-
İnsan nasıl hayâ duyar?
İnsan nasıl hayâ duyar?
Şöyle bir düşünelim: İnsan nasıl hayâ duyar? Yahut, hangi durumlarda
daha hayâlı davranır?Kendi hayatlarımız dahilinde tecrübe ettiğimiz üzere,
hayâyı, yani utanma duygusunu en yoğun olarak `görüldüğümüzü,'
`izlendiğimizi' bildiğimiz hallerde yaşarız. Yalnız kaldığımızda yapabildiğimiz
çok şeyi, birisi tarafından izlendiğimizi biliyor isek yapamayız. Ki bu hal,
fıtraten kerih olan bazı şeyleri uluorta yapmaktan bizi alıkoyduğu gibi,
günahtan da alıkoyar. Kişi, hayâsızlığı ölçüsünde aleni günah işler, hayâsı
ölçüsünde aleni günah işlemekten utanır ve dolayısıyla uzak durur. Hele
`bizi tanıyan birinin bizi o halde görmesi' endişesiyle gelen psikolojik
utanç, çoğu kez, nefsin günaha dâvetine rağmen bizi günahtan alıkoyan
en önemli unsurlardan birini teşkil eder. Ancak, yine bu yüzden, tanındığı
ortamlarda utanılası fiillerden uzak duran insanlar tanınmadığı ortamlarda
günaha daha rahat düşebilirler ve bu sırdan dolayı da, yanında bir tanıdığı
olmadan tek başına yolculukta şeytanın insana yol arkadaşı olacağını
bildiren hadisler vardır; yine bu bâbdaki hadislere binaen, refakatinde bir
başka mü'minin olduğu halde yolculuk sünnet-i seniyyedendir.Hayânın,
başka insanların olduğu durumlar ile yalnız olduğumuz durumlar arasında
günahtan sakınma noktasında nasıl bir fark husule getirdiğini, kendi hayat
tecrübemiz ile biliriz açıkçası. Peki, insan, yalnız iken de, yanında başka bir
insan yok iken de, gerçekten yalnız mıdır?Hayır. Yanında bir beşer yok
iken de, yalnız değildir insan. O'nun Semi', Basîr, Latîf, Habîr, Alîm bir
Rabbi vardır; görmek, bilmek ve işitmek, o Rabbin sıfatlarındandır. Ayrıca,
o Semîu'l-Basîr'in, o Alîmu'l-Habîr'in her işe müekkel melekleri olduğu gibi,
insanın fillerini kaydeden melâikesi de vardır.Yani, insan her an Rabbinin
huzurundadır ve melekler her an yanıbaşındadır. Allahu Teâlâ ve vazifeli
melekleri insanla her an beraberdir.Bu mânâ hayatında inkişaf ettiği
ölçüde, `yalnız' iken de yalnız olmadığını bilir; ve, insanların yanında
işlemeye utandığı günahtan, Semî ve Basîr olan Rabbinin huzurunda ve
melekler de yanıbaşında iken çok daha fazla utanır ve kaçınır insan.Hayâ,
imandandır ve de imandan bir şubedir gerçekten. Zira, hayâ duygusunun
varlığı ve inkişafı, Allah'ın Basîr (herşeyi gören), Semi' (herşeyi işiten),
Alîm (herşeyi bilen), Latîf (herşeye nüfuz eden), Habîr (herşeyden
haberdar olan) gibi isimleriyle tanıyıp bilmeye, her an böyle bir Rabbin
huzurunda olduğundan gaflet etmemeye, yani iman-ı Billaha ve iman-ı
Billah içindeki marifetullaha baktığı gibi, melâikeye imana da
bakmaktadır.İşte, hayâ noktasında zirvede oluşu ile, Hz. Osman'ın, Allah'ı
bu isim ve sıfatlarıyla tanıyıp bilmede azamî derecede terakki ettiği, keza
onda melâikeye iman mânâsının da ziyadesiyle inkişaf ettiği
anlaşılmaktadır.İmandaki bu terakki ile gelen yoğun hayâ hali, öte yandan,
onu takvâ zırhıyla donatıp pek çok günahtan ve pek çok kerih halden
korumakta; Rabbinin hoşnut olup meleklerin takdir edeceği salih ameller
işlemeye sevketmektedir.Kısacası, hayâda zirveye ulaşmak ne basit bir
iştir, ne de kolay bir iş. Hz. Osman, böyle bir hale eriştiği içindir ki, meselâ
ashabın Allah için giriştiği savaşlarda pek öne çıkmasa da, sahabiler
arasında sivrilip üçüncü sıraya yükselmiştir.Hz. Osman'ın bu hayâ halinin
şu zamanın günaha çağıran binbir kapısı karşısında bunalan biz ahirzaman
mü'minleri için de bir kurtuluş reçetesi sunduğunu düşünüyorum. Bizler
de, Allah'ı sözkonusu isimlerinin azamî mertebesinde tanır ve de bu
isimlerden gafil olmaz isek, ayrıca hayatımızın her anında kudsî meleklerin
bize yoldaş olduğunu bilir—yani, melâikeye imanda da terakki eder—isek,
nefis ve şeytanın bizi günaha sevketmesi herhalde ve her halde zor
olacaktır.Rabbimizin bizi de Hz. Osman-misal bir hayâ haliyle
şereflendirmesi duâsı ve Pazar günü ondan aldığımız bir başka hayat
dersini paylaşma ümidi ile...
Metin Karabaşoğlu, Yeni Asya, Aralık 2000
--------------------------------------------------------------------------------