İrtica-mürteci var diyenlerin maksadı
___Ali Ferşadoğlu___
İrtica-mürteci var diyenlerin maksadı
Acaba irtica nedir?
Başkalarını “mürtecî”likle suçlayıp, ülkenin “irticâ” tehlikesi içinde olduğunu beyan edenler, onunla ilgili ne hukûkî, ne ilmi, ne sosyolojik, ne edebî, ne ahlâkî hiçbir tarif getirmiyor!
Oysa hukukçulardan öğrendiğimize göre, bir şeyin suç olabilmesi için, kanunlarda açıkça târif edilmesi gerekir.
Oysa bugün, “hayalî bir irticâ korkusundan” ve “keyfîlikten” başka elde müşahhas hiçbir şey yok.
YAŞ kararlarının yargı dışında tutulması, acaba bu tezimizi ispat etmez mi?
***
Bediüzzaman Said Nursî ve Nur talebeleri de, “mürtecî”likle suçlanmış. Bundan dolayı 2500 sefer mahkemeye verilmişler. 30 sene hapis, sürgün, nezarethane gibi çeşitli işkencelere mâruz bırakılmış. Yine de bir suç bulamamışlar, mahkeme yoluyla mahkûm edememişler. Bunca hâdiselere rağmen, bir kısım çevreler, irticaya tarif de getirmiyor.
Acaba, başkalarını mürtecilikle itham edenlerin, ülkeyi irtica tehlikesi ile karşı karşıya gösterenlerin asıl maksadı nedir?
Evet, “irtica ve mürteci” var deyip, mütedeyyin insanları tedirgin edenlerin asıl maksadını Bediüzzaman’ın tesbit ve teşhislerinden, hiçbir yoruma tâbi tutmaksızın öğrenelim:
“Gazeteleri dinlemediğim halde bir-iki senedir ‘irtica ile ittiham’ kelimesi mütemadiyen tekrar edildiğini işitiyordum. Eski Said kafasıyla dikkat ettim, katiyen gördüm ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedevîliğin bir kanun-u esasîsine irticaa çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları gaddarane bir ittiham ile...” (Beyanat ve Tenvirler, Yeni Asya Neşriyat, s. 218.)
***
“İşte Kur’ân’ın bu gibi kudsî kanun-u esasîsine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedevîliğin dehşetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki, ‘Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için, eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz’î zulümler nazara alınmaz’ diye bir tek cani yüzünden bir köyü mahvetmekle bin masumun hakkını nazara almaz. Bir tek caninin yüzünden bin adamın kılınçtan geçmesini caiz görür.” (A.g.e, s. 21.)
“Yeni Ulus gazetesi muhalif olduğu için, bu meseleyi perde ederek yeni iktidarın bazı büyük memurlarından bu meseleye çalışanlara bir nevi irtica süsünü vermek istiyor. Halbuki, bu mesele en yüksek terakkî ve sulh-u umumînin medarıdır. Bu müessese bu hükûmet-i İslâmiyeye bazı şeâir-i İslâmiyeden Arabî ezan-ı Muhammedî ve din dersleri gibi pek çok kuvvet verecek. Belki bu hükûmetin istikbalinde, tarihlerde kemâl-i takdir ve tahsinle yâd edilmesine en parlak bir vesile olacaktır.” (A.g.e., s.405)
***
“Belki de siyaseti dine âlet ve tâbi yapmakla, tâ İslâmiyetin kuvvet-i mâneviyesinden bu hükümet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dört yüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım zâlim Avrupa’nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara pek haksız olarak ‘irtica’ damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır. Nümunelerinden birinci nümunesi: Bu asrın dehşetli zulmüne karşı bir sed olarak İkinci Noktada beyan etmek zamanı geldi. Menşe’leri iki kanun-u esasiye istinad eden iki irtica var:
“Biri: Siyasî ve içtimaî ki, hakikî irticadır. Onun kanun-u esasîsi çok su-i istimale ve zulme medar olmuştur.
“İkincisi: İrtica namı verilen hakikî bir terakki ve adaletin esasıdır.
“İkinci nokta: Beşerin vahşet ve bedevîlik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine, medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedevîliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-ü umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârâne ve anûdâne particilik gibi bazı cereyanları aşılamaya başlaması gibi bir ihtilâf görülüyor. O kanun-u esasî de budur:
“Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatâsıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün fertleri mahkûm ve düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor. Bir hatâ, binler hatâ hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zîr ü zeber ediyor.
“Evet, birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zayıflandığı için, millete ve memlekete ve vatana âdilâne hizmete muvaffak olunamadığından, maddî ve mânevî bir nevi rüşvet vermeye mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için o gaddar, engizisyonâne ve bedeviyâne ve vahşiyâne bu mezkûr kanun-u esasîye karşı ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî ‘Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez’ (En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7.) nass-ı kat’îsiyle, Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki, ‘Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz.’ Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız mânevî günahkâr olup âhirette mesul olur; dünyada değil. Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki Harb-i Umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle, esfel-i sâfilîn olan o vahşî irticaa düşecek.” (Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, s. 319.)
***
“İşte bu vahşiyane irticaın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur’ân şakirtlerinin Kur’ân’ın yüzer kanun-u esasîsinden ‘Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez’ (En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7.) âyetinin ders verdiği kanun-u esasîsi ile adalet-i hakikîyeyi ve ittihadı ve uhuvveti temin etmeye çalışan ehl-i îman fedakârlarına ‘mürtecî’ namını verip, onları müttehem etmek, mel’un Yezid’in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misilli en vahşî ve zalimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur’ân’ın mezkûr kanun-u esasîsine tercih etmek hükmündedir.” (A.g.e., s. 222.)
***
“Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakîr gördüğü için değil mi? Said Nur, en az bir Sokrat’tır; fakat İslâm düşmanları tarafından bir mürtecî, bir softa diye takdim olundu. Onlara göre büyük olabilmek için ecnebî olmak gerek.” (Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, s. 545.)
Ali Ferşadoğlu, Yeni Asya, 24-25 Haziran 1998.
--------------------------------------------------------------------------------