Allah’ı seven, Allah’ın sevdiği her şeyi sever
Allah’ı seven, Allah’ın sevdiği her şeyi sever
Nokta
Gafletten neş'et eden dalâlet, pek garip ve aciptir. Mukareneti, illiyete kalb eder. İki şey arasında bir mukarenet olursa, yani daima beraber vücuda gelirlerse, birisinin ötekisine illet gösterilmesi o dalâletin şe'nindendir. Halbuki, devamlı mukarenet, illiyete delil olamaz.
Nükte
Arkadaş! Na'budü'deki Nun'un ifade ettiği cem' ve cemaat, fikri ve kalbi ayık olan musallînin nazarında sath-ı arzı bir mescid şekline getirir. Ve bütün mü'minlerden teşekkül etmiş, şarktan garba kadar dizilmiş safları hâvi o cemaat-i kübrâ içinde namaz kıldığını ihtar ettirir.
Ve keza, Lâilâheillallah olan kelime-i zikriyeyi bir insan vird-i zeban ettiği zaman, zamanı bir halka-i zikir tahayyül etmekle, o halkanın sağ tarafı olan mâzi cihetinde enbiyanın, sol tarafı olan istikbal cihetinde de evliyanın oturup cemaatle zikrettiklerini ve kendisi de, o cemaat-ı uzmâ içinde bulunarak şu kubbe-i minâyı dolduran yüksek, İlâhî ve tatlı sadâlarına iştirak ettiğini tahayyül etsin. Kuvve-i hayaliyesi daha keskin olanlar da kâinat mescidinde bütün masnuatın teşkil ettikleri halka-i zikirlerine girsin, şu fezayı velvelelendiren o sadâları dinlesin.
Nokta
Cenâb-ı Hakkın mâsivâsına yapılan muhabbet iki çeşit olur. Birisi yukarıdan aşağıya nâzil olur; diğeri aşağıdan yukarıya çıkar. Şöyle ki:
Bir insan en evvel muhabbetini Allah'a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla Allah'ın sevdiği her şeyi sever. Ve mahlûkata taksim ettiği muhabbeti, Allah'a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.
İkinci kısım ise, en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah'ı sevmeye vesile yapar. Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır. Ve bazan da kavî bir esbaba rastgelir. Onun muhabbetini mânâ-yı ismiyle tamamen cezb eder, helâkete sebep olur. Şayet Allah'a vâsıl olsa da, vüsulü nâkıs olur.
Mesnevî-i Nuriye, s. 63
İlgili Risale : Mesnevi-i Nuriye | 63
Cevap: Allah’ı seven, Allah’ın sevdiği her şeyi sever
Açılmaz düğümler Allahın iradesiyle açılır
Açılmaz düğümler Allah’ın iradesiyle açılır
İ’lem ey gafletli, sağır ve kör olarak, zulmetler içinde esbaba ibadet eden ahmaklar!
Cenab-ı Hakkın vücub-u vücud ve vahdetine, kâinatın mürekkebâtı ve zerrâtının elli beş vecihle yaptıkları şehadetlerin bir vechini yazacağım. Şöyle ki:
Eşyanın icadı, ya nefislerine veya esbaba olan isnadı, hayret ve istiğrabı muciptir. Bu da red ve inkârı icap eder. Bu dahi dalâletleri intaç eder. Bu ise ıztırâbât-ı ruhiye ve teşevvüşat-ı akliyeye sebep olur. Bu da ruhları ve akılları firar ettirmekle Vâcibü’l-Vücuda iltica etmeye mecbur eder. Zira her müşkülât Onun kudretiyle hallolur. Ve açılmaz düğümler Onun iradesiyle açılır. Ve kalbler Onun zikriyle mutmain olur.
Bu hakikati şöyle bir muvazeneyle izah edeceğim. Şöyle ki:
Mevcudatın fâili, yani eşyayı vücuda getiren, ya vacip ve vahiddir veyahut da mümkün ve kesirdir. Fâil vacip ve vahid olduğu takdirde, ne külfet var, ne de garabet var. Olsa bile vehmî olur. Esbaba isnad edildiği takdirde, külfet ve garabet vehmîlikten çıkar, kat’î ve hakikî bir şekilde tahakkuk eder. Çünkü, kusur ve zâfiyetten hâli olmayan esbab-ı kesireden hiçbir sebep, bir müsebbebi omuzuna kaldıramaz. Ve birşeyin icadında gayr-ı mütenahî esbabın iştiraki lâzımdır.
Meselâ, balarısı herşeyle alâkadar olduğundan, eğer icadı esbaba isnad edilirse, semâvat ve arzın iştirakleri lâzımdır.
Maahaza, kesretin vahidden suduru, vâhidin kesretten sudûru kadar zahmet değildir, daha kolaydır. Meselâ, bir kumandanın efrad-ı kesireye verdiği intizam ve yaptırdığı işleri, o efrad-ı kesire, kendi başlarına büyük bir müşkilâttan sonra yapabilirler.
Maahaza, icadın esbaba isnadında lâyüad külfet, garabet olmakla beraber, pek çok muhâlâta zemin teşkil ediyor.
1. Herbir zerrede Vâcibü’l-Vücudun sıfatlarının farzı lâzımdır.
2. Ulûhiyette gayr-ı mütenahi şeriklerin iştiraki lâzım gelir.
3. Herbir zerrenin hem hâkim, hem mahkûm olması lâzım gelir; kubbeli binalarda birbirine dayanmakla düşmekten kurtulan taşlar gibi.
4. Şuur, irade ve kudret gibi sıfatların her zerrede bulunması lâzım gelir. Çünkü, hüsn-ü san’at bu sıfatları iktiza eder.
Mesnevî-i Nuriye, s. 79