-
Zulümdeki rahmet
Zulümdeki rahmet
“Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim ezâ kalmadı. Divan-ı harplerde bir cani gibi muâmele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan [insanlarla görüşmekten] menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade, ölümü tercih ettim. Eğer dinim beni intihardan menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.”1
Bu sözler, hayatı ölümden beter ıztıraplarla dolu Bediüzzaman Said Nursî’ye ait.
O bunca, zulme, işkenceye, sıkıntılara nasıl göğüs germişti? Sabır ve tahammülünün temelinde neler vardı? Doğrusu bu üzerinde özellikle durulmaya değer bir konu.
28 sene rahat yüzü görmeyen Bediüzzaman’ın bütün tesellîsi musibetlerdeki rahmet yönünü görebilmesi, az önce belirttiğimiz gibi inayet-i İlâhiyeyi hissetmesiydi. Ona ve talebelerine zulmediliyordu, ama o bu zulmün arkasındaki kaderin cilvelerini, rahmet çiçeklerini görüp sabrediyor, talebelerini de sabra davet ediyordu.
Barla’da bulunduğu yıllarda, “İstirahatin nasıl? Halin nedir?” diye sorulduğunda, “Cenab-ı Erhamürrahimîne yüz bin şükür ediyorum ki, ehl-i dünyanın bana ettiği envâ-ı zulmü, envâ-ı rahmete çevirdi” diye cevap veriyor ve örneklerini anlatıyordu. Siyaseti terk edip dünyadan el etek çekerek bir dağın mağarasında âhireti düşünmekte iken, ehl-i dünya, zulmen onu oradan çıkarıp sürmüşlerdi. O ise, bunu Hâlık-ı Rahîm ve Hakîm’in rahmete çevirdiği söylüyor ve şöyle diyordu:
“Emniyetsiz ve ihlâsı bozacak esbaba maruz o dağdaki inzivayı emniyetli, ihlâslı Barla dağlarındaki halvete çevirdi. Rusya’da esarette iken niyet ettim ve niyaz ettim ki, âhir ömrümde bir mağaraya çekileyim. Erhamürrahimîn, bana Barla’yı o mağara yaptı, mağara faydasını verdi. Fakat sıkıntılı mağara zahmetini, zayıf vücuduma yüklemedi.”
Ehl-i dünya bütün sürgünlere vesika verip canileri hapisten çıkarıp affettikleri halde, ona zulüm olsun diye vesika vermemişlerdi. Bu hadisenin kader yönünü ise şöyle değerlendiriyordu Bediüzzaman:
“Benim Rabb-i Rahîmim, beni Kur’ân’ın hizmetinde ziyade istihdam etmek ve Sözler nâmıyla, envar-ı Kur’âniyeyi [Kur’ân nurlarını] bana fazla yazdırmak için, dağdağasız bir surette beni şu gurbette bırakıp, bir büyük merhamete çevirdi.”
Yine ehl-i dünya, dünyalarına karışabilecek bütün nüfuzlu ve kuvvetli reisleri ve şeyhleri, kasabalarda ve şehirlerde bırakıp akrabalarıyla beraber herkesle görüşmeye izin verdikleri halde, Bediüzzaman’ı zulmen tecrid edip bir köye göndermişlerdi. Akraba ve hemşehrilerinden de bir ikisi müstesna yanına yaklaştırmamışlardı.
Bediüzzaman bu zulüm altındaki rahmet tecellilerini görmekte gecikmeyecekti.
--------------------------------------------------------------------------------
1. Tarihçe-i Hayat, s. 543.
Şaban Döğen, Yeni Asya, 20 Temmuz 1997.
--------------------------------------------------------------------------------