-
Bir kâinat dilencisi
BİR KÂİNAT DİLENCİSİ
M. İsmail Tezer
Acizlik ve fakirlik insanın bu dünyaya getirdiği iki yara. Bir tarafta sınırsız düşmanlara karşı bir acz yarası. Diğer tarafta sınırsız ihtiyaçlara karşı bir fakr yarası. İkisi de insanı kuşatıvermiş. Ancak imtihan vesilesi kılınmış beşere. Acizliğiyle sonsuz bir kudreti, fakirliğiyle de sonsuz bir rahmet hazinesini kavrayabilmek için.
İnsandaki bu iki yara, iki kilit noktanın anahtarı hükmünde âdeta. Bir dayanak noktası, diğeri ise yardım. Bu iki nokta bütün kainatı kuşatan iki hakikate zarf oluvermiş. Kudret ve Rahmet... Kudrettin gücü dayanakta, rahmetin hazinesi ise yardım noktasında saklı. Bu gücü ve hazineyi elde etmek, insanın bu iki noktaya yönelmesine bağlı kılınmış.
Dayanak noktası.... Acizliğin zorunlu çıkışı...”hadiselerin karşısında titremekten” kurtuluşun çaresi...kudretin cilvesine mazhar oluşun ilk dayanağı belki de. İnsanın sonsuz kudrete dayanma ihtiyacını hissedebilmesi Allah’a karşı acizliğini anlamasından geçiyor. Zira acizliğini ve zayıflığını bilmeyen ve hissetmeyen bir insan, kendinden daha kuvvetli bir varlık da düşünemediği için dayanak noktası arayamaz. İlâhi kudretten gafil oluşu, onu enesinin tuzağına sürükler. Kendisinde gördüğü bir takım kudret eserlerinin, bizâtihi kendisinden kaynaklandığını zanneder. Sözgelimi “yiyen” kendisidir. “yeme” fiilinin kaçta kaçına sahip olduğunu düşünmez bile o. “yine “konuşma” fiilinin sahibi de odur. Havayı teneffüs ettiğinde vücuduna giren oksijenin, kanını temizledikten sonra tekrar karbondioksit olarak çıkartılıp kelime meyvelerine “dönüştürüldüğünün” çok defa farkında değildir bile.
Bütün bunlara karşılık bir de yardım noktası vardır insanın yönelmesi gereken. Allah’a karşı fakirliğini hissetmelidir insan. “kainatın dilenciliğinden” kurtuluşun çaresi de budur ancak. Yardım dilemek, Allah’a karşı fakirliğini bilmekle mümkün ancak. Zira fakirliğini hissedemeyen kendisinin “her şeye sahip” olduğunu vehmettiğinden, yardım da dileyemez. Ancak “her şeye sahip oluşunu” iddia etmekle birlikte, menfaat gördüğü her şeyi kendisine Rab telakki eder. Basit bir lezzet için şeytanın ayağını öper derecede bir alçaklık gösterir ; sözgelimi rızkını patronundan, yağmuru buluttan ve meyveyi ağaçtan bekleyecek kadar “kainatın dilencisi” olur. “her şeye sahip oluşu” vehminde “her şeye muhtaç oluşu” saklıdır. O, her şeye sahip olduğu vehmiyle bir firavunluk iddia eder. Fakat en alçak, her şeye ibadet eden bir “fir’avn-ı zelildir.”
Allah’a karşı acz ve fakrını bilen bir insan ise, tam bir “kul” olur. Fakat en cebbar bir kumandanın ve en zalim bir hükümdârın karşısında bile tezellüle tenezzül etmez bir “abd-i azizdir.” Nitekim bu hakikat, dört kumandana karşı ölümü hiçe sayarak “ben iki hayatımı elime almışım. Tek hayatlı olanlar karşıma çıkmasınlar.” diyen zâtın tavrıyla sabittir. Zira o biliyordu ki, aczini ve fakrını anlayan insan kainat sultanını arkasına almış olur.
O halde biz de, acz ve fakrımızı her daim şuurunda olarak, Kadîr-i Rahîm’e iltica edelim ve böylece “her hadisenin karşısında titremekten” ve “kainatın dileniciliğinden” kurtulalım.
mitezer@hotmail.com
--------------------------------------------------------------------------------