-
İdarecinin sorumluluğu
İdarecinin sorumluluğu
Nimetin büyüklüğü ölçüsünde külfeti vardır. Makamlar büyüdükçe sorumluluklar artar. Kişi maddeten ve mânen yükseldiği ölçüde ağır bir yükün altına girmiş olur. Bu sorumluluğun şuurunda olan insanlar üstlendikleri işi en iyi, en mükemmel, en eksiksiz bir şekilde yapmaya çalışırlar. Bu yapılırken halka karşı sorumluluk duymak da yetmez, Allah’a karşı da sorumluluk duyulmalıdır. Çünkü kişi yaptığı işleri kılıfına da uydurabilir, ama Allah herşeyi görmekte, bilmekte olduğu ve birgün Onun huzurunda hesaba çekileceği için dikkatli olacaktır. Bu sorumluluk birçok sûistimallerin önüne geçebilecek güçtedir. Allah’a karşı sorumluluk hissi duymayan kimselerden gerçek vazife de, sorumluluk da beklenemez.
Diyelim ki kişi üst konumda bir idarecilikte. Emri altındakilerin her türlü probleminden haberdar olmak, sıkıntılarıyla ilgilenmek, dertlerini çözmekle mükelleftir. Vurdumduymazlık, görmezden gelme, haksızlık etme, haksızlıklara ses çıkarmama o makamın hakkını verememektir ve büyük bir vebaldir.
Kanunî Sultan Süleyman bir sefer dönüşünde karşısına çıkan bir kadının şikâyetiyle duraksamıştı. “Evime hırsız girdi Padişahım!” diyordu kadın.Padişah, “Peki, sen neredeydin?” diye sordu.Kadın “Uyuyordum efendim” deyince padişah, “İnsan evine hırsız girer de hâlâ uyur mu? Niçin uyanmadın?” deyince kadın, “Sizi uyanık diye padişahım” diye cevap vermişti. Padişah sustu, “Kadın haklı” deyip zararının ödenmesini ve hırsızın yakalanmasını emretti.
Hz. Ömer’de de bu sorumluluk duygusunun bütün idarecilere ibret verecek seviyede olduğunu görüyoruz. Bir gece vakti gecenin örtüsünü yaratıkların omuzlarına attığı, ortalığı sessizliğin bürüdüğü bir anda âniden karanlığı yırtan bir ses yükseliyor. Bu ses Hz. Ömer’in sesidir. Arkadaşına “Gel Eslem,” diyor, “İlerde bir çadır var. İçinde bir yolcu olsa gerek. Gecenin soğuğu ve rüzgârı onları üşütmüş olabilir” diyerek alıp götürüyor. Sür’atli adımlarla çadıra yöneliyorlar. Çadıra yaklaşınca gördükleri manzara şaşırtıyor onları. Çadırın içinde cılız bir ocak yanmakta. Üzerinde bir tencere, önünde bir kadın ve etrafında da ağlaşan çocuklar var. Yürekleri ürperiyor. Hz. Ömer kapıya yaklaşıp selâm veriyor, içeri girmek için izin istiyor. Kadın, “Hayırlıysan gel, yoksa dön git,” diyor. Hz. Ömer kadının yanına varıp “Ne yapıyorsunuz böyle?” diye sorduğunda, “Ne yapalım? Soğuk ve rüzgâr güç ve kuvvetimizi kesti” cevabını alıyor ve karşılıklı şu konuşmalar oluyor:
“Bu çocuklar niçin ağlıyor?”
“Neden olacak, açlıktan!”
“Peki, tencerede kaynattığın nedir?”
“Su sadece! Bununla çocukları oyalamaya, uyutmaya çalışıyorum. Allah bir gün bu açlığımızın hesabını Ömer’den soracak.”
Hz. Ömer kadının kendisini tanımadığını anlıyor. “Allah sana merhamet etsin,” diyor. “Doğru da, Ömer sizin halinizi nerden bilsin!”
“Mâdem bilmeyecekti, neden başımıza geçti?”
Hz. Ömer’in dizlerinin bağı çözülür. Demek haberinin olmadığı neler var! Arkadaşına, “Haydi burada durmayalım, çabuk gidelim” diyor. Hemen erzak deposuna gidiyorlar, Hz. Ömer bir un çuvalıyla bir kap yağ alıyor. Hz. Eslem’e, “Şunları sırtıma yükleyiver” diyor. Arkadaşı, “Bırak yarısını da ben götüreyim” dediyse de Hz. Ömer bırakmıyor. “Kıyamet gününde sen Ömer’in günahlarına ortak olur musun?” diyerek sırtlandığı gibi çadıra yöneliyor. Yorulmuş, bitkin bir hâle gelmiş. Çuvalı yere indiriyor. Tencerenin başına geçip yağı eritiyor, su koyup un atıyor, karıştırmaya başlıyor. Bir taraftan da ateşe bakıyor. Çorba pişince de indiriyor. Kadına, “Sen çocuklara yediredur, ben de yatacakları yeri hazırlayayım” diyor.Çocuklar cıvıldaşarak çorbanın etrafına doluşuyorlar. Hz. Ömer çocukların karnı iyice doyup uyuyuncaya kadar oradan ayrılmıyor. Kadın bu iyilikten öylesine memnun oluyor ki, “Vallahi” diyor, “Sen halifeliğe Ömer’den daha lâyıksın.”Hz. Ömer gülümsüyor, “Böyle bir durum bir daha olursa mü’minlerin emîrine anlat. O gerekeni yapar” diyor.Hz. Ömer büyük bir yükten kurtulmuşcasına hafifliyor. Açlığın insanları ne hâle getirdiğini çok iyi görüyor. Çocukların ağlayışlarının sevince dönüştüğünü görünce de rahatlıyor ve gönül huzuruyla oradan ayrılıyor.
İşte sorumluluk duyan bir idareci örneği.
Şaban Döğen, Yeni Asya, 4 Kasım 1997.
--------------------------------------------------------------------------------