-
Cesaretin menbaı
Cesaretin menbaı
Bediüzzaman Hazretleri, “Her hakiki hasenat gibi cesaretin dahi menbaı îmandır, ubûdiyettir”(1) der. Evet, îman her türlü güzel hasleti, iyi huyları, faziletleri meyve veren bir tuba-i Cennettir. Cesaret de îmanın meyvesidir. Yine Bediüzzaman Hazretlerinin belirttiğine göre, “Îman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir. İmanının kuvvetine göre hadisâtın tazyikatından kurtulabilir. ‘Tevekkeltü alellah’ der, sefine-i hayatta [hayat gemisinde] kemal-i emniyetle hadisâtın dağlarvârî dalgaları içinde seyran eder.”(2)
Gerçekten bu îman gücü olmazsa insan hadiselerin tazyikleri altında ezilir, mahvolur. Ama kalbe giren kuvvetli bir îman hadiseleri cesaretle omuzlamasını sağlar, dağlar gibi dalgalara göğüs gerdirir. Bütün dünya kendilerine düşmanken büyük bir dâvâyı omuzlayan ilk Müslümanların hali buna en güzel bir örnektir. İsterseniz onlardan sadece bir tanesi olan Hz. Habbab’a (r.a.) bakalım. Putperestler onu alıp işkencelerden işkencelere atıyorlardı. Ümmü Enmâr isimli müşrik kadın kızdırdığı demirlerle başını dağlıyor, Esved adındaki diğer bir kâfir de öğlenin kavurucu sıcağında çöle götürüyor, elbiselerini çıkarıyor; vücudunu, alnını, burnunu kızgın taş ve kumlara sürtüp duruyordu.
Habbab’a (r.a.) yapılanlar sadece bunlardan ibaret değildi. Vicdansız kâfirler akla hayale gelmedik işkencelere başvuruyorlardı. Bir gün bir ateş yakmışlar, Hz. Habbab’ı sırtüstü yatırmışlar ayaklarını göğsüne bastırmaya başlamışlar, ateş sönüp yer soğuyuncaya, vücudunun yağı, rütûbeti kuruyuncaya kadar ona acı çektirmişlerdi.
Neydi Habbab’ın (r.a.) suçu da bu dayanılmaz işkencelere maruz bırakılıyordu? Sadece inanmak! Evet, evet sadece inanmak. Çünkü o devirde inanmak suç sayılıyordu! “Allah bir, Muhammed (a.s.m.) Onun peygamberidir” demek suç sayılıyordu! Hz. Habbab’ın kalbi ise inancın verdiği aşk ve heyecanla dolup taşıyor, inancını bütün âleme haykırmak istiyordu. Aman Allah’ım o ne güçlü bir îman ki bütün dünya kendisine düşmanken, îmanını haykırmaktan çekinmiyor, en ağır ıztıraplara, işkencelere rağmen inancından vazgeçmiyor.
Hz. Habbab (r.a.) sabrediyor, sabrediyor, nihayet birgün dayanamayacak hâle gelince Resûlullaha gidiyor:
“Ya Resûlallah, diyor. Gördüğümüz bunca işkenceye rağmen hâlâ Allah’a dua etmiyecek misiniz?”
Peygamberimizin cevabı şu oluyor:
“Sizden önceki inananlardan öyleleri vardı ki demir taraklarla derileri, etleri kazınıp soyulur, ama bu işkenceler onları yine dininden döndüremezdi.“ Testereyle tepelerinden ikiye bölünürlerdi de bu işkenceler onları yine dinlerinden vazgeçiremezdi. “Allah elbetteki bu dini tamamlayacak, üstün kılacaktır. Öyle bir zaman gelecek ki kişi yalnız başına San’a’dan Hadramut’a kadar gidecek, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayacaktır. Korksa korksa koyunlarını kurdun kapmasından korkacaktır. Ama siz acele ediyorsunuz.”
Bu müjdeli uyarı, Hz. Habbab’ı yatıştırıyor, “Sabır, sabır, sabır!” diyor, o mutlu günleri bekliyordu. İşkenceler Hz. Habbab’ı yolundan döndüremedi, ama onun bu azim ve sebatını gören yanlış yoldaki bir çokları döndü, İslâmın zafer bayrağı gönüllere dikildi.
--------------------------------------------------------------------------------
1. Sözler, s. 25.2. A.g.e., s. 284.
Şaban Döğen, Yeni Asya, 19 Ocak 1998.
--------------------------------------------------------------------------------