Müminleri birleştiren en güzel ibadetlerden biri: oruç
Müminleri birleştiren en güzel ibadetlerden biri: oruç
İnsanlar için bir hidayet ve yol gösterici, kalplerde olana bir şifa, temiz akıl sahiplerine de bir öğüt olan Yüce Rabbimizin kelamı Kur'ân-ı Kerim’in indirildiği mübarek ay Ramazan, müslümanlar için yepyeni bir ibadetin başladığı en güzel aylardan biridir. Öyle ki, iman edenler Ramazan ayında tüm inananların uyguladığı, Cenâb-ı Allah’ın farz kıldığı oruç ibadetini yerine getirmektedir. Cenâb-ı Allah mü'minlere farz kılınan bu ibadeti Kur’ân-ı Kerim’in şu âyet-i kerimesiyle bildirmektedir: “Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç sizin üzerinize de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki, korkup sakınasınız.” (Bakara Sûresi, 184)
Oruç ibadetinin şüphesiz sayısız hikmetleri vardır. Bu hikmetlerden ilki İslâm alemindeki tüm Müslümanların yılın belli bir ayında yaptıkları bu ibadetle kalplerinin birleşmesi, mânevîyatlarının ve şevklerinin artmasıdır. Gerçekten de her Müslümanın kendisi ile beraber yalnızca Cenâb-ı Allah’ın rızasını kazanmak için oruç tutan Müslüman kardeşine sevgisi artmakta ve yapılan bu ibadet Müslümanların birbirine daha da kenetlenmesine vesile olmaktadır. Her Ramazan’da mü'minlerin evlerinde ve mescitlerde okunan Kur’ân-ı Kerim’le Cenâb-ı Allah’ın hikmetli ayetleri zikredilmekte, kalpler O’nun büyüklüğünü tesbih etmektedir.
Bediüzzaman Said Nursî Ramazan-ı Şerif’te Müslümanların birleşmesinin, adeta tek bir vücut gibi kenetlenmesinin önemini şu sözüyle tarif etmektedir: “Evet, Ramazan-ı Şerif’te güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescit ki, milyonlarla hafızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde o Kur'an’ın hitab-ı Semaviyi arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan, nurani parlak bir tarz gösteriyor; Ramazan Kur'ân ayı olduğunu ispat ediyor. O cemaat-ı uzmanın sair efradları, bazıları huşu ile hafızları dinlerler. Diğerlerini kendi kendilerine okurlar.” (Mektubat, Yirmidokuzuncu Mektup, Altıncı Nükte)
Cenâb-ı Hakk sınırsız nimetleri, yerden bitirdiği birbirinden güzel rızıkları kullarına bir nimet olarak bahşetmiştir. İnsanların hizmetine verilen, saymakla dahi bitirilemeyen bu sınırsız rızıkların sahibi olan, Rezzak-ı Kerim’in üzerimizdeki nimetini farketmeye yarayan en güzel ibadetlerden biri kuşkusuz oruç ibadetidir. Zira ehli dünya gözlerindeki perdeden, içinde bulundukları gafletten dolayı rızkın sahibinin yalnızca Cenâb-ı Allah olduğunun ve O’nun rahmet hazinelerini yayarak insanlar üzerinde Rahman ismini tecelli ettirdiğinin şuurunda da değillerdir. Bu nedenle inkâr edenlerin en önemli vasıflarından biri Cenâb-ı Allah’a karşı büyük bir nankörlük içinde olmalarıdır.
Oysa iman edenler kendilerine ulaşan her nimetin yalnızca Allah’ın bir lütfu olduğunu, aynı zamanda da verilen her nimetten sorguya çekileceklerinin şuurundadırlar. Elbette bunun en güzel göstergesi, iman edenlerin büyük bir teslimiyet içinde kendilerine rızık veren Allah’ı hamd ile tesbih etmeleri, O’nun şanını yüceltmeleridir. Ramazan ayında yapılan oruç ibadeti de Rabbin bir çok güzel isminin yanında Rezzak isminin zikredilmesine, mü'minlerin dünyada kendilerine sunulan nimetlerin çeşitliliğini yeniden düşünmelerine güzel bir yol olmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursî, orucun Cenâb-ı Hakkın nimetlerinin şükrüne baktığı yönündeki hikmetini şu sözüyle açıklamıştır: “İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakiki ve halis, azametli ve umumi bir şükrün anahtarıdır. Çünkü sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakiki açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek , bir mü'minin nazarında çok kıymettar bir nimet-i İlahiye olduğuna kuvve-i zaikası şehadet eder. Padişahtan ta en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükrü mânevîye mazhar olur. Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle, “O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenavülünde hür değilim. Demek başkasının malıdır ve in'amıdır. O’nun emrini bekliyorum” diye nimeti nimet bilir, bir şükrü mânevî eder. İşte bu suretle oruç çok cihetlerle hakiki vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer” (Mektûbât, Yirmi Dokuzuncu Mektup, İkinci Kısım, İkinci Nükte)
Nitekim tüm bunların yanında oruç ibadetinin hikmetlerinden bir diğeri, şüphesiz nefsin terbiyesine de vesile olmasıdır. Zira insan Cenâb-ı Allah tarafından aciz ve zayıf yaratılmış bir bedene ömrü boyunca bakmak, onun her türlü ihtiyacını karşılamak gibi bir durumla karşı karşıyadır. Bu aslında insanın kendi aczi ve fakrı yanında Rabbinin yüceliğini ve büyüklüğünü gereği gibi takdir edebilmesini sağlamaktadır. İşte oruç ibadeti, nefsin bu aczini ortaya çıkaran ve insana Cenâb-ı Allah’ın lütfuna ne kadar muhtaç olduğunu ve O’nun üzerindeki nimetinin büyüklüğünü farkettiren en güzel ibadetlerden biridir. Nefsi Allah’ın rızasını kazanmak için terbiye etmek, O’na yakınlaşmak için eğitmek elbette iman edenler için büyük bir zevk ve şevk vesilesidir. Zira her müslüman Ramazan ayında kendini Rabbine ulaştıracak bu ibadeti güzel bir sabırla gerçekleştirmektedir.
Bediüzzaman Said Nursî, oruç ibadetinin nefsin zayıflığını farketmeye vesile olmasını ise şu sözleriyle açıklamaktadır: “İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemal-i acz ve fakr ile dergâh-i ilâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve şükrü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır” (Mektûbât, 29.Mektup, 2.Kısım, 5.Nükte).
Serap Akıncıoğlu, Yeni Asya, 14 Ocak 1998.
--------------------------------------------------------------------------------