-
Özel fetvacılar bulmak
Özel fetvacılar bulmak
İdareciler, genelde icraatlarını halka benimsetebilmek için ilim adamlarından, aydın kesimden yararlanma yoluna giderler. Hak ve hakikati haykırmayı meslek edinen cesur insanlar önlerine büyük bir set olarak çıkıverince ise en azından duraklar, bocalarlar. Bu aşılmaz engelleri, ya yok etme, sindirme, satın alma, ya da kendilerine bende olabilecek yüreksiz insanları bulma, onları kendilerine fetvacı yapma yoluna giderler.
Mustafa Kemâl de yapacağı reformları destekleyecek fetvacılar arıyordu. Bediüzzaman’a bu maksatla yaklaşmak istemiş, nüfûzundan faydalanmayı denemişti. Ancak bunu başaramamıştı. Yine de ondan faydalanmak, hiç olmazsa bazı meselelerde teyidini almak istiyordu. O an için etkisinden kurtulamayan milletvekilleri Konyalı Mehmet Vehbi, Hoca Şükrü gibi âlimler, Bediüzzaman’a gelmiş, “Efendim, zaruret haramı helâl eder” demeye başlamışlardı. Bediüzzaman onları şöyle susturdu:
“Sû-i istimalden neş’et eden zaruret haramı helâl edemez. Meselâ sû-i istimal ile birisi içki içip sarhoş olsa, birisini katletse bu adam kâtildir. Zira kendisi içkiyi içti, kendisi kendini sarhoş ederek bu cinayeti işledi.”1
Gerek bu hocalar ve gerekse Celâl Bayar gibi kumandanların aracılığıyla Mustafa Kemal’in fetvâ almaya çalıştığını, Bediüzzaman bir eserinde, “Kırk sene evvel, yani 1923 yılında bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için, bazı kumandanları, hatta hocaları yanıma gönderdi” diyerek şöyle anlatır:
“Onlar dediler ki: Biz şimdi mecburuz. ‘Zaruretler haramları mübah kılar” kaidesiyle Avrupa’nın bazı usullerini, medeniyetin icablarını taklide mecburuz’ dediler.
“Ben de dedim: ‘Çok aldanmışsınız. Zaruret sû-i ihtiyardan [iradeyi kötüye kullanmaktan] gelse, katiyen doğru değildir; haramı helâl etmez. Sû-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruret haram yoluyla olmamış ise, zararı yok. Meselâ, bir adam sû-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa, hüküm aleyhine cârî olur, mazur sayılmaz, ceza görür. Çünkü, sû-i ihtiyariyle bu zaruret meydana gelmiştir. Fakat, bir meczub çocuk, cezbe halinde birisini vursa, mazurdur, ceza görmez; çünkü, ihtiyarı dahilinde değildir.
“İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: ‘Ekmek yemek, yaşamak gibi zarûrî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var? Sû-i ihtiyardan, gayr-ı meşrû meyillerden ve haram muâmelelerden tevellüd eden [doğan] hareketler haramı helal etmeye medâr [vesile] olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuş ise, mutlak zaruret olmadığı ve sû-i ihtiyardan geldiği için, haramı helal etmeye sebep olamaz. Kânun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyar haricinde zaruret-i kat’iye ile, sû-i ihtiyardan neş’et eden hükümleri ayırmıştır. Kânun-u İlâhîde ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş.”2
--------------------------------------------------------------------------------
1. Badıllı, Bediüzzaman Said Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayatı, 1:448-449.
2. Emirdağ Lâhikası, s. 456-457.
Şaban Döğen, Yeni Asya, 21 Temmuz 1997.
--------------------------------------------------------------------------------