İmanın penceresinden bakmak
İmanın penceresinden bakmak
Beraberinde Allah (cc.)’a kayıtsız şartsız tevekkülü getiren halis bir iman, gelip geçici bir imtihan yurdu olan dünya hayatında Rahman olan Allah’ın müminlere verebileceği en büyük nimettir. Çünkü iman, Allah’ın kendi katından hidâyet verdiği insan için, sadece zahirde kalmaz; aksine ruhta derin olarak hissedilen mânevîyatla hayatın her safhasında sayısız güzelliği getiren bir hayat biçimi halini alır. Böylece dini tanımadan ve öğrenmeden önce karanlık olan dünya, imanın nuru ile aydınlanır, sıkıntıların hâkim olduğu vicdân rahatlar ve kişi Cenâb-ı Allah’a teslimiyetin ferahlığını yaşamaya başlar.
“Şu zati nurani(a.s.m.), mürşidi imani, Resuli Ekrem Aleyhissalatü vesselam bak, nasıl neşrettiği nuruyla, hakkın ziyasıyla, nevi beşerin gecesini gündüze, kışını bahara çevirerek, alemde yaptığı inkılabla alemin şeklini değiştirerek nûrâni bir şekle sokmuştur” (Mesnevii Nuriye, Reşhalar, 5. Reşha)
Bediüzzaman Said-i Nursî’nin de ifade ettiği gibi, imanla birlikte gelen ve iman edene açılan çok önemli bir sır vardır. Bu insanın gecesini gündüze, kışını bahara çeviren çok mucizevi ve sadece salih müminlerin anlayabileceği bir sırdır. Dini bilmeden önce kişiyi üzen, üzerinde derin etkiler ve tahribatlar meydana getiren birçok olay, iman ve teslimiyeti öğrendikten sonra bütün ehemmiyetini kaybeder. Çünkü herşeyi bir hayır ve hikmet ile yaratan sonsuz kudret sahibi Rabbimiz mü'minlere yine hep hayır ve hikmet gözüyle olayları değerlendirmelerini öğütler. “Evet, o zatın nurâni güzelliğiyle kâinata bakılmazsa, kainat bir matemi umumi içinde görünecekti. Bütün mevcudat birbirine karşı ecnebi ve düşman durumunda bulunacaktı... İşte, o zatın telkin ettiği iman nazarıyla kâinata bakılmadığı takdirde, kâinat böyle korkunç, zulümatlı bir şekilde görünecekti. Fakat o mürşidi kâmilin gözüyle ve iman gözlüğüyle bakılırsa, her taraf nurlu, ziyadar, canlı, hayatlı, sevimli, sevgili bir vaziyette arzı didâr edecektir.” (Mesnevii Nuriye, Reşhalar, 5. Reşha)
İşte iman gözüyle bakmak, insanı olumsuz yönde etkileyebileck tüm sebep ve sonuçları ortadan kaldırır. Said Nursî'nin de söylediği gibi, “İnsan zaiftir, belaları çok. Böyle olmasına rağmen herşey ona ilişir, onu mütessir ve müteellim eder. Hem gâyet acizdir, halbuki belaları ve düşmanları pek çoktur. Hem gâyet fakirdir. Halbuki ihtiyaç pek ziyadedir.” (Sözler, 9. Söz, sayfa 39) Örneğin, insan etten kemikten yaratılmış ve fiziksel olarak hastalığa son derece açık bir varlıktır. Ama bu mü'minleri müteessir etmekten çok, kendilerini Yaratana karşı olan acizliklerini anlamalarına, sağlıklarına şürketmelerine, birbirlerine karşı mütevazi olmalarına ve âhireti derin bir arzuyla istemelerine vesile olur. İşte bu iman gözüyle bakana açılan sırlı bir penceredir.
Üstadın da söylediği gibi insan gerçekten fakirdir. Ne kadar malı mülkü olsa bile tüm mülkün sahibi olan Allah (cc.)’ın yarattıklarının karşısında hep çok fakir ve muhtaç durumdadır. Aynı şekilde bunu bildiği için iman gözüyle bakan bir mü'min Allah’u Tealâ’nın lütuf olarak kendisine verdiği malı sahiplenmez, ama hem şükreder hem de O’na üzerindeki nimetini arttırması için dua eder ve acizliğini bilir.
“Evet, kâinat iman nuruyla matemi umumi yeri olmaktan çıkıp mescidi zikir ve şükür olmuştur. Birbirine düşman telakki eden mevcudat, birbirine ahbap ve kardeş olmuşlardır. Ağlayan, müteşekki ve eytam kıyafetinde görünen insan, ibadetinde zakir, Halıkına şakir sıfatını takınıyor... İman nuruyla alem öyle telakki eder ki, insan zelil ve fakir ve aciz hayvanların sırasından çıkar, zaafın kuvvetiyle, aczinin kudretiyle, ubudiyetin şevketiyle, kalbinin şuasıyla, aklının haşmeti imaniyesiyle hilâfet ve hakimiyetin zirvesine yükselmiştir.” (Mesnevi Nuriye, Reşhalar, 5. Reşha)
Gerçekten de iman, beraberinde kolaylığı, bereketi, aklı, gücü, irâdeyi ve Allah (cc.)’a karşı gereği gibi yapılan ibadetin iç huzurunu getirir ve cahiliyeden kalma mantık ve bakış açılarının zerresini bile bırakmaz. Ayrıca iman ve gözüyle bakıldığında “şer “ ortadan kalkar, iyilik, güzellik ve bereket onun yerini alır. Üstadın da dediği gibi; “Hatta acz, fakr, ihtiyaç ve akıl onun sukutuna esbab iken, suud ve yükselmesine sebep olurlar.”
Serap Akıncıoğlu, Yeni Asya, 13 Ocak 1998.
--------------------------------------------------------------------------------