ashabım yıldızlar gibidir...
“Zatu’r Rika Gazvesi sırasında gece nöbeti beklerken namaza duran Abbad İbnu Bişr (r.a.) , takipçi bir müşriğin attığı bir oka hedef olur. Fakat o, oku eliyle çıkararak namazına devam eder. Müşrik, ikinci rek’ata kalktığını gören Abbad’a “okum isabet etmemiş olmalı” diyerek bir ok daha atar. Onu da eliyle çıkaran Abbad, namzına devam eder, derken üçüncü bir oka daha hedef olur. Abbad her defasında okları elinden çıkararak namazını tamamlar. Ortalık kan revan içinde kalır. Namaz bitince uyumakta olan nöbet arkadaşı Ammar İbnu Yasir’i durumdan haberdar eder. Vak’aya muttal’i olan Ammar, kendisini niye ilk ok sırasında haberdar etmediğini sorunca, Abbad:
“Öyle bir sûre okuyordum ki, kesmek istemedim!”
A.MUHSİN MERİÇ
Sahabe, Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’i görüp iman eden ve o imanla vefat eden kimselere denir.Sahabeler Peygamberlerden sonra insanlık âleminin en faziletlileridir.Cenab-ı Hakk’ın ve sevgili Resûlü’nün övgüsüne mazhar olmuş sahabelere, arkadan gelen en büyük evliyanın dahi fazilette yetişememesinin en mühim sebeplerinden birisi de sahabelerin ibadetteki dereceleridir.
Sahabelerin ibadetlerine erişmek mümkün değildir. Zira hem sohbet-i nübüvvete mazhar olmaları hem de hakk ile batılın, hayır ile şerrin tamamen ayrıldığı Kainat Serveri (a.s.m.)’ın mukaddes inkılabına şahid olmaları sebebiyle yıldızlar gibi olan sahabelerdeki iman bütün duygularına sirayet etmiş ve sahabeler bütün duygularını kendilerine has ibadet tarikine (yoluna) sevkedebilmişlerdir. Bunu biraz daha açacak olursak; her hissin veya duygunun bir ibadet tariki vardır. Eğer hisler bu ibadet tariklerine (yollarına) sevkedilebilirse “taabbüdî tevhid” dediğimiz hâl yaşanır ki, bu hâli her mü’min imanı nispetinde yakalayabileceği gibi aşağıda vereceğimiz misallerden de daha açık anlaşılacağı üzere bu hali tam manasıyla sahabeler yakalamışlar ve yaşamışlardır. “Taabbüdî tevhid” mertebesine ulaşan bir mü’min ibadetini yaparken her şeyiyle Yaratıcının Rububiyetine teslim olmuş demektir. Bütün dünyayla bağlantısı kesilmiş, sanki hisleri ve herşeyiyle bir hedefe kilitlenmiş, mi’racın bir nebze zevkine erişmiştir.
Bakınız Mübarek Sahabelerin (Radıyallahu anhüm ecmaîn) yaşadığı şu misaller bize sahabelerdeki imanın ve neticesinde husule gelen ibadetin azametini nasıl gözler önüne seriyor:
“ÖYLE BİR SÛRE OKUYORDUM Kİ, KESMEK İSTEMEDİM!”
“Zatu’r Rika Gazvesi sırasında gece nöbeti beklerken namaza duran Abbad İbnu Bişr (r.a.) , takipçi bir müşriğin attığı bir oka hedef olur. Fakat o, oku eliyle çıkararak namazına devam eder. Müşrik, ikinci rek’ata kalktığını gören Abbad’a “okum isabet etmemiş olmalı” diyerek bir ok daha atar. Onu da eliyle çıkaran Abbad, namazına devam eder, derken üçüncü bir oka daha hedef olur. Abbad her defasında okları elinden çıkararak namazını tamamlar. Ortalık kan revan içinde kalır. Namaz bitince uyumakta olan nöbet arkadaşı Ammar İbnu Yasir’i durumdan haberdar eder. Vak’aya muttal’i olan Ammar, kendisini niye ilk ok sırasında haberdar etmediğini sorunca, Abbad:
“Öyle bir sûre okuyordum ki, kesmek istemedim!” (Ebû Davud, Taharet 79)
Fe sübhanallah! Bu ne iman Ya Rabbi!
Kezâ, ayağına ok saplanan Hazret-i Ali (k.v.)’nin okun çıkarılması esnasında duyduğu acıdan dolayı “namaza durayım da oku öyle çıkarın” dediği ma’lumunuzdur .
“ONLAR UMUMEN ÂDİLDİR”
Ashabın, kısaca imkânlar nispetinde zikrettiğimiz üstünlük sebepleri elbette ki çoğaltılabilir. Ancak ashabın mezkür halleri dahi onların yüceliğini göstermek için kâfi... Ashabı umumen “udûl” (adaletli; yani, rivayette bilerek kizbe taammüd etmezler hükmünü) kabul eden ehl-i sünnetin aksine, bazı ehl-i gaflet şahıslar sahabeleri tenkid etme cür’etini kendilerinde buluyorlar. Halbuki selef-i salihînden günümüze kadar milyonlarca âlimin sahabeler hakkındaki “onlar umumen adildirler” hükmündeki icmaı ve ittifakı boş, delilsiz ve hissî değildir. Ayet ve hadis deliline dayanan çok muhkem bir hakikattir.
Bu kadar kuvvetli icma ve delillere mukabil sahabeleri eleştirenlerin ve sahabeleri âdil kabul etmeyi “tabu” olarak telakki edenlerin milyonlarca alimin zıddına bu fasit fikre zâhib olmalarının sebepleri muhtelif olmakla beraber temelde ikidir:
GURUR VE NEFİS
İlk sebebi gururdur; yani, kişinin gurur sebebiyle kendi düşüncelerine, meşhudatına, ilmine güvenip selef-i salîhinin ve ashabın irşad ve faziletlerine müracaat etmemesi. Sahabeleri eleştirenlerin veya eleştirmek normaldir diyenlerin ekseriyetle ilâhiyat tahsili yapanlar (istisnalar bu tespite halel getirmez) ve mürekkep yalamış bazı ilim ehli arasından zuhur etmesi bunun açık bir delili değil midir?
Milyonlarca ehl-i sünnet ulemasının kuvvetli icmaına mukabil sahabeye dil uzatanların zuhur etmesinin temeldeki ikinci sebebi de şudur: Sahabeyi eleştirip onları adil kabul etmeyi tabu sayanların yaşantısı dikkat edilecek olursa genelde fısk ve sefahat içerisinde, dinin tekliflerinden uzak bir şekilde geçmektedir. Şimdi, bu şahıslar sefahette tiryaki olduklarından sefahatleriyle örtüşmeyen şeriatın tekliflerini, emir ve nehiylerini yaşamazlar, yaşamak istemezler. Bu noktada şeriatın düsturlarına doğrudan saldırmayıp; “bu meseleler içtihadî meseledir, müçtehidler ve mezheb imamları da bu konuda ittifak edememişlerdir, onlar da bizim gibi insandırlar, hata edebilirler.” diyerek kendi nefislerinin hoşuna gidecek bir yorumda bulunurlar. Bu noktada mezhep imamlarına ilişirler. Mezhepleri reddederler.
Ancak dinin zaruriyatı dediğimiz içtihadî olmayan yani hakkında kesin hüküm (“nass” yani ayet veya hadis) bulunan teklifleri, yükümlülükleri de yapmak istemeyen bu şahıslar dinin zaruriyatını arkadan gelen nesillere taşıyan sahabelere ilişirler. Ve onların naklettikleri hadislere dil uzatıp rivayetlerin güvenilmezliği gibi bir hezeyana kapılırlar. Neticede sahabelere dil uzatıp kendileri, kendi nefislerine münasip bir din ortaya koyarlar. Bu insan suretindeki hayvanların hezeyanlarının temelinde nefislerinin şeriatın tekliflerine teslim olmak istememesi vardır.
Allah ve Resûlü’nün övdüğü bu yıldızlara ilişmek kimsenin haddi değildir. Allah ve Resûlü bir işte hüküm verince diğer insanlara sadece “işittik itaat ettik” demek düşer. Mü’mine yakışan, en büyük velînin dahi fazilette yetişemediği Ashaba hürmette kusur etmemek ve bu yıldız şahsiyetlere benzemeye çalışmaktır.
Rabbimiz! Bizi ahirette Ashab-ı Kiram’a komşu eyle. Senin övdüğün, habibine arkadaş kıldığın kimselere hürmette kusur edecek bir gaflet halinden bizi uzak tut. Amin.