Toplumsal evrim ve aldatılan insanlık (2)
Toplumsal evrim ve aldatılan insanlık (2)
İnsanlık tarihi Hz. Adem’in yaratılışıyla başlamıştır. Cenab-ı Allah, Hz.Adem’i yaratmış ve ona cennete tekrar girmeden önce kendini eğitebileceği bir imtihan ortamı hazırlayarak, onu dünyaya göndermiştir. Hz. Adem’in yaratılışı ve yaşantısı Kur’ân-ı Kerim’de bizlere tüm detaylarıyla bildirilmiştir:
“Hani Rabbin, Meleklere: ‘Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti...” (Bakara Suresi, 30)
“Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti...” (Bakara Suresi, 31)
“Ve dedik ki: ‘Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz. Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları durumdan çıkardı. Biz de: ‘Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır’ dedik. Derken Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.” (Bakara Suresi, 35-37)
Evet... İlk insan Hz.Adem’di ve âyetlerden de anlaşıldığı gibi son derece akıllı, fakat en önemlisi Allah’ın elçilik göreviyle şereflendirdiği üstün ahlâklı bir insandı.
Bazı bilimadamlarının savunduğu gibi toplumsal bir evrimin olamayacağı, Kur’ân-ı Kerim’de açık şekilde anlatılmıştır. Kur’ân’daki toplumlara bakıldığında hepsinin bugünkü insanlarla aynı karakter yapısına sahip olduğu, bakış açılarının, nefislerinin emrettiklerinin her dönemde aynı olduğunu görüyoruz. Hz. Adem’in yani ilk insanın yaratılmasıyla başlayan insanlık tarihi elbette birçok gelişime, tecrübeye sahip olmuş, ama diyalektik ve evrimselleşme anlamında bir süreci asla yaşamamıştır.
Teknolojide kaydedilen ilerleme toplumsal ya da fizyolojik bir evrimin sonucu değil, yapılan çalışmaların, araştırmaların getirdiği bir gelişimdir. Kaldı ki, uygarlık deyince akla sadece arabalar, gökdelenler, internet ağları, hayatı kolaylaştıran ev âletleri gelmemelidir. Sanattan, hukuk sistemine, mimarîden, ticarî hayata kadar pek çok faktör, bir ulusun gerçek anlamda bir medeniyeti olup olmadığını belirler.
Kur’ân’da pekçok medeniyet ekonomi sistemleriyle, mimarîleriyle, zenginlikleriyle ve bireylerinin hayata bakış açılarıyla detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Hz. Lut’un sapkın kavminin (7/80-81), mimarîsiyle ünlü İrem şehrinin (89/7), ölçüyü eksik tartan Hz. Şuayb’ın kavminin (11/85), atalarının izlerini takip edip elçileri yalanlayan toplumların (34/43) ya da fakirleri ezen zengin bahçe sahiplerinin (68/17), inandıkları değerler ve hayata bakış açıları açısından, bugünkü insanlardan hiçbir farkları yoktur.
Elbette ki “Daha önce yaşayan uygarlıklar mı daha ileriydi yoksa bizim yaşadığımız devir mi daha ileri?” gibi soruları tartışmak gayba taş atmak olur. Zira bu konuda kesin bir sonuca varmak imkânsızdır. Fakat bugün bilim, bu gerçeğin tam aksi yönde iddialarda bulunsa da, gerçekliğinden emin olduğumuz bir nokta var. O da, Hz. Adem’in yaratıldığı günden itibaren insanoğlunun hep aynı zekâya, şuura, konuşma gücüne, duygulara sahip olduğu, nefsinde aynı iyilikleri ve kötülükleri barındırdığıdır. Dolayısıyla hangi toplumda olursa olsun, binlerce yıl önce bir karar alan, ekonomik, sosyal bir sistem geliştiren beyinlerle, doğruyu yanlışı tesbit eden vicdanlarla bugünküler arasında, ne hacim olarak, ne de düşünce yapısı olarak bir fark yoktur. Biyolojide maymundan insana doğru gelişen, sosyolojide ilkel toplumlardan gelişmiş teknolojilere uzanan yol olarak tanımlanan diyalektik modellerin hiçbir delili ve geçerliliği yoktur. Mağaralarda bulunan bir hayvan resminin ya da bulunan bir dişten yola çıkılarak çizilen maymun adam ailelerinin, ilmî anlamda bir değeri olması mümkün değildir. Hepsi yoruma açıktır. Nitekim biyolojik evrimin kalelerinin teker teker yıkılması, kanıtlarının güvenirliliğini yitirmesi de, bu tezin geçersizliğini göstermektedir.
Gerçek tarih, bizi ve yaşadığımız tüm zamanları yaratan Rabbimizin bizlere gönderdiği Kur’ân-ı Kerim’de yazılıdır. Hz. Adem’den bu yana, hak dinle şeytanın taraftarları arasındaki mücadele insanlık tarihini meydana getirmiştir. M.Ö.3000 senesinde verilen bir misalle, 12. yüzyılda küfreden bir kavmin ya da 20. yüzyılda inanmayanların söyledikleri sözlerin arasında hiçbir fark yoktur. 22. yüzyılda da olmayacaktır. Bireylerin ve toplumların karakterlerini en özlü şekilde açıklayan Kur’ân-ı Kerim’de, inananların da, inanmayanların da psikolojileri, bakış açıları net bir şekilde ortaya konmuştur. Allah’ın sünneti, tüm zamanlar ve toplumlar için geçerli olan kanunlardır ve hiçbir şekilde değişikliğe uğramaz.
Serap Akıncıoğlu, Yeni Asya, 11 Ekim 1997.
--------------------------------------------------------------------------------
Toplumsal evrim ve aldatılan insanlık (1)
Toplumsal evrim ve aldatılan insanlık (2)