Hikmet: Kavilde ve Fiilde İsabet
http://www.hanimlar.com/image/yazi_img/kirmizicicek.jpg
Kur'an'i kavramlar arasında en çok tartışılanlardan biri de hikmettir. Hikmetin bugüne değin çok çeşitli tanımları yapılmıştır, öyle ki bunların sayısının 22'lere kadar çıktığı bilinmektedir. Elbette bir kavramın, içinde bu denli fazla anlamı nasıl barındırabildiği sorulmalıdır. Pekçok kavramsal tartışmada olduğu gibi, hikmet konusunda da, yorumcunun bağlı olduğu mezhep veya düşünce akımının, nefsin ve diğer yanıltıcı faktörlerin kavrama farklı anlamlar yüklenmesinde etkin olduğu görülmektedir. Halbuki adil ve kist sahibi ilim ehlinin üzerine düşen, Kur'an'i kavramları, olduğu gibi almak ve ulül-elbab olmanın gereği olarak, gerçeğine uygun şekilde aktarmaktır. Bu durumda yapılması gereken şey, elbette öncelikle Kur'an'a müracaat etmektir. 'Hikmet' kavramı, Kur'an'da, orjinal şekliyle pekçok yerde geçmektedir. Farklı surelerde hikmet kavramının benzer kullanımları olduğu görülmekle birlikte, kavramın gerçek anlamını yakalamak için köşe taşı fonksiyonu gördüğüne inandığımız ayetlere bakmamız gerekir. Bunlar sırasıyla Bakara: 269; Nahl: 125; Bakara: 129; Kamer: 5; Ahzab: 34; Ali-İmran: 81 ve İsra: 39. ayetlerdir. Bakara: 269. ayette Allahu Teala: "Dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilmişse ona büyük bir hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar" buyurmaktadır. Burada adı geçen 'hayrın' ne olduğu konusunda daha net bir anlayışa sahip olmak için hemen Nahl: 125. ayete müracaat edilmelidir. Bu ayette de Allahu Teala: "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır; ve onlarla en güzel şekilde mücadele et" buyurmaktadır. İşte bu iki ayet, hikmetin 'ne olduğu' konusunda bize bir ön bilgi verecektir.
Lokman Suresi 12. ayette Lokman (A.S.)'ın kendisine verilen 'hikmete' şükretmesinin istendiğini de gözönünde tutarsak ilk bakışta şu sonuca ulaşmamız mümkün olur; "Hikmet öyle birşeydir ki, ona sahip olan büyük bir hayra da sahip olmuş olur. Bu hayır, öyle birşey olmalıdır ki, örneğin Allah yoluna çağrı yapılırken, bu hassaya/bilgiye/özelliğe sahip olunması istenmektedir. 'Özlü Söz-ler'iyle bilinen Büyük hakim/hekim Lokman (a.s.) ise hikmet sahibi kişilik olarak anılmaktadır. O halde hikmet, "kişiye verilen belli bir hassa/özelliktir" ve bu özellik o kişinin seçkinliğinin nedenidir. İşte bu noktada Bakara: 129. ayetin dikkate alınması gereklidir. Ayette "içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen ve size Kitabı ve Hikmeti öğreten ve bilmediklerinizi öğreten bir elçi gönderdik" denilmektedir.
Bu ayet, hikmetin Kitap'tan ayrı bir şey olduğunun delilidir ve "Kitabı ve Hikmeti öğreten" kalıbı, klişe halinde Kur'an'ın farklı yerlerinde geçmektedir (Bakara: 129, 151; Ali İmran: 164; Cuma: 2). Aynı şekilde Ahzab : 34. ayette de Ehl-i Beyt'e hitaben: "evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve Hikmeti anın!" denilmektedir. Hikmetin Kitap'tan ayrı bir şey olduğu gerçeğine ulaştıktan sonra da derhal Ali İmran: 81. ayete başvurulmalıdır. Burada Allahu Teala yeminle, "bütün peygamberlere Kitap ve Hikmeti verdiğini" söylemektedir. Yani bu ayette, bütün peygamberlerin hikmet ile donatılmış oldukları bildirilmektedir. Evet, hikmet kavramının özüne vakıf olmak için öncelikle referans alınması gereken ayetler işte bunlardır.
İlk adımı bu şekilde attıktan sonra, yine Kur'an'dan yola çıkarak, hikmet kavramına biraz daha açıklık getirmeye çalışalım. Kur'an'da hikmetle ilgili olarak yeralan diğer ayetleri incelediğimizde görürüz ki; Peygamberimiz, ümmetinden kendilerine indirilen kitabı ve hikmeti anmasını istenmektedir (Bakara: 231) İsa (a.s.)'ya da Kitap, Tevrat ve İncil'le birlikte hikmet öğretilmiştir (Ali İmran : 48; Maide : 110). İbrahim (a.s.)'in soyuna kitap ile birlikte hikmet verilmiştir (Nisa : 54). Müşrikler gözleriyle devirmek istedikleri peygambere zarar veremeyeceklerdir, zira Allah O'na Kitap ve Hikmet vermiş ve ona bilmediklerini öğretmiştir (Nisa : 113). İsa (a.s.), kavminin ayrılığa düştüğü hususlarda onlara hikmetle gelmiş (Zuhruf : 63) ve Davud (a.s.)'a da mülk, anlatım çarpıcılığı ve hikmet ayrı ayrı verilmiştir (Şad : 20).
Bu ayetler de göstermektedir ki, Hikmet, Kur'an'da Kitap'tan (yani vahiyden) ayrı bir kavram olarak kullanılmıştır ve 'Hikmet'in verilmesi' deyimi, asla vahyin verilmesi gibi değildir. Hikmetin verilmesiyle kastedilen şey, tıpkı Hadid suresinde geçen 'demirin indirilmesi' tabirindeki anlamdır. Allah demiri asla 'indirmemiştir'. Demir yerdedir; ama demire o 'sağlamlık ve direnci' Allah vermiştir. Allah, mülk, anlatım çarpıcılığı ve Hikmeti de, tıpkı bunun gibi verir. Bizler "Allah bu kuluna zenginlik vermiş ya da ilim vermiş" dediğimizde, asla Sünnetullah dairesi dışına çıkılarak, gökten zenginlik veya ilim indiğini kastetmeyiz. Kişinin, zengin ve ilim sahibi olmasının yolları vardır ve bunlar eşyaya konulmuş olan kanunlara tabidirler. Bu kanunlara tabi olunarak elde edilen zenginlik veya ilim ise, vehbi değil, elbette kesbidir. İnsanın çalışmakla kazanamayacağı tek şeyin Peygamberlik olduğu hatırlanırsa, 'verilmiş olan hikmetin' Kitaptan ayrı olduğu da rahatlıkla anlaşılabilir.
Hikmet kelimesinin bu anlamı taşıdığının son iki kanıtı ise, Kamer: 5 ile İsra: 39. ayetlerdir. Kamer: 5'te Allahu Teala, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerin beyan edilip, tüm açıklığıyla anlatılmasını "Hikme-tün Baliğatün" olarak açıklamaktadır. Yani geçmiş ümmetlerin başından geçen olaylar, bizim için, "gayesine varan ibretler" olarak sunulmuştur. Bu ayette bize denilmektedir ki; "Biz bu ümmetlerin yaşadıkları hadiseleri, 'boşa anlatmadık'; bunların bir gayesi vardır. Bu gaye, Allah'ın vaadinin hak olduğunu siz kullara açıkça göstermektir. Bu gayeye, bu ümmetlerin başından geçen olaylardan daha iyi ulaştırılacak hiçbir vasıta da bulunamaz. Zira bu hadiseler tarihsel gerçeklerdir ve ibret almak isteyenler için, kesin delillerdir." Kısaca bu ayette, bir gaye belirlenmekte ve o gayeye ulaştıracak en isabetli yol da gösterilmektedir. Yani bir amaç-araç veya sebep-sonuç ilişkisinden bahsedilmektedir.
Hadisler arasında da 'hikmetten bahsedildiğini biliyoruz. Bunların içinde en meşhur olanı Tirmizi ve İbn-i Mace'nin naklettikleri "Hikmet, müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır' hadisidir. Bu hadisten başka pek dikkat çekmeyen ancak rivayet senedi daha güçlü olan Buhari ve Müslim'in ortak rivayeti olan bir başka hadis daha vardır. Bu hadiste: "yalnız iki şey hased (gıpta) edilmeye değer; bunlar da: Allah'ın kendisine vermiş olduğu Hikmetle hükmeden (yakdi) ve onu halka öğreten kişidir" denilmektedir. Ayrıca Daremi, peygamberin "hikmetin konuşulup yayıldığı kutlu bir meclis'ten bahsettiğini nakleder ve Tirmizi de peygamberimizin "ben hikmetin şehriyim, Ali de onun kapısıdır" dediğini bildirmektedir. Özellikle Buhari ve Müslim hadisinde hikmet kelimesinin "hükmetme'nin (yakdi = kaza = karar verme) bilgisi" anlamı taşıdığını görürüz ki, bu anlam, kelimenin özüne uygun düşmektedir. Zira kadı (hükmeden = karar veren) kişi, sözkonusu olayın künhüne vakıf olacak ve illiyet bağını doğru bir biçimde kuracak; kararını da buna göre verecektir. Yani verdiği karar isabet taşıyacaktır. Kararı isabetli olan kişiye ise ancak saygı duyulur ya da gıpta edilir...
İşte bütün bu bilgilerden yola çıkılarak, ilim ehli 'hikmet' kavramının içeriği konusunda değişik açıklamalar getirmişlerdir. Bunlardan Fahruddin Razi, hikmeti "işleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak", "herşeyi yerli yerine koymak" ve "eşyanın hakikatlerini bilme" olarak görmüş ve hikmetli kişinin "akıllıca konuşan, delile dayanan ve görüşleri isabetli olan kişi" olduğunu söylemiştir. Razi, hikmetin, nübüvvet ve Kur'an'dan ayrı olduğunda da ısrar etmiştir.
Ragıp el-İsfahani ise hikmeti, "akıl ve ilimle hakka isabet edilmesi" ve "eşyanın bilgisine sahip olmak" şeklinde tarif etmiştir. Hikmet için müfessir Mücahid, "kavilde ve fiilde isabet"; İbrahim en-Nehai, "eşyanın anlamını bilmek ve anlamak"; Şüreyk, "fehm"; Elmalılı Hamdi Yazır ise "bir illiyet ve maluliyet bir sebebiyet-ü müsebbeyet ve bir manayı terettübtür" demiştir. Ayrıca Elmalılı, hikmet kelimesine, "siyaset", "icad", "adalet" anlamlarının yüklendiğini de bildirmektedir. Mutezile hikmeti, "anlayış kuvveti ve delil getirme" olarak görürken, tasavvuf ekolü de kelimeye "ilmi ledünni" anlamını vermiştir.
Bu tanımlara dikkatle bakıldığında, hemen hepsinde ortak bir anlam olduğu rahatlıkla görülebilecektir. Biz burada bu anlamı yakalayan iki çağdaş müslüman alimin hikmet hakkındaki görüşlerini aktarmayı uygun buluyoruz. Mevdudi, Nahl: 125. ayetin tefsirinde hikmeti şöyle tarif ediyor: "hikmet, tebliğ ve telkin sırasında budalaca ve şuursuzca davranmamak, aksine muhatabın zihniyetine, meyline, kabiliyetine, istidadına ve içinde bulunduğu şartlara göre akıllıca ve ölçülü konuşmak, vaaz ve nasihatte bulunmak demektir. Her bölge, her grup ve her kişinin mizacına ve tabiatına uygun olarak hareket edilmelidir. Söz konusu olan milletin ve halkın başlıca hastalığının ne olduğu araştırılmalı ve ona göre ilaç ve tedaviye başvurulmalıdır".
Yine Mevdudi, hikmet üzerinde konuşurken en çok müracaat edilen Bakara: 269. ayetin tefsirinde de hikmeti şu özlü ifadelerle tanımlıyor: "Hikmet, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırmaya yarayan bilgidir".
Seyyid Kutup ise, yine Bakara: 269. ayetin tefsirinde: "Hikmet sayesinde herşeyin ortası ve normali bilinir. Vakıaların yerine oturtulması, idrak ve Basiret ile anlaşılması mümkün olur. Bir kere hikmet bahşedilmiş olan kimseye itidal verilmiştir ki, onun sayesinde haddi tecavüz edip azgınlık yapmaz. Sebep ve neticeleri bilme hassası verilmiştir ki, bununla meseleleri ölçüp değerlendirir ve yanılmaz. Hikmetli kişi, basiretlidir ve isabetli ve doğru kararlar verir. Bunun içindir ki hikmette pekçok hayır gizlidir".