-
Medreseden koleje…
MEDRESEDEN KOLEJE…
Zannedersem tekke ve medrese eğitimi gördünüz. Bir anlamda geleneksel eğitim kurumları olarak nitelendirilebilecek bu kurumlardan yetişmiş biri olarak modern eğitim kurumlarının yurtiçi ve yurtdışında öncülüğünü yapmanız nasıl oldu?
Belki çocukluk döneminde, tesirinde yetiştiğimiz sistemin dışında bir şey düşünememiş olabiliriz. Bir mektebin bir çocuğa verdikleri, sistemle hesaplaşmasını sözkonusu edebilir mi, bilemiyeceğim. Kaldı ki benim yetiştiğim dönemde, o ibtidai mektepler, fikirlerde değişiklik yapacak kadar da güçlü, oturmuş değildi. Bana göre daha doğarken, daha işin başlangıcında yaşlanmıştı. Acuze–i şemta haline gelmişti, çok fazla birşey vadetmiyordu. Mektep sistemini gözden geçirme, onu sorgulama meselesi beni aşar. Gelecekteki nesillerin, dünü, bugünü ve yarını sorgulamaları her zaman sözkonusu olabilir. Muallim Naci'nin enfes bir kitabı vardır bu mevzuda. Mekteple, medreseyi karşılaştırır, sorgular, bazı yönleriyle o fersudeleşmiş, çok eskimiş, çok yaşlanmış medresenin bazı yönleriyle hâlâ bugünkü mekteplerden ileri olduğunu iddia eder, mektebin iyi yanları olmakla beraber...
Bir toplum içinde yaşıyoruz. Bazı şeylerimizin eksik olduğunu görmek mümkün.
Medreselerdeki eksikliğe mi dikkat çekiyorsunuz?
Evet, mesela bir misal arzedeyim. Bizim gibi klasik yollardan geçmiş arkadaşlarımız, hocalarımız alınabilirler de. Belağat prensipleri, disiplinleri adına o medreselerde okutulan şeylerin büyük ölçüde neye yaradığını ben henüz anlamış değilim. O zaman da telkin edilir, okutulurdu. Arap edebiyatındaki süslü şeyler, bugün bile hayretle karşılarım. Aristoles mantığı okunurdu... Yine aynı temel esaslardan hareketle telif edilmiş Şemsiye gibi şeyler... Dünya kadar şey okutulurdu.
Bunlar diyalektik için okutulmaz mıydı?
Belki diyalektik yapma adına malzeme olarak birşeye yarardı ama, İslam ilimleri adına birşey ifade etmediği gibi, modern bir mantık oluşturmaya da yaramazdı. Modern düşünme, riyazi düşünme, hiç olmazsa Bacon'ın anlayışına göre bir mantık olmayışı, çok erken dönemlerde dikkatimi çekmişti. Üstad Bediüzzaman'la tanıştıktan sonra da bu düşüncelerim iyice pekişti. Çünkü görüyoruz ki, bir tatbiki mantık düşüncesini, Kızılicaz, ortaya atıyor. Bu oldukça ileridir. Riyazi mantığı, B. Rausell ortaya atmıştır. İleri bir düşünce tarzıdır. Mektepte okutulan derslerin okutulma sistemi mevzuunda farklı teklifleri olmuştur. Hatta onu takip eden talebeler, klasik sistem içinde ders vermediğini görünce ayrılmayı bile düşünmüşlerdir. Ben Hamid Efendi'den dinlemiştim bu meseleyi. Farklı şeyler okutuyor, farklı şeyler anlatıyor. O yaklaşım farklılığı sistemleştirilememiş. Müfredat program haline getirilememiş. Medreslere sunulamamış. İnsanlar kabul ederler miydi, etmezler miydi bilemiyeceğim. Çünkü Muhakemat'ı yazıp da farklı şeyler ortaya sürünce İstanbul uleması o zaman, hem de Hamdi Yazır, Ahmed Naim, Ferid Kam gibi allamelerin, "Bir kitap yazdı içimize ihtilaf attı" dedikoduları yapılmaya başlanmış. Fakat Üstad zannediyorum o yönüyle de assasiyetle ele alınsa, yazdığı, çizdiği, anlattığı şeylere eskilerin ifadesiyle iman–ı nazar edilse, mektep ve mektebin önündeki şeyleri insanın anlaması mümkündür. Bir ikinci mesele; öteden beri hep Üstad kalbin ziyası, aklın nuru deyip duruyor. Fünun–u medeniye, pozitif ilimler günümüzde, bir manada, bizim anladığımız manada, bunlar aklın ziyası ise, ulum–u diniye kalbin nuru oluyor. Hep bu ikisinin imtizacını nazara veriyor. Demek ki bunlar birbirinden iftirak etmiş, ayrılmışlar. İmtizac demek; yeniden bunları birleştirme, bütünleştirme, bunları kaynaştırma demektir.