İŞarİ tefsİr ne demektİr?
İŞARİ TEFSİR NE DEMEKTİR?
İşari mana, bir kelamın doğrudan değil, işaret olarak ince anlamlar taşımasıdır. Mesela, katıldığı toplantıdan erken dönen birine, “niçin erken döndüğü” sorulduğunda “hava soğuktu, fazla kalamadım” dese bununla hem maddi havanın soğukluğunu nazara verebilir, hem de toplantıdaki uygunsuz ortama dikkat çekebilir.
Fıkıh âlimleri kıyas yoluyla bazı neticelere varırlar. İşari tefsir mensupları da istihrac ettikleri manalarla ibret alırlar. Fukahanın yaptığı kıyas hem sahih, hem batıl olabileceği gibi, işari tefsir de hem sahih, hem batıl olabilir. Mesela, "Ona (Kur’ana) ancak tertemiz olanlar dokunabilir" (Vakıa, 79) ayetini "Levh-i mahfuz" veya "mushaf" şeklinde anlayıp, buradan "nasıl ki Kur'ana ancak temiz beden dokunabilir. Onun gibi, Kur'anın manalarını da ancak müttaki insanların temiz kalbleri zevkedebilir" neticesine ulaşmak güzel bir manadır. Keza, "içinde köpek ve cünüp bulunan eve melekler girmez" (Ebu Davud, Taharet, 89) hadisinden "kibir ve hasedle kirlenmiş kalbe de iman hakikatleri girmez" sonucuna varmak isabetli bir yorumdur.
Makbul bir işari tefsir için şu dört esasa dikkat çekilmiştir:
1-Kuranın zahirine aykırı olmaması.
2-Onu teyid eden şer'i bir şahidi olması.
3-Şer'i ve akli bir bir muarızı olmaması. Yani, şer'an ve aklen reddedilmemesi.
4-Zahiri mananın reddedilip, "bundan murat ancak bu işarî manadır" denilmemesi.
Konuyu bazı örneklerle açmakta yarar görüyoruz:
1-Allahın yardımı ve fetih geldiğinde insanların fevc fevc Allahın dinine gireceklerini haber veren "Nasr" suresi nazil olduğunda, artık Rasululllahın dünyadaki görevi bitmek üzere olduğunu hisseden Hz. Ömer ağlamaya başlar.
Keza, Hz. Peygamber ömrünün sonlarına doğru bir konuşmasında "bir kul dünyada kalmakla Allaha dönmek hususunda muhayyer bırakıldı. O, Allah katında olanı seçti" deyince, Hz. Ebubekir gözyaşlarını tutamaz. (Buhari, Menakıbu'l- Ensar, 45) Hâlbuki aynı hadisi duyan nice insan, o anda Hz. Ebubekirin hissettiğini hissetmez.
Hz. Ebubekir, veda haccında nazil olan "bugün dininizi kemale erdirdim ve size olan nimetimi tamamladım" (Maide, 3) ayetini duyunca "kemalden sonra ancak noksan vardır" der, Hz. Peygamberin vefatının yaklaştığını hisseder, ağlar.
2-"Musa kavmine "ey kavmim! Siz buzağıyı ilah edinmekle nefsinize zulmettiniz. Yaratanınıza tevbe edin ve nefislerinizi öldürün" dedi." (Bakara, 54)
Ayet, Hz. Musanın kavminin buzağıya tapması olayıyla alakalıdır. Ancak, her kavmin taptığı bir buzağı vardır. Kimi para buzağısına tapar, kimi şehvet buzağısına. Kimi makam buzağısına tapar, kimi heva buzağısına... Dolayısıyla, hevadan alıkoymak suretiyle nefsi öldürmek lazımdır.
3-"Allah gökten bir yağmur indirdi de, vadiler kendi miktarınca sel oldu. Sel de üzerine çıkan bir köpük yüklenip götürdü. Ayrıca süs eşyası veya alet yapmak için ateşte üzerini yakıp erittikleri madenlerden de bunun gibi bir köpük oluşur. İşte Allah hak ile batılı böyle misallendirir..." (Ra'd, 17)
Ayet hak ve batıl mücadelesini anlatmaktadır. Hamdi Yazır, gökten indirilen yağmurun İlahi vahyi temsil ettiğini, bunda beşer kesbinin bir müdahalesi olmadığını; madenlerden süs eşyası ve alet yapılmasının ise beşerin kesb ve ictihadı ile istinbat ve telif olunan hak malumatı temsil ettiğini söyler ve şu neticeye varır: "Bunların ikisi de esas itibariyle Hakk'ın birer ihsanıdır."
Gazali, ayetle ilgili şu yorumu yapar: Ayette geçen su, Kurandır. Vadiler kalblerdir. Her kalbin kapasitesi farklı farklıdır. Köpük, küfür ve nifaktır. Her ne kadar suyun üstünde görülse de, köpüğün sebatı yoktur. İnsanlara faydası olan hidayet ise, kalıcıdır.
Bir başka cihetten ise, ayette geçen su, ilim ve imana işaret eder. Her kalb kendi miktarınca ilim ve imandan nasibini alır. Suyun üzerindeki köpük gibi, bu ilim ve imanda şüpheler, şehvetler zuhur eder. İnsanlara fayda verecek şeylerin, madenlerin ayrışma ameliyesinden sonra kalması gibi, faydalı ilim de kalblerde sebat bulur.
4-"Muhammed Allahın elçisidir. Onunla beraber olanlar, kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları Allahtan bir lütuf ve rıza isteyerek rüku ve secde eder vaziyette görürsün..." (Fetih, 29)
Fetih suresinin bu son ayeti, Hz. Peygamberin ashabını seçkin vasıflarıyla haber vermektedir. Ancak bu tarz tavsifte, Hasan-ı Basrinin de dikkat çektiği gibi, dört halifeye bir işaret de sezilmektedir. "Onunla beraber olanlar" ifadesi Hz. Peygamberle mağarada özel beraberliğe, hususi sohbete mazhar olan Hz. Ebubekire baktığı gibi, "kafirlere karşı şiddetli" ifadesi Hz. Ömere, "kendi aralarında merhametlidirler" ifadesi Hz. Osmana, "Sen onları Allahtan bir lütuf ve rıza isteyerek rüku ve secde eder vaziyette görürsün" ifadesi Hz. Aliye işaret etmektedir.
Mezkûr ayetten dört halifeye işaret sezmek işari bir tefsirdir. Fakat "ayetten murat bu dört halifedir" demek, haddi tecavüzdür, batıniliğe kaymaktır.
Cevap: İŞarİ tefsİr ne demektİr?
Allah cc razı olsun sıla ablacım
Cevap: İŞarİ tefsİr ne demektİr?
İşari Tefsir ve Sahası
Prof. Dr. Muhammed ÇELİK
Kur'ân-ı Kerim, anlaşılmak ve amel olunmak için geldiğini açıkça bildirmektedir. "Biz, Kur'ân'ı anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?" (Kamer, 54/17, 22, 32, 40) Bu itibarla, nüzûle başlamasıyla birlikte anlaşılması için çalışmalara da başlanmış; bu yöndeki faaliyetler, ilk zamanlarda "te'vil", daha sonra genellikle "tefsir" adıyla anılmıştır. İlk müfessir ve semavî orijinine en uygun yorumlar getiren Hz. Peygamber'e ve vahiy atmosferini yaşamaya mazhar olan sahabeye dayanan rivâyet ağırlıklı tefsire, sonraları çoğunlukla bu rivâyetlere aykırı düşmeyecek şekilde akıl, tefekkür ve her sahada gelişen ilimlerin daha bariz bir tarzda devreye girmesiyle dirâyet tefsiri katılmıştır. Böylece, içtimaî tefsir, lügavî tefsir, edebi, hukuki, fenni ve daha başka tefsir çeşitleri ortaya çıkmıştır. Bunun yanında, usûl bakımından daha farklı ve daha hususi bir bakış açısını yansıtan işarî tefsir adı verilen çalışmalar da yapılmıştır. Bu faaliyetler, kesintisiz devam etmektedir. Gazzalî'nin deyişiyle bu durum, "Kur'ân'ın kıyısız bir umman" (Cevâhiru'l-Kur'an, 15) olduğunun bir göstergesidir.
Klâsik kaynaklarımızda işarî tefsir geniş bir alana şamil olarak görülmektedir. (Suyutî, İtkan, 4/225) Sonraları bu tefsir, sûfî veya tasavvufî tefsir olarak görünmeye başlamıştır. Konu ile ilgili literatürü incelediğimizde, işâri tefsirin, tasavvufî tefsire münhasır olmayıp, tasavvufî tefsiri de içine alan daha kapsamlı bir faaliyet olduğunu görüyoruz.
Âyet ve İşarî Tefsire Delâlet Eden Bazı Âyetler
İşarî tefsire delâlet eden birçok âyet vardır. Yusuf (a.s.), hâdiseleri ve rüyaları tabir ilmini Allah'ın kendisine öğrettiğini ifade eder (Yusuf, 12/37). Gözlerini kaybeden babasının gözlerinin kendi gömleği ile açılacağını bildirmesi ve dediği gibi olması (Yusuf, 12/93-96) yine bu ilmin cümlesindendir. Onun bu ilmi kesinlik bildirir. (Taberî, Camiu'l-Beyan, 7/220)
Hz. Yakub'un, (a.s.) Filistin'den, Mısır'da bulunan oğlu Yusuf'un kokusunu almasını imkânsız görenlere: "Allah'tan aldığım ilimle ben sizin bilmediğinizi bilirim" (Yusuf, 12/96) dediğini öğreniyoruz. Bu âyet ve özellikle Kehf Sûresi 78-82. âyetlerinde, Hızır'ın, Hz. Musa'ya verilenden başka bir bilgiye sahip olduğunu anlatan kıssa, Allah'ın bazı kullarına lütfettiği bir kavrayış ve ledünnî bir ilim olduğunu açıkça bildirmektedir. Kehf Sûresindeki bu kıssa, açık ve tatbikatlı olarak bu âlemde ve hayatta bilinen ve keşfedilen şeylerin ötesinde bilinmeyen pek çok şey olduğunu ispatlamaktadır. Ayrıca Kur'ân, işaretten anlamayı açıkça teşvik etmektedir: "Kesinlikle bunda işaretten anlayanlar için nice ibretler (âyât) vardır." (Hıcr, 15/75)
Buradaki anahtar kavram âyettir. Geniş bir mânâ alanına sahip olan âyet kavramı, Kur'ân'da belirti, hüccet, mu'cize, ibret, hayrette bırakan görülmemiş iş, Kur'ân âyeti, yerde, gökte ve ikisi arasında bulunan varlıklardan alınacak ibretler, dersler, işaretler, kıyâmet alâmetleri vb. anlamları ifade eder. (M. Çelik, Kur'ân'ın İknâ Hususiyeti, 12-15) Bu anlamların hemen tümünün işarî yönü vardır.
Ragıp el-İsfehânî, âyet maddesini açıklarken şunları kaydeder: "Âyet, bariz alâmet demektir. Bunun hakikati, görünen bir şeyin görünmeyen başka bir şeye delâlet etmesidir. Bu ikisinden, yani görünen ve görünmeyenden, görünürde olanı idrak eden kimsenin bizzat görmediği diğerini de idrak ettiği anlaşılır. Çünkü bu ikisinin hükmü aynıdır. Bu, akıl ve duyulara göre açıktır. Takip edilecek yol için onu gösteren işareti tanımanın gerekli olduğunu bilen kimse, işareti görünce yolu bulduğunu anlar. Aynı şekilde, yapılmış bir şeyi (masnu') görünce, onu yapanın (Sani') varlığını da bilir". (Müefredât, ÂY md.)
Allah Teâlâ'nın iki nevi âyeti vardır; birisi varlık âlemindeki kevnî ("sözsüz") âyetler, diğeri de münzel Kitâp'taki kavlî (sözlü) âyetlerdir. (H. Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 1/569) Kur'ân, hem sözlü, hem sözsüz âyetlerden işaret almaya teşvik etmektedir. Biz, sözlü âyetler olan Kur'ân âyetlerinin işârî anlamları üzerinde duracağız.
"Kur'ân'ı iyice düşünmüyorlar mı? Yoksa, kalblerin üzerinde üst üste kilitleri mi var?" (Muhammed, 47/24) "Kur'ân'ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda birbiriyle çelişen çok şey bulurlardı" (Nisa, 4/82) gibi âyetler, işarî tefsiri de teşvik etmektedir. Allah kullarını, zahir ve bâtın nimetlere boğmuştur. Nimetlerin başında gelen Kur'ân'ın da (Duhâ, 93/11; Kalem, 68/1-2), zahirî lâfzî anlamlarının yanında, belki ilk bakışta fark edilemeyen derunî anlamları o nimetlerin elbette en mühimlerindendir. Allah'ın Zâhir ve Bâtın isimlerinin olması (Hadid, 57/3), O'nun kelâmının da zâhir ve bâtın yönlerinin olabileceğini düşündürür.
Hurûf-u Mukattaa
İşârî tefsirin yoğun olarak görüldüğü yerlerden biri Huruf-u Mukattaa'dır. Taberî, Arap dili bilginlerinin Huruf-u Mukattaa'yı sadece alfabe harflerinden ibaret görmelerini doğru bulmayarak şöyle der: "Huruf-u Mukattaa'yı, ‘Bu Kitab'ın bütün harflerinde şüphe yoktur’ şeklinde yorumlamak yanlıştır; çünkü bu, sahabe, tabiûn ve onlardan sonra gelen tefsir ve te'vil otoritelerinin görüşüne aykırıdır." (Camiu'l-Beyan, 1/125-126) İbn Atiyye, çoğunluk âlimlerin (cumhur), sûre başlarında yer alan Huruf-u Mukattaa'nın bir takım mânâlar ihtiva ettiği görüşünde olduğunu kaydeder (el-Muharreru'l-Veciz, 1/82). Bedruddin ez-Zerkeşî, de aynı görüşe meyledip der ki: Bu konuda farklı iki görüş vardır:
Birincisi: Bunlar, gizli bir ilim, kapalı bir sır olup bilgisi Allah'a mahsustur. Fahruddin er-Râzî, kelamcıların bu görüşü kabul etmeyip şöyle dediklerini nakleder: "Allah'ın Kitabı'nda, insanların anlamadığı hususların bulunması caiz olmaz; çünkü Allah Teâlâ, Kur'ân üzerinde iyiden iyiye düşünülmesini ve O'ndan ahkâm istinbâtını emretmiştir."
İkincisi: Huruf-u Mukattaa'nın muradı bilinmektedir. Bu konuda, uzak veya yakın yirmiden fazla görüş olmakla birlikte şu görüş, birincisini de kapsamakta ve onu açıklamaktadır. "Allah'ın her kitapta bir sırrı vardır. O'nun Kur'ân'daki sırrı ise, bazı sûrelerin başında gelen Huruf-u Mukattaa'dır". İbn Fâris şöyle der: Sanırım, bu sözü söyleyen şunu kastetmiştir: "O sır, Allah'tan ve ilimde ileri gidenlerden başkasının bilemeyeceği sırlardandır." (el-Burhan fî Ulûmi'l-Kur'an, 1/174) Huruf-u Mukattaa'nın bir takım anlamlar ifade ettiğini kaydeden âlimler, açıktır ki, işarî tefsire de yol vermiş olmaktadırlar.
Zâhir, Bâtın, Had, Matla'
Hz. Peygamber'in (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "İyi bilin ki, bana Kur'ân verildi, onunla beraber bir misli daha var." (İbn Hanbel, Müsned, 4/131) "Her âyetin bir zahrı, bir de batnı; her harfin bir haddi, her haddin bir matlaı vardır." (İbn Hibban, Sahih, 1/146) Her ne kadar birinci hadisten kasdın Sünnet olduğu görüşü söz konusu ise de, Hz. Ebu Hüreyre'nin (r.a.), "Allah Resûlü'nden iki kap dolusu ilim belledim. Bunlardan birini saçtım, neşrettim. Diğeri de neşredecek olsam, başım gider" (Buharî, "İlim," 42) sözünü dikkate aldığımızda, bu her iki hadisin de işarî tefsirin dayanakları arasında olduğunu söyleyebiliriz.
İmam Suyûtî, bu ve buna yakın mânadaki hadisleri kaydettikten sonra şöyle der:
Zahr ve batn'ın birçok mânâları vardır. Ezcümle:
1. Âyetin bâtın mânâsını araştırıp, elde edilen mânâyı zahiri ile karşılaştırınca esas mânasına vâkıf olunur.
2. Her âyete göre amel edecek bir topluluk (veya insanlar) vardır, ayrıca ona göre amel edecek bir kavim (veya insanlar da) gelecektir.
3. Âyetin zahiri lafzıdır; bâtını ise te'vilidir.
4. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: "Allah Teâlâ'nın, geçmiş toplumları ve onların başlarından geçen olayları anlatmasından ilk etapta (zahir) önceki insanların yok edilmelerini haber verdiği anlaşılır; bu, sadece bir toplumun durumunu anlatmaktır. Bu kıssaların bâtınî derûnî mânâsı ise, sonrakilere va’z u nasihat etmek ve onları, öncekilerin yaptıkları kötülüklerden sakındırmaktır. Aksi takdirde, onlar da öncekilerin başına gelenlerin aynısına maruz kalırlar."
5. En-Nakîb, beşinci bir görüş zikretmiştir: Âyetin zahrı, onun âlimlere açıkça görünen mânâlarıdır. Batnı ise, âyetin ihtiva ettiği sırlardır ki, Allah Teâlâ hakikat erbabını bunlara muttali kılmıştır. Her harfin bir haddi var ifadesinin anlamı; Allah'ın, onun mânâsı için irade ettiği bir sınır var, demektir. Her haddin bir matlaı vardır, ifadesinin anlamı ise; kapalı olan mânâlardan ve hükümlerden her birini bilmeye, tanımaya ve muradına vakıf olmaya yönelik bir giriş (açık kapı) var demektir. Nitekim İbn Abbas, şöyle demiştir: "Kur'ân'ın dalları ve fenleri vardır; zahrları ve batnları vardır. Onun harikaları tükenmez; onun nihayetine varılmaz. Onunla rıfk ile yürüyen kurtuluşa erer, ancak ona şiddetle yaklaşan batar." Ayrıca, İbn Mesûd'un, "Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini arzulayan Kur'ân'ı deşelesin" sözü de bu çerçevede değerlendirilmiştir. (el-İtkan, 4/225-226)
İşarî Tefsir ve Dinî İlimler
İşari tefsir geniş bir alana sahiptir. Meselâ, kaynaklarımızda, hadis otoritelerinin âyetlerden, hadis ilmine dair işaretler aldıklarını okumaktayız.
Misal 1: "De ki: 'Allah'tan başka yalvardıklarınızı gördünüz mü? Onlar yerden neyi yarattılar? bana gösterin! (..) Eğer doğru iseniz bundan önce gelmiş bir kitap, yahut (önceki peygamberlerden) bir bilgi kalıntısı getirin'." (Ahkaf, 46/4)
Muhaddisler, bu âyetteki "bilgi kalıntısı" ifadesinden, "hadis için isnadın şart olduğuna" delil çıkarmışlardır. (Süyutî, Tedrîbu'r-Ravi, 341)
Misal 2: "Gün gelecek, her sınıftan insanları, tâbi oldukları önderlerine (imâm) nispet ederek çağıracağız. (..)" (İsrâ, 17/7) âyeti hakkında hadisçiler şöyle demiştir: "Hadis ehlinin bundan daha şerefli mertebesi olamaz; çünkü onların Hz. Peygamber'den (s.a.s.) başka önderleri yoktur. (a.g.e., 317)
Örnek 3: Hadisçiler, hadis kitabeti ve tedvini için yine bir âyetten işaret almışlardır. Bahis konusu âyet, Hz. Musa ile Firavun arasında geçen konuşmayı bildirmektedir: Firavun: "Peki, ya ilk nesillerin hâli ne olacak? dedi." Musa: "Onların bilgisi Rabbimin yanında bir kitapta kayıtlıdır, Rabbim şaşmaz ve unutmaz, cevabını verdi." (Tâhâ, 20/51-52) İyâd'ın naklettiğine göre, aralarında Ebû Kılâbe ve Ebû'l-Müleyh'in de bulunduğu birçok sahabe ve tabiûn, mezkûr âyeti hadis (kitâbeti) ve tedvini için delil getirmişlerdir. (a.g.e., 276)
Fıkıh ilminde lafzın delaleti önce zahir, peşinden işarî anlam açısından ele alınır.
Kur'ân'ın ilk etapta anlaşılan mânâyı ele alan tefsirinin yanında, bir de ilk etapta görülmeyen, üzerinde düşünülünce elde edilebilen mânâyı inceleyen işarî tefsiri vardır. Bu itibarla, hemen bütün tefsir kitaplarında, sarih veya zâhir tefsirin mukabili olarak işarî tefsir yer almaktadır. Bu tefsirin bir özelliği de, taklitten tahkike götürmesi, muhakeme, tefekkür ve kalb gibi melekeleri harekete geçirmesidir. (Bakara, 2/170; Mâide, 5/104; Hûd, 11/62-63 vb.)
Gazzalî, Cevâhiru'l-Kur'ân'da, Kur'ân ile ilgili iki disiplini birbirinden ayırır. Bunlar dışa (zevahir) dair ilimler ile öze ait ilimlerdir. Ayrıca Gazzalî, adı geçen eserinin dokuzuncu faslını "Kur'ân'ın ihtiva ettiği remizler ve işaretler" konusuna ayırmıştır. (s. 58) Râzi, Fatiha Sûresi'nin tefsirinde, Besmele'ye dair yirmi dört nükte (işaret) kaydeder.
Kâdi Beydâvî, tefsirinin mukaddimesinde, Kur'ân'ın nüktelerini, inceliklerini (letâif) ortaya koymak için bu eseri kaleme aldığını bildirir.
Kur'an'ın Gelecekten Haber Vermesi
Ebû Hayyân, şöyle bir not düşer: "Ebû Cafer b. ez-Zübeyr'in, Ebu'l-Hakem b. Berrecân'dan naklen anlattığına göre o, Rûm, 30/1-2. Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildi âyetinden, Müslümanların, (Haçlıların eline geçen) Beytu'l-Makdis'i, senesini ve gününü de tayin ederek fethedecekleri sonucunu çıkarmıştır. O zaman, Beytu'l-Makdis (Kudüs) henüz Hırıstiyanların idaresindeydi. Derken İbn Berrecân, fetih için belirlediği tarihten önce vefat etti. Onun vefatından bir müddet sonra, Müslümanlar orayı, Ebû'l-Hakem'in haber verdiği tarihte fethetti." (30/1-2 hk. s. 374-375)
Bir nevi işarî tefsir olan "ebced hesabı"na göre yapılan yorum ve açıklamaların başka örnekleri de vardır. Sebe' Sûresi 15. âyetteki "beldetün tayyibetün" terkibi için denir ki: "İttifakat-ı bediadandır ki 'beldetün tayyibetün' lâfzı ebced hesabiyle İstanbul'un fethine tarih düşmüştür: Hicrî 857 (Milâdî 1453). Molla Câmi merhumun bir hediyesi olmak üzere maruftur." (Hamdi Yazır, 6/3956)
Bu hususta Âlûsî der ki: "Muhyiddin İbn Arabî, Irâkî vb. âriflerin Kur'ân-ı Azîm'den gaybe dair bilgiler elde ettikleri meşhurdur. Bu, bir takım hesap kaidelerine ve harf işlemlerine dayanır ki, bu konuda seleften bir şey varid olmamıştır. Şu da var ki, Allah Teâlâ'nın fazl ü keremi sınırsızdır ve O'nun Kitabı, beşerin hatırına gelebilen her şeyin üstündedir. Hz. Ali'ye (r.a.): 'Resulullah size başkalarından gizlediği bir sır söyledi mi?' diye soruldu. O şöyle dedi: 'Hayır, nezdimizde Allah Teâlâ'nın, bir kuluna Kitabı'ndan bir anlayış vermesinden başka bir şey yoktur." (Alûsî, 21/20)
İşari tefsir çoğunlukla; işaret, îmâ, remiz, nükte gibi tabirlerle ifade olunmaktadır. Meselâ, şu ifadede, işareten kelimesi bizim kastettiğimiz anlamda kullanılmıştır: "Kur'ân'dan birçok ilimlerin esası elde edilmiştir. Bir kısım âyetler vardır ki, başka bir takım ilimlerin, fenlerin mevzularını teşkil eden meseleleri îcazkâr bir surette özet olarak saraheten veya işareten ihtiva etmektedir" (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 1/95)." Hümeze Sûresi 7. âyeti “O ateş gönüllere işler hakkındaki "Erbab-ı işaret, bunda ruhânî azabın şiddetine işaret olduğunu söylerler" (Hamdi Yazır, 9/6094) ifadesi de bu anlamdadır.
Değerlendirmeler
Bediüzzaman Said Nursî, işarî tefsiri değerlendirirken, zahir gibi bâtın ve mecazda da ifratı tehlikeli görür: "Her şeyi zahire hamledip zahirîlerin yanlış mezhebini ortaya çıkarıncaya kadar tefrit etmek ne kadar zararlı ise, her şeye mecaz gözüyle baktırıp sonunda bâtınîlerin batıl mezhebini sonuç verecek kadar ifrat sevgisi daha zararlıdır". (Muhekamât, 23). O, böyle derken, tabiî ki işarî ve remzî mânâyı reddetmez, bilâkis kabul eder ve bu konuda şu açıklamaları da yapar: "Bir işle çok uğraşan kimse, genellikle başka alanlarda bilgisiz olur. Bundan dolayı, maddî alanda fazla yoğrulan, maneviyatta zayıflar ve sathi olur. Sadece zahirî tefsir ile iktifa eden Kur'ân'ın derûnî anlamlarına nüfuz edemez ve yaptığı iş noksan kalır. Sarih mânâ, çoğunlukla bir tanedir ve bellidir. Aksi takdirde bu mânânın belirlenmesinde âlimlerin büyük çoğunluğunun tasvibi gerekir. Ama sarih mânânın altında gizli olan işarî ve remzi mânâ böyle değildir. İşarî mânâ bir bütün olup her çağa mahsus kısımları vardır. Bu açıdan, işarî mânâ, Kur'ân'ın âyetiyle veya sarahatiyle çelişmek şöyle dursun, bilâkis O'nun i’caz ve belâgatine hizmet eder. Dolayısıyla, bu nevi işaretlere itiraza sebep yoktur."
Bediüzzaman'ın, Âli İmrân Sûresi (3) 64. âyetindeki "Yâ Ehle'l-Kitâb" ifadesi hakkında şu orijinal tesbiti işarî tefsire örnek teşkil etmektedir: "Yâ ehle'l-Kitâb lafzı, Ya ehle'l-Mekteb mânâsını dahi tazammun eder". (Risale-i Nur Külliyatı, 1/183) Onun, kezâ Bakara Sûresi'nin ilk âyeti hakkında, "Elif Lâm Mîm lisân-ı hâliyle hem muarazaya meydan okur, hem mu'ciz olduğunu ilân eder" (a.g.e., 2/1170) yönündeki tespiti de bu kabildendir.
Müfessir M. Hamdi Yazır, muhteşem eserinde meseleyi şöyle ele alır:
Kur'ân'ın lisanı lügaz ve muamma gibi remizden ibaret sembolik bir ifade değildir. Şüphe yok ki nususta asıl olan mâni bir karine bulunmadıkça zahiri üzere haml olunmaktır. Bununla beraber şu da muhakkaktır ki Kur'ân'ın Ümmü'l-Kitâb olan muhkemâtının yanında hafî, müşkil, mücmel ve müteşâbihatı, hakikatı, mecâzı, sarihi, kinâyesi, istiaresi, temsili, tensisi, imâsı, belâğatinin nükteleri, târizleri, telmihleri, remizleri de vardır. Bütün bunlarda en vazıh olan mânâ maksut olmakla beraber müstetbeât-i terâkib (satır arası mânâlar) denilen ve tâli derecede matlup olan nice ifadeler de vardır. Usûl ilminde malum olduğu üzere zâhirin zâhir olması aynı zamanda te'vil, tensis, mecâz ihtimallerini kesmiş olmak lâzım gelmeyeceği cihetle o zahire münafi ve münakız olmayarak maiyetinde bazı ihtimallerle tâli derecede bir çok işaretlerin anlaşılıp istinbat olunabilmesi, muhkemâtın vuzuh ve beyânına aykırı olamayacağı gibi, bilâkis lisan arabiy mübîn olmasının levazımındandır. Bundan dolayı Kur'ân'da hiç bâtın, remiz ve îmâ yoktur, demek doğru olmaz. Elif Lâm Mîm, Kâf, Nûn gibi sûre başlarında gelen harfler ne sûrette tefsir edilirse edilsin remzî olmaktan hâli denemez. Fakat Kur'ân, O'nu gereği gibi düşünmüyorlar mı? Eğer Kur'ân Allah'tan başkasına ait olsaydı, elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı esası üzere çelişkiden beri, son derecede beliğ bir kelâm olduğu için, zâhiri ve bâtını arasında aykırılık ve çelişkiden münezzehtir. Haddi aşmamak şartıyla ondan zaman zaman vehbî ve zevkî olarak alınan tulûât ve ilhamlara nihayet tasavvur olunamaz." (Hak Dini Kur’ân Dili, 8/5614) Şihab'ın dediği gibi bu kabil gizli işaretlerin Kur'ân'ın mu'cizelerinden olması uzak bir ihtimal olarak görülemez. (a.g.e., 7/4564)
Maamafih müteşabihat vadisi demek olan bu gibi nüktelerden muhkemata aykırı mânâlar çıkartmağa kalkışmak, Hurufilik sapıklığıyla Bâtınîlik karanlığına sürüklenmek demek olacağı, bunun ise Kur'ân'ın zulmetten nûra götüren açık beyanına aykırı olduğu şüphesiz olmakla beraber muhkemata aykırı olmayarak sezilen, duyulan parıltılar, ışıklar, ince ince irfanları, zevkleri okşayan remizler, îmâlar, kâlden ziyade hâle ait olan ve ehlinden başkasına örtüsünü açmayan hârikalar da ne kadar incelense o kadar faydalı, o kadar güzel olur. Meselâ Kur'ân'ın başı besmelenin (bâ)sı ile başladığı, sonu da 'nâs'ın 'sîn'i ile son bulduğu düşünülünce, bunun 'bes', yani yetişir, kâfi, işte o kadar demek gibi olduğu, bunun da 'Biz Kitap'ta hiç bir şeyi eksik bırakmamışızdır. Sonra, Rab'lerinin huzurunda toplanacaklardır' (En'âm: 6/38) muhkem mefhûmuna uygun olarak Kur'ân'ın başka bir kitaba, diğer bir delile ihtiyaç bırakmayacak derecede din esaslarının hepsini içeren, yeterli bir hidayet rehberi olduğuna bir remiz, yani 'Kendilerine okunan kitab (Kur'ân)ı sana indirmemiz onlara yetmedi mi? Şüphesiz inanan bir toplum için bunda bir rahmet ve öğüt vardır' (Ankebût: 29/51) muhkem mânâsına da işaret olması gibi anlayışlar boş değil, hoştur. (a.g.e., 9/6429)
Kur'ân'ın hemen bütün konularıyla ilgili âyetlerin açıklamasında işarî tespitleri görmekteyiz. Meselâ, Allah'ın varlığını ispat sadedinde gelen, "O Allah, yedi göğü, birbiri üzerinde tabaka tabaka yarattı. (..)" (Mülk, 67/2) âyetinin zahir anlamından sonra işarî yönü şöyle anlatılmıştır: "Bu defa ruhanî bakış açısıyla olan bu ikinci mülâhazaya gelelim: Bu açıdan kendimize bakınca şuur âlemimizin bir semâsı demek olan gönlümüzde, ruhumuzda bir yerküre gibi "ene" vicdanının merkezi bulunan kalbimizde iman ve irade şuuru uyandırmak üzere muhit ile ilgili yedi pencere buluruz ki bunlardan bize devamlı olarak ruh yayılır. Beşi yalnız cismanî muhit hâdiselerine bakan beş duyu, altıncısı onların elde ettikleri ile daha ilerisine bakan akıl ve mantık, yedincisi herkeste sarih ve kavi olmamakla beraber hepsinden geniş olan ilham ve vahiy kuvveleridir. İşte biz, duyular (meşâir) denilen bu yedi pencereden kalbimize inip çıkan ruh ve basiret nurunun kuvvet ve zaafına göre hakikatten haberdar olur ve ona göre iman ve irade cehdiyle akibetimiz olan gayeye doğru yürürüz". (a.g.e. 7/5167)
"Nefes almaya başladığı dem sabaha" (Tekvir, 81/18) Sabahın teneffüsü, açılmaya başladığı sıradır ki tatlı tatlı bâd-i sabanın letâfetine de işaret eder. Bunun gece sıkıntısını izale eder bir işaret ifade ettiğinde şüphe yoktur. Bu sûretle bu, "Âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır" (Duha, 93/4) mazmunu üzere hüsn-i âkıbet ile va’d ü tebşir vardır. Bu dünya, onlar için sabaha yönelmiş bir gece ve her nefsin ne hazırlamış olduğunu bileceği o Kıyamet vakti böyle teneffüs eden bir sabah demek olduğunu müjdelemektedir. (a.g.e., 8/5619)
Sonuç
Kur'ân-ı Kerim, apaçık Arapça bir lisanla bütün insanlara gelmiştir. Kur'ân'ın lisanı, lügaz ve muamma gibi remizden ibaret sembolik bir ifade değildir. Bu itibarla, ön planda tutulması gereken zahir anlamdır. Bununla beraber, âyetlerin anlam tabakalarından biri işarî ve remzî anlamdır. İnsanların seviyeleri farklıdır. Bir âyet, bir çok açılardan her seviyedeki insan anlayışına hitap eden bir anlam ifade edebilir. Her asrın kendine mahsus anlayış ve idraki olduğundan, işarî anlamın kendisine bakan kısmını araştırıp tespit etmesi tabiidir. Şu kadar var ki, bu işarî anlamın, Kur'ân'ın zâhir veya sarih anlamına aykırı olmaması, onunla çelişmemesi bu husustaki en önemli şarttır. Hatta işarî anlamın, zahir sarih anlamı desteklemesi ve onun iyice anlaşılmasına hizmet etmesi beklenir. Bu çerçevedeki işarî anlamlara itiraza mahal yoktur.
Kur'ân'ın asıl bağlayıcı olan zahir ve sarih anlamıdır. İşarî anlam veya tefsir, zahir veya sarih anlamın tabakalarından biridir. Herhangi bir âyetle ilgili tespit edilen işarî anlamın yegâne işarî anlam olduğu iddia edilemediği gibi, bu nevi bilgilere sınır da yoktur.
İşarî tefsir denilince çoğunlukla akla, sûfî veya tasavvufî tefsir gelir. Oysa, işarî tefsir sadece bu nevi tefsirden ibaret olmayıp, sûfi tefsiri de içine alan daha geniş kapsamlı bir tefsir faaliyetidir. Bu gerçeği tespit için konu ile ilgili literatürü incelemek yeterli olacaktır. Tasavvufî tefsirin, işarî tefsir içinde yer alan ve ihtiyatla karşılanan bir tefsir çeşidi olduğu bilinmektedir.
Bu konuda ihtiyatlı olmada fayda vardır. Zahirîlikte tefrit, Batınîlikte ifrat kadar zararlıdır. Bu itibarla, orta yolu gösterecek, ifrat ve tefriti kıracak olan, yalnız dinin ruhuna uygun hareket etmektir.
Son olarak, kaydettiğimiz anlamda işarî yorumun kaynağını dışarıda aramak yerine kendi öz kaynaklarımızda; Kur'ân'da ve Sünnet'te aramak daha sağlıklı bir yol olsa gerektir.