-
Dua yağmurları-1
DUA YAĞMURLARI-1
Bugüne dek hiç yağmur duasına katıldığımı hatırlamıyorum. Ama mevcudattan yaratıcılarına binler dille sunulan “dua yağmurları”na sırılsıklam yakalandığım anlarımı hatırlarım.
Namaz tesbihâtını çoğunuz bilirsiniz. Ağaçların yaprakları, denizlerin dalgaları, yağmur katreleri adedince mevcudatın yaptıkları duaları “acz dilekçesi” , “fakrnâme” olarak sunarız Rabb’imize. His yoksulu, alelacele, mânâsını düşünmeden, ülfet diliyle yaptığım tesbihatları düşündükçe hayıflanırım kendi kendime.
“Kardeşim! Namaz tesbihâtını yavaş yapın ki bütün duygular o ulvî mânâdan hisselerini alabilsin.” Demiş Zübeyir Gündüzalp. Zübeyir Abi’ye belki de bu sırdan dolayı ayrı bir hayranlık duyarım.
Nefsimin miyobuna, enemin vücuduna, şirk-i hâfî manzaralara ve ahirzaman tablolarına bakıyorum da cennet kokan bir bebeğin fıtrî dualarına ne kadar da ihtiyacım olduğunu düşünüyorum.
Zaman zaman çiçekler boyun bükerler. Ne de mütevâzidirler bu duruşlarıyla. Kendi başına ayakta duramayan, ayakta durmak için başkasına muhtaç olan bir “fıtrat”ları vardır. Acizliğin keyfini çıkarırlar âdeta. Zira toprak emirlerinde, rüzgar kendilerine musahhar, su hizmetkâr, ısı ve ışık hava zerreleriyle emirber bir nefer olur onlar için. Ya ben? Acizliğimin ne kadar farkındayım? Acz ve fakr, Nur mesleğinin dört esasından iki esası iken, hayatıma ne derece yansıtabiliyorum? Fakrîyle fahredenler, fakrın farkına varabilenler olsa gerek.
Bazen, çiçek çiçek dolaşıp, onlarla kucaklaşan bir kelebek olmak istiyorum. Arı mîsal çiçeklerle sohbet etmek. Mevcudattan arşa yükselen “dua çiçekleri”ni doyasıya koklamak... nefsin gurur putunu kırıp, enemsi düşüncelerden sıyrılmak...
Aslında bu düşünceler bir özlemin ifadesi. Bütün zîhayatların ihtiyâc-ı fıtrî lisânıyla yaptıkların umumiyetle kabul ediliş sırrını anlayabilme özlemi. Sır kapılarını “acz anahtarı” ile çevirdim. Karşıma müthiş manzaralar çıktı:
İnsan her şeyden evvel “eşref-i mahluk”tu. Ne güzel bir sûrette yaratılmış idi. Ebede namzet duygularla donatılmıştı. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da istiyordu. Arzuları her tarafa yayılmış, iktidârı ise pek kısa idi. Yani, âcizdi, fakirdi. İnsan bunu kavrayamadığında kendi güç ve kuvvetine güveniyor, “cüz”ü “küll” yapmaya çalışıyor, ubudiyetini ilan edip Rabb’in Rububiyetine dua dilekçesi yazamaz oluyordu.
Oysa, nebâtat ve hayvânat her daim acziyetlerini ilan edip, iktidarları dahilinde olmayan zarûri ihtiyaçlarını CEVÂD-I MUTLAK’tan talep ediyordu. Cevâd-ı Mutlak da “isteyin cevap vereyim” diyordu kitabında. İnsan ise ya istemiyor, ya da istemesini bilmiyordu.
İstemeyenler zâten istemiyordu. Onların duaları olmadığından ehemmiyetleri de yoktu. İsteyenler ise ya fıtrî dualarını yapıp tevekkül etmiyorlar, ya da yanlış tevekkül ediyorlardı.
Halbuki dua bir sırrı azîm-i ubudiyetti. Ubudiyet ise emr-i ilâhiye bakardı. İnsan aczini ve fakrını anladığı ölçüde Rabb’ine hayret ve muhabbetle secde ediyordu. Bu sırlar anlaşıldığında daha bir anlamlı, daha bir mânidar oluyordu dualarımız. Acziyet boyutunu ele almaya çalıştığımız “dua yağmurları”na bir sonraki yazımızda dünya hayatına bakan cihetlerle görüşme temennîsi ile...
Seyfeddin Gültekin
--------------------------------------------------------------------------------