, Ebübekir) ve ben, üçümüzün hali, aynı yolda giden üç yolcuya benzeriz. Biri (Peygamber), makamına vardı. Diğeri (Ebûbekr) aynı yolda giderek birinciye erişti. Üçûncüsü (ben) de arkadaşlarına ulaşmak ister. Fazla yükle gidersem, onlara yetişemem! dedi. (Şehbenderzâde Ahmed Hilmî, Tarihi İslâm, c:1, s: 367).
Fetihlerin çokluğuna, hazinenin zenginliğine bakmayarak, yaşadığı müddetçe, yeter dereceden fazla hiçbir şeyi kabul etmemişti.
Oniki yerinden yamalı elbisesiyle hutbe okuması, borçlu olarak ölmesi, dünya servetine tenezzül etmediğine delil sayılmaktadır.
Aynı zamanda Medine Hükümeti, Bizans imparatorluğuyla İran saltanatına karşı, harb halinde bulunuyordu. "Kudüs" patriği (Sofroniyos), şehri bizzat halifeye teslim edeceğini söyleyince, derhal arzusu, Medine'de Ömere bildirilmişti. Hazreti Ömer, kan dökülmesinı önlemek için, Medine'den Kudüs'e kadar uzun bir yolculuk yapmak zorunda kaldı. Büyük Ömer, yolda kölesi "Muğîre" ile bir deveye nöbetleşe biniyorlardı. Hattâ, Kudüs'e girecekleri zaman, binmek nöbeti kölesine geldiği için, kendisi yürüyerek, devenin yuları yedeğinde olarak, şehre girmek istemişti. Fakat, ashâb bırakmadı, bin müşkülâtla mâni olabilmişlerdi.
Hz. Ömer, Kudüs patriği ile serbest olarak görüşmüş, din bakımından hristiyanlara imtiyazlar vermiş, hattâ patrikle muahede bile yapmıştı.
Hazreti Ömer zamanında alınan Mısırın fâtihi Amr ibni Âs idi. Gûya, Amr ibni Âs, halife Ömerin emriyle İskenderiye'de Batlamyoslardan kalma kitaplığı ve içindeki yediyüzbin cild kitabı yakmış imiş!!! Tarihî hakikate hiç uymayan bu iftirayı, bazı Avrupa tarihçileri gibi, Medeniyyeti İslâmiyye Tarihi sahibi Corci Zeydan da maalesef yazmış bulunmaktadır. Ömer Rıza Doğrul der ki:
- Bu sonradan uydurulmuş bir iftiradır. Çünkü, Batlamyosların kütüphanesinin Jül Sezarın bir seferi esnasında yakıldığı malûmdur. Bundan başka, Hazreti Ömerin İskenderiye kütüphanesini yaktırdığı rivâyetini bildiren Ebülferec, bu mühim vak'adan altıyüz sene sonra yaşamıştır. Halbuki, daha evvel hristiyan ve Mısırlı tarihçiler bu meseleden bahsetmemişlerdir. (John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur'ân-ı Kerîm, Ömer Rıza Tercemesi, S: 94). Diyarbekirli Saîd Paşa da şu mühim bilgiyi vermektedir: - İskenderiye kütüphanesi, Jül Sezarın Mısır seferi esnasında yapdı. "Diyokletiyen" İskenderiye şehrini yağmalattı. Teodosyüs zamanında "Serapeum" mektebi yıkıldı. Amr ibni Âs'ın Mısır fethinden evvel, eski eserlerden kırk cild kitap kalmıştı. İskenderiye'de kütüphane ve kitap yakılmasına dair esas kitaplarda hiç bir bahse rastlamadım. Sonraki bazı müverrihlerin verdikleri malûmatın hiç biri ana kaynaklardan değildir. Bütün bu rivâyetler, ibnül-İbrî'nin eserine dayanmaktadır. İbnül-İbrî Fransızlarca "Ebülferec" olarak tanınmıştır. Halbuki Ebülferec, Anadolu'da bir yahudinin oğluydy. Asıl ismi "Margrigoros" idi. Hicretin 622 (1226) tarihinde doğmuştu. (Mir'âtül'İber, C:
6, S: 116).
Hazreti Ömer, müslümanlığa diğer dinlerden hurafelerin girmesine, puta tapıcılık âdetlerinin sokulmasına hiç dayanamazdı.
Peygamberimiz, Hudeybiye barışından önce, Mekke'lilere karşı harb açabilmek için, bir ağaç altında ashâbdan bey'at almış ve bu hâdiseye "Bey'atürridvân" denilmişti. Sonraları, bu ağaç halk arasında mukaddes sayılmaya başlanmış, puta tapıcılığa gidilmesi ihtimalin! düşünen Ömer, derhal o ağacı kestirmişti. (İbn-i Sa'd, Tabakât)
Suriye'de Gassânî hükümdarı Cebele müslüman olmuş, parlak bir alayla Medine'ye gelmiş, Hazreti Ömer de bunun müslüman oluşundan memnun olmuştu. Ancak, Hacc zamanı, Kâ'be ziyaret edilirken, yüzbinlerce hacı arasında bir köle, Gassânî hükümdarının eteğine dikkatsizlikle basıvermiş. Cebele dayanamamış, hemen bir yumruk vurarak zavallının burnunu kırmıştı: Köle, Halifeye şikâyet edince, Ömer de Cebeleyi sorguya çekti:
- Köle, eteğime bastı. Saygısızlık gösterdi. Ziyaret yeri olmasaydı, başını kılıçla ikiye ayıracaktım!.. diye cevap verince, Halife Ömer:
- Sen suçunu itiraf ettin. Şimdi, onu memnun etmeye çalış! Yoksa, aynı muameleyi sana yapmasını emredeceğim, dedi. Cebele:
- Yâ Emîr! Bu nasıl olur? Ben hükümdarım. O, âdi bir köle değil mi? Ömer:
- Müslümanlıkta hükümdarlık, kölelik yok. Eşitlik var. Bir müslüman diğerlerinden iki şey ile ayrılır: Takvâ (Allah korkusu), sağlık. (Medeniyyet-i İslâmiyye Tarihi, C: 1, S: 50).
Cebele, Halife Ömer'in adaletinden korktu. Bizans'a kaçtı. Tekrar hıristiyanlığa döndü.
Hazreti Ömer, görünüşe aldanmaz, her meseleyi inceden inceye derinleştirirdi:
- Bir adamın şöhretine, görünüşüne aldanmayınız. Namazına kapılmayınız! Aklına, doğruluğuna bakınız! derdi. (Asr-ı Saâdet, C: 7, S: 499).
Hazreti Ömer, halife olduğu zaman, hareketlerini aşırı saydığı Velîd oğlu Hâlidi hemen başkumandanlıktan azletmiş, Suriye ordusu kumandanı Ebû Ubeydenin maiyyetine vermişti. Bu olayı anlatırken:
- "Hâlidi kumandanlıktan azledişim, kendisinin namus borcu bir hareketi bulunmasından veya kendisini sevmediğimden değildir. Bu iş, halkın Hâlide karşı pek fazla teveccüh göstermesinden ve onu her şeyde başarılı saymasından ileri gelmiştir. Maksadım: Bir insanın, yalnız başına, her şeyi başaramayacağını göstermekti." demişti (Taberî).
Hazreti Ömer, istikbal için endişeliydi. Ebûbekr, kendisini halife namzedi göstermişti. Fakat, Ömer bu namzedi bulamıyor, bir fitne zuhurundan ürküyordu. "Abdullah ibn-i Abbâs", bir gün, bu mesele hakkında Ömerin fikrini öğrenmek istemiş, Aşere-ı Mübeşşereden "Abdurrahman bin Avf" için, düşüncesini sormuştu. Ömerden:
- "Ne iyi adamdır. Fakat, vücutça zayıf, yaşça ihtiyardır." cevabını aldı. Sonra Talha hakkında Ömer:
- Zengindir. Güzel giyinir, süslü gezer, dedi Namzetliğini hoş görmedi. Zübeyr için:
Ticaretle uğraşır. Zengindir. Kileden. ölçekten bahseder, diye cevap verdi. İran fâtihlerinden "Kâdısiyye" muharebesi kahramanı, büyük kumandan Ebü Ubeydeden Sa'd İbni Vakkas hakkında da fikrini sordu:
iyi bir kumandan, cesur bir asker, değerli bir harb adamıdır. Ancak, askerlik başka şey, devlet reisliği başka şeydir. Tarzında cevap verdi. Osman için de:
-Zengindir, halîmdir. Ümeyye oğullarındandır. Kabilesi başına üşüşür. Diğer kabilelerin kıskançlığına yol açar. Fitne çıkar, dedi. Hazreti Ali hakkında da:
- Âlimdir. Âbiddir. Zâhiddir. Mücâhiddir. Bir lokma, bir hırkaya kanaatkârdır. Halifeliğe lâyıktır. Ancak, lâtifeyi, mizahı sever, mütalâasında bulundu. (Kısas-ı Enbiyâ, C: 5, S: 597).
Ne yazık ki Hz. Ömer, kimseyi namzet gösteremeden, Ebû lü'lü'adlı bir İranlı köle tarafından şehîd edildi. Katil, sabah namazında Ömeri, zehirli hançerle altı yerinden yaralamış, tutulduğu zaman, intihar atmıştı. Hazreti Ömer, ancak üç gün yaşayabilmişti. (Fezleke-i Tarıh-i Düvel-i İslâmiyye, S: 80). Katilin İranlı olması, intihar etmesi, cinayetin âdî olmadığını göstermektedir. Oğlunu namzed göstermesini isteyenlere, Büyük Ömer: - Bir evden bir kurban yeter: diye cevap vermiş, halifelik işini altı kişilik şûraya bırakmıştı. (Zübdetülkısas, C: 1, S: 143). Ebûbekr gibi, Ömer de Medine Mescidine bitişik, Resûl-i Ekrem'in "Hücre-i Seâdet" denilen türbesi yanına gömüldü. -radiyallahu anh- Mezarının yerini Hazreti Âişeden istemiş. Âişe de: - O yeri kendim için ayırmıştım. Memnunlukla Ömer'e bırakıyorum, demişti. (27 Zilhıcce 23/645).
(152) (Hazreti Ömerin İslâmiyyeti kabul ettiği sırada müslümanlar şunlardı: (Ebûbekr, Osman, Ali, Zeyd, Talha, Sa'd, Abdurrahman. Saîd, Ebû Ubeyde, Hamza. Ubeydetübnü Hâris, Ca'fer, Musâb ibn-i Umeyr, ibn-i Mes'üd, lyas ibn-i Ebî Rabia, Ebûzer, Ebû Selmân ibn-i Abdül'eseö, Osman ibn-i Maz'un, Zeyd ibn-i Hârise, Bilâl, Habbâb, Mikdâd, Suheyb, Ammâr, Âmir İbn-i Füheyre, Ömer ibn-i Anbese, Nuaym, Hâtıb ibn-i Ebil Hâris, Hâlid ibn-i Saîd, Hâlid ibn-i Bekir, Abdurrahmân ibn-i Cahş, Erkam, Üneys, Vâkıd, Sâib, Âmir ibn-i Rabia, Âmir ibn-i Bekir, Ebû Ahmed ibn-i Cahş) -radıyallahu anhüm- (Asr-ı Seâdet, c: 7, S: 44).
Cevap: Hazreti Hamza -radıyallahu anh-
Hz. ÖMER -Adâletin timsâli ikinci büyük halîfe
.:..:.. Hz. ÖMER ..:..:..
Hz. Hamza’nın Müslüman olması üzerine, Mekkeli müşriklerin telâş ve endîşeleri had safhaya varmıştı. Çünkü parmakla gösterilen kahramanlardan biri de Müslüman olmuş, Resûlullahın saflarında yer almıştı. Bu beklenmedik hâdise, müşrikleri, büsbütün çileden çıkardı.
Hz. Ömer bu sırada daha Müslüman olmamıştı. Bir gün, Resûlullah efendimizi, gördüğü yerde öldürmek niyetiyle evinden çıktı. Sevgili Peygamberimizi Mescid-i Harâm’da namaz kılarken buldu ve namazın bitmesini isteyerek, dinlemeye başladı. Habîb-i ekrem efendimiz, El-Hâkka sûre-i şerîfini okuyordu.********************* ******************** ***
Kalbim meyletti
Hattâboğlu Ömer, Peygamber efendimizin okuduklarını hayranlıkla dinliyordu. Ömründe böyle güzel sözler duymamıştı. Bunu kendisi, sonradan şöyle anlatır:
“Dinlediğim bu sözlerin belâgatına, düzgünlüğüne, derli topluluğuna hayrân olmuş, niçin geldiğimi unutmuştum. Bu hâdiseden sonra, kalbimde İslâma karşı bir istek hâsıl oldu.”
Bu hâdisenin, Hz. Ömer’in Müslüman olmasında mühim te’sîri olmuştur. Çünkü kalbini yumuşatmış, Müslüman olmasına zemin hazırlamıştır.
Hz. Hamza’nın Müslüman olmasından üç gün sonra, Ebû Cehil, müşrikleri toplayıp dedi ki:
- Ey Kureyş! Muhammed, putlarımıza dil uzattı. Bizden önce gelen atalarımızın Cehennemde azâb gördüklerini, bizim de oraya gideceğimizi söyledi! Onu öldürmekten başka çâre yoktur! Onu öldürecek kişiye, yüz kızıl deve ve sayısız altın vereceğim!
Bir anda Hattâboğlu Ömer’in kalbinden, İslâma olan istek kayboldu ve yerinden fırlayarak dedi ki:
- Bu işi Hattâboğlundan başka yapacak yoktur.
- Haydi Hattâboğlu! Görelim seni! Bu işi senden başka yapabilecek kimse yoktur.
Hattâboğlu Ömer, kılıcını kuşanarak yola düştü. Giderken Nu’aym bin Abdullah’a rastladı.
Yolda Nuaym bin Abdullah kendisine sordu:
- Yâ Ömer, böyle şiddet ve hiddetle nereye gidiyorsun?
- Milletin arasına nifâk sokan, kardeşi kardeşe düşüren bir kimseyi öldürmeye gidiyorum.
- Yâ Ömer, güç bir işe gidiyorsun. Onun Eshâbı çevresinde pervane gibi dönmektedir. Ona birşey olmasın diye titremektedirler. Onun yanına yaklaşıp, zarar veremezsin!******************* ******************** ****************
Yakınlarınla uğraş
Bu söze çok hiddetlenen Hz. Ömer kılıcına sarıldı:
- Yoksa sen de mi onlardansın? Önce senin işini bitireyim.
Nuaym bin Abdullah cevap verdi:
- Sen benimle uğraşacağına, kardeşin Fâtıma ile enişten Saîd’in yanına git! Onlar, çoktan Müslüman oldular. Sen önce kendi yakınların ile uğraş!
- Hayır, onlar Müslüman olamazlar.
- Bana inanmazsan, git evlerine, kendilerine sor!
Bunun üzerine Hz. Ömer, kardeşini merak edip, öfkeyle hemen evlerine gitti. O sıralarda Tâhâ sûresi yeni nâzil olmuş, eniştesi Saîd ile kızkardeşi Fâtıma bunu yazdırıp, Hz. Habbâb bin Eret adındaki sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı.
Hattâboğlu Ömer, kapıdan bunların sesini duydu. Kapıyı çok sert çaldı. Onu, kılıcı belinde kızgın görünce, yazıyı saklayıp, Hz. Habbâb’ı gizlediler. Sonra kapıyı açtılar. İçeri girince sordu:
- Ne okuyordunuz?
- Bir şey okumuyorduk.
- Hayır, okuyordunuz. İşittiğim doğru imiş. Siz de O’nun sihrine aldanmışsınız!
Niçin utanmazsın?
Hz. Sa’îd’i yakasından tutup, yere attı. Kardeşi, efendisini kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı. Fâtıma’nın canı yanmış, kana boyanmış idi. Fakat îmân kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak dedi ki:
- Yâ Ömer! Niçin Allahtan utanmaz, âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygamberine inanmazsın? İşte ben ve zevcim, Müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen de bundan dönmeyiz.
Sonra Kelime-i şehâdeti okudu. Hattâboğlu Ömer, kızkardeşinin bu îmânı karşısında birden yumuşadı ve yere oturdu. Yumuşak sesle dedi ki:
- Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarın.
- Sen temizlenmedikçe, onu sana vermem.
Ömer bin Hattâb gusül abdesti aldı. Ondan sonra Fâtıma, âyet-i kerîme yazılı sahifeyi getirdi. Ömer bin Hattâb güzel okurdu. Tâhâ sûresini okumaya başladı. Kur’ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma’nâları ve üstünlükleri kalbini gitgide yumuşattı.
(Göklerde ve yeryüzünde ve bunların arasında ve yedi kat toprağın altındaki şeyler hep O’nundur) [Tâhâ: 6] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, derin derin düşünceye daldı. Dedi ki:
- Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin taptığınız Allahın mıdır?
- Evet, öyle ya! Şüphe mi var?
- Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altından, gümüşten, tunçtan, taştan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde bir şeyi yok.Şaşkınlığı büsbütün artmıştı. Biraz daha okudu.
(Allahü teâlâdan başka ibâdet edilecek, tapılacak hak bir ilâh, bir ma’bûd yoktur. En güzel isimler O’nundur) [Tâhâ: 8] meâlindeki âyet-i kerîmeyi düşündü. Sonra dedi ki:
- Hakîkaten, ne kadar doğru.************************ ******************** ************
Ömer ile kuvvetlendir
Habbâb bu sözü işitince, gizlendiği yerden fırladı ve tekbîr getirdikten sonra müjdeyi verdi:
- Müjde yâ Ömer! Resûlullah efendimiz Allahü teâlâya duâ ederek, “Yâ Rabbî! Bu dîni, Ebû Cehil yahut Ömer ile kuvvetlendir, buyurdu. İşte bu devlet, bu saâdet sana nasîb oldu.
Bu âyet-i kerîme ve bu duâ, Hattâboğlu Ömer’in kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. Hemen;
- Resûlullah nerede? Beni, Resûlullaha götürür müsünüz? dedi. Zîrâ kalbi, Resûlullaha tutulmuştu.
Ömer bin Hattâb’ın Resûlullahı görmek için yola çıktığı sırada, Resûl-i ekrem, Hz. Erkâm’ın evinde Eshâbına nasîhat veriyordu. Hattâboğlu Ömer’in geldiği, Erkâm’ın evinden görüldü. Kılıcı da yanında idi. Heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın etrafını sardı. Hz. Hamza dedi ki:
- Ömer’den çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıcını çekmeden başını uçururum.
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Yol verin, içeri gelsin! ****************************** ********
Îmâna gel yâ Ömer!
Cebrâil aleyhisselâm, daha önce, Ömer bin Hattâb’ın îmân etmek için geldiğini ve yolda olduğunu haber vermişti. Resûlullah efendimiz, onu, tebessüm buyurarak karşıladı. Ömer bin Hattâb, Resûlullahın önünde diz çöktü. Resûlullah efendimiz, onu, kolundan tutup buyurdu ki:
- Îmâna gel, yâ Ömer!
O da temiz kalb ile Kelime-i şehâdeti söyledi. Eshâb-ı kirâmın, sevinçten söyledikleri tekbîr sesleri göğe yükseldi.
Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonraki hâlini şöyle anlattı:
“Müslüman olduğum zaman, Eshâb-ı kirâm, müşriklerden gizlenir ve ibâdetlerini gizli yaparlardı. Bu duruma çok üzüldüm ve Resûlullaha suâl ettim:
- Yâ Resûlhttp://img159.imageshack.us/img159/9339/tevhidgentr.gif! Biz hak üzere değil miyiz?
- Evet. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ister ölü ister diri olunuz, muhakkak hak üzerindesiniz.
- Yâ Resûlhttp://img159.imageshack.us/img159/9339/tevhidgentr.gif! Mâdem ki biz hak üzerinde, müşrikler de bâtıl yoldadırlar, o hâlde ne diye dînimizi gizliyoruz? Vhttp://img159.imageshack.us/img159/9339/tevhidgentr.gifi biz, dîn-i İslâmı, küfre karşı açıklamaya daha haklı ve daha lâyıkız. Allahü teâlânın dîni, Mekke’de, hiç şüphesiz üstün gelecektir. Kavmimiz bize karşı insaflı davranırlarsa ne âlâ, yok taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız.
Yâ Resûlhttp://img159.imageshack.us/img159/9339/tevhidgentr.gif! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, hiç çekinmeden ve korkmadan, oturup İslâmı anlatmadığım bir müşrik topluluğu kalmayacaktır. Artık ortaya çıkalım.
Kabûl buyurulunca, iki saf hâlinde dışarı çıkıp, Harem-i şerîfe doğru yürüdük. Safların birinin başında Hamza, diğerinin başında da ben vardım. Sert adımlarla, toprağı un edercesine, Mescid-i harâma girdik. Kureyşli müşrikler, bir bana, bir Hz. Hamza’ya bakıyorlardı."
****************************** ******************** *******************
Beni bilen bilir
Hz. Ömer’in bu gelişi üzerine, Ebû Cehil ileri çıkıp, “Yâ Ömer! Bu ne hâldir?” deyince, Hz. Ömer hiç aldırış etmeden Kelime-i sehâdet getirdi:
- Eşhedü en lâ ilâhe illhttp://img159.imageshack.us/img159/9339/tevhidgentr.gif ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh!
Ebû Cehil ne diyeceğini şaşırdı. Donup kaldı. Hz. Ömer bu müşrik gürûhuna dönerek dedi ki:
- Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattâboğlu Ömer’im. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın! Kımıldayanı, kılıcımla doğrayıp yere sererim!
Bunun üzerine Kureyşli müşrikler, bir anda dağılıp, oradan uzaklaştılar.
Böylece, ilk defa Harem-i şerîfte açıktan namaz kılındı.
Hz. Ömer, haksızlık karşısında çok hiddetli olduğu gibi, adâletin yerine getirilmesinde de o kadar şefkâtli idi. Bu yüzden adâleti ile meşhûr olmuştur.
Bir gün at satın almak istedi. Atı tecrübe etmek niyetiyle biniciye verdi. Ata binen kimse, koştururken, at tökezleyip kazâya uğradı. Hz. Ömer atı satıcısına geri vermek istediğinde, satıcı almadı. Sonunda durum, Kâdî Şüreyh hazretlerine intikal etti. Kâdî sordu:
- At, sahibinin izniyle mi koşturuldu?
Hz. Ömer dedi ki:
- Hayır, ben denemek için koşturdum.
Atı almak macbûriyetindesiniz
Bunun üzerine, kâdî şu hükmü verdi:
- Şâyet at sahibinin rızâsı ile tecrübe edilseydi, sahibine iâde edilebilirdi. Fakat, siz sahibinden izin almadığınız için geri veremezsiniz, atı almak mecbûriyetindesiniz.
Hz. Ömer;
- Hak ve adâlet husûsunda boynumuz kıldan incedir, deyip atın bedelini verdi.
Hz. Ömer, sonu pişmanlık olan iş yapmazdı.
Onun zamanında, Müslümanlar İslâmiyeti İran içlerine kadar yaydılar. İranlı meşhûr kumandan Hürmizân, teslîm olmamak için çok direndi, fakat hayatının tehlikeye girdiğini görünce teslîm oldu. Hz. Ömer, huzûruna çıkartılan Hürmizân’a sordu:
- Bize söyliyeceğin bir şey var mıdır?
- Var! Fakat önce ölecek miyim, kalacak mıyım bunu bilmem lâzımdır.
- Konuş, sana zarar gelmiyecektir.
- Ey büyük halîfe, önceleri biz İranlılar siz Arabları öldürüyor, zorla mallarınızı ellerinizden alıyorduk. Ne zaman ki, Allah size peygamber gönderdi. Ondan sonra bizim üstünlüğümüz sona erdi. Siz azîz, biz zelîl olduk.************************ ******************** ****************************** ************
Söz vermiştiniz
Hz. Ömer, Enes bin Mâlik’e sordu:
- Ne yapalım bunu?
- Öldürmeyelim! Çünkü arkasında büyük bir kalabalık vardır. Belki onlar, ileride Müslüman olabilirler.
- Fakat o, Resûlullahın kıymetli arkadaşlarını şehîd etti. Onu sağ bırakmamız uygun olur mu?
- Yâ Ömer bunu öldürmememiz lâzımdır. Çünkü, “Konuş sana benden zarar gelmez” diye söz de vermiştin.
Hz. Ömer, kim tarafından söylenirse söylensin, doğru sözü hemen kabûl ederdi. Enes bin Mâlik hazretlerinin bu sözleri üzerine, onu öldürmekten vazgeçti. Birçok sahâbînin şehîd olmasına sebep Hürmizân'ın hayatını bağışladı.
Bir müddet sonra da, Hürmizân Müslüman oldu. Ayrıca onun vesîlesi ile birçok kimse îmâna geldi. Hz. Ömer eski can düşmanını bile maaşa bağladı. Çünkü adâlet bunu gerektiriyordu. Adâlet, şahsî fikrin, hissiyâtın üzerinde idi.
Hz. Ömer Şam’ı ziyâret ettiğinde, ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri büyük bir kalabalıkla karşıladı.
Hz. Ömer ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı. Şehre girişte, sıra köleye gelince, Halîfe devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti. ****************************** ******************** **********************
Hakîr bir kavimdik
Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halîfe, devenin yularını çeken Hz. Ömer’i de köle zannediyordu. Bunu gören Ebû Ubeyde bin Cerrâh dedi ki:
- Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halîfesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl îzâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler.
Hz. Ömer buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vâsıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder.
Bu şekilde şehre girdiler. Gerçekten bu hareketi, onun şerefini küçültmedi, aksine büyüttü. Biz bile 1400 sene sonra, burada, örnek bir hareket diye anlatıyoruz. Eğer tersi olsaydı, o zaman orada unutulup gidecekti.
Halîfe Hz. Ömer, Şam'a gidiyordu. Şam'da vebâ hastalığı olduğu işitildi.Yanında
bulunanların ba’zısı;
- Şam’a girmiyelim, dedi. Bir kısmı da;
- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım, dedi. Halîfe de buyurdu ki:
- Allahü teâlânın kaderinden, yine O’nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur.
****************************** ******************** ***********
İlk karantina
Sonra Abdürrahmân bin Avf hazretlerini çağırıp sordu:
- Sen ne dersin?
- Resûlullahtan işittim. “Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!” buyurmuştu.
Halîfe de;
- Elhamdülillah, benim sözüm, hadîs-i şerîfe uygun oldu, deyip, Şam’a girmediler.
Böylece ilk defa karantina uygulaması yapıldı. Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde, kirli hava ya’nî mikroplu hava, vebâ basilleri, herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar.
****************************** ******************** *****
Hz. Ömer, devlet başkanı seçildiğinde, Hz. Ebû Bekir’e ta’yîn edilen maaş kadar ücret alıyordu.
Bu şekilde bir müddet devam edildi. Daha sonra, Hz. Ömer, geçim sıkıntısına düştü.
Bu durumu gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ba’zıları toplanıp, bu durumu görüştüler. Zübeyr bin Avvâm hazretleri şöyle bir teklifte bulundu:
- Kendisine söyliyerek maaşını artıralım.
Teklifi bildirelim
Toplantıda bulunan Hz. Ali buyurdu ki:
- Bu teklifi kabûl edeceğini zannetmiyorum. İnşâhttp://img159.imageshack.us/img159/9339/tevhidgentr.gif kabûl eder. Gidip teklifi bildirelim.
Bu arada, Hz. Osman söz alıp buyurdu ki:
- Ömer’in hak ve adâlette ne kadar ta’vîzsiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu teklifimizi bizzat kendimiz değil, kendisini kıramıyacağı birine söyletelim. Bunu, kızı Hafsa’ya anlatalım, o teklif etsin!
Hz. Osman’ın bu teklifi uygun görülerek, beraberce Hz. Hafsa’nın huzûruna vardılar. Aralarındaki konuşmaları anlattılar. İsim vermeden, yapılan teklifleri Hz. Ömer’e bildirmesini istediler.
Hz. Hafsa babasının yanına varıp dedi ki:
- Eshâbdan ba’zıları, senin maaşını az bulmuşlar. Bunun için maaşını artırmayı teklif ediyorlar.
Hz. Ömer, bu teklife celâllenip sordu:
- Kimdir onlar?
- Fikrini öğrenmeden kim olduklarını söylemem.
- Eğer kim olduklarını öğrenseydim, onlara gereken cezâyı verirdim. Allahü teâlâya duâ etsinler ki, arada sen varsın.
Sonra kızı Hz. Hafsa’ya sordu:
- Sen Resûlullahın evinde iken, Allahın Resûlünün giydiği en kıymetli elbise neydi?
- İki tane renkli elbisesi vardı. Elçileri onlarla karşılar, cum’a hutbelerini bunlarla okurdu.
- Peki yediği en iyi yemek neydi?
- Yediğimiz ekmek, arpa ekmeği idi.
- Senin yanında kaldığı zamanlar, yerde yaygı olarak kullandığınız en geniş, en rahat yaygı neydi?
- Kaba kumaştan yapılmış bir örtümüz vardı. Yazın dörde katlar, altımıza yayardık. Kış gelince de, yarısını altımıza yayar, yarısını da üstümüze örterdik.
Artanı muhtâçlara vereceğim
Daha sonra Hz. Ömer buyurdu ki:
- Yâ Hafsa, benim tarafımdan, seni gönderenlere söyle! Resûlullah efendimiz kendisine yetecek miktarını tespit eder, fazlasını ihtiyâç sahiplerine verirdi. Kalanı ile yetinirdi. Vhttp://img159.imageshack.us/img159/9339/tevhidgentr.gifi ben de kendime yetecek olanını tespit ettim. Artanını ihtiyâç sahiplerine vereceğim. Ve bununla yetineceğim.
Resûlullah efendimiz, ben ve Hz. Ebû Bekir, bir yol takip eden üç kişi gibiyiz. Onlardan ilki nasîbini aldı ve yolun sonuna vardı. Diğeri de aynı yolu tâkip etti ve O’na kavuştu. Sonra üçüncüsü yola koyuldu. Eğer O da öncekilerin takip ettiği yolu takip eder, onlar gibi yaşarsa, onlara kavuşur ve onlarla beraber olur. Eğer öncekilerin yolunu takip etmezse, başka yoldan giderse, onlarla buluşamaz.
Müslümanlar, bulundukları yerlerde oturan gayri müslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticârî maksatla gelmiş olan gayri müslimleri de sınırları dâhilinde koruma altına alırlardı. Onların zarar görmemesi için, her türlü tedbiri alırlardı. Bunun geçmişte sayısız örnekleri vardır.
****************************** ******************** ****************************** **
Bize sığınmışlar
Meselâ, Halîfe Hz. Ömer zamanında, bir ticâret kervanı gelip, gece Medîne’nin dışına konakladı. Yorgunluktan hemen uyudular.
Bu sırada, herkes uyurken, Halîfe Hz. Ömer, şehri dolaşıyordu. Dolaşma esnasında bunları gördü.
Hz. Ömer, Abdurrahmân bin Avf’ın evine gelip, yatağından kaldırarak buyurdu ki:
- Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat, bize sığınmışlar. Eşyâları çoktur ve kıymetlidir. Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım.
Abdurrahmân bir Avf cevap verdi:
- Çok iyi olur, çok güzel düşünmüşsün, hemen geliyorum.
Sabaha kadar nöbetleşe, bu kervanı beklediler. Sabah namazında mescide gittiler. Kervanda bulunan bir genç, o sırada uyanmıştı. Bunları takip edip, arkalarından gitti.
Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Halîfe Hz. Ömer ile arkadaşı olduğunu öğrendi. Gelip, arkadaşlarına şöyle anlattı:
- Arkadaşlar! Sabaha kadar iki Müslümanın bizi bekleyip, eşyalarımızın çalınmasına mâni olduğundan haberiniz var mı?
- Müslümanların başka işi yok da, bizi mi koruyacaklar? Üstelik bizim Hıristiyan olduğumuzu biliyorlar.
- Hem de kim korudu biliyor musunuz?
- Kimmiş?
- Müslümanların Halîfesi Ömer.
- Sen yanlış görmüşsündür. Halîfenin, gecenin bu vaktinde burada işi ne? O sarayında kuş tüyü yatağında yatıyordur.
- Sizin gibi önce ben de inanamadım.
- Sonra nasıl inandın?
- Sabah olup ortalık aydınlanınca, buradan ayrıldılar. Ben de merak edip arkalarından gittim. Câmiye girdiler. Yolda karşılaştığım birisine, “Bu kim” diye sordum. “Halîfemiz Ömer” diye cevap verdi.
Daha ne duruyoruz?
Bu konuşmaları dikkatle dinleyen kâfile halkı, derin bir sessizliğe büründü. Kimsenin konuşacak, birşey söyliyecek hâli kalmamıştı.
Uzun süren bir sessizlikten sonra, içlerinden biri sessizliği bozdu:
- Daha ne duruyoruz? Bu hâl İslâmiyetin gerçek din olduğuna delil olarak yetmez mi?
Diğerleri de bu söze katıldılar. Roma ve İran ordularını perişan eden, adâleti ile meşhûr yüce Halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar ve seve seve hepsi Müslüman oldular.