Cevap: Antalya Antik Kentler II
Limyra (Zemuri ,Turunçova, Zengerler)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...4/00424672.jpg
Limyra, Finike’nin 4 km. kuzey-doğusundaki Toçak Dağı’nın güney eteğindeki ovada kurulmuş bir liman kentiydi. Günümüzde bu liman bereketli bir ovaya dönüşmüştür. Limyra antik kenti de denizden 5 km. içeride kalmıştır. Strabon Coğrafya'sında kentin yerini şöyle tarif eder:
“...denizden yirmi stadia yukarda, yüksek bir tepe üzerinde olan Myra’ya gelinir. Sonra Limyros (Alakır Çayı)nehrinin ağzına ve sonra içeriye doğru yaya olarak yirmi stadia giderek küçük bir kasaba olan Limyra’ya ulaşılır...”
Plinius ise “Limyra, içine Arykandos’un (Aykırı Çay) döküldüğü nehrin olduğu şehir..” diye yer belirtmektedir.
Konum itibariyle, antik çağdan günümüze kadar gelen süreçte Limyra her zaman bereketli toprakları ile önemli bir yerleşim alanı olmuştur. Limyra’nın varlığı M.Ö. V.Yüzyıldan beri bilinmektedir. Kentin tarihini ise kitabelerinden öğrenmekteyiz. M.Ö. IV.Yüzyılda Limyra’lıların basmış olduğu bir sikkede Lydia’lı Perikles’in adı geçmektedir. Yerel bir kral olan Perikles, o dönemde daha çok dini karakteri ağır basan bir birlik kurmaya çalışmış ve kentin çevresine egemen olarak başkenti Limyra yapmıştır. Perslere bağlı bir satrap olan Perikles aynı zamanda Lykia’nın sönmeyen ateşini de bu kentte yakmıştır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...4/00424677.jpg
Büyük İskender’in bölgedeki Pers hakimiyetine son vermesinden sonra onun atadığı vali Nearkhos tarafından yönetilmiştir. İskender’in ölümünden sonra önce Antigonos’un, M.Ö.310’da Ptolemaiosların, sonra da M.Ö. 301’de Lysimakhos’un yönetimine geçmiştir . M.Ö.197’de Suriye krallığına bağlanan kent Magnesia savaşında III.Antiokhos’un yenilmesi üzerine yapılan Apameia antlaşmasıyla Rhodos Pereasına bağlanmıştır. Sonunda Romalılar M.Ö. 167’de Limyra’yı Rodoslulardan alarak kendi yönetimlerine bağlamışlardır.
Roma egemenliği sırasında Limyra sikke basmıştır. Roma İmparatoru Augustos’un torunu ve evlat edindiği Gaius Caesar, Ermenistan’da aldığı bir yaradan ağır derecede hastalanmış ve İmparatorun talimatı üzerine deniz yoluyla Roma’ya dönerken almış olduğu bu yaradan ötürü 21 Şubat 4’de Limyra’da ölmüştür. Cesedi Roma’ya götürülmüş ve Augustus’un Mausoleion’una konulmuştur. Limyra ise, onun anısına deniz kıyısında içi boş bir mezar (Knotaphion) yapmıştır.
M.S. I.- II.Yüzyıllar Limyra’nın en parlak dönemi olmuştur. 1982’de yapılan kazıda bulunan bir yazıttan Roma senatosunun Limyra’ya metropolis (Metropolis tou Lykion ethnous) unvanını verdiğini öğreniyoruz. Yine aynı kazıda bulunan bir sütunun üzerindeki başka bir yazıtta da bu unvanın İmparator Commodus (180-192) zamanında da devam ettiğini anlıyoruz. Hıristiyanlığın ilk yayıldığı yıllarda Limyra Aziz Paulus’un ziyaret ettiği kentlerden biridir. Bizans döneminde ise kent bir piskoposluk merkezidir. IV.Yüzyıl. ile IX.Yüzyıl arasındaki bu merkezliğini, burada mezarları olan 6 piskoposun ölüm tarihleri yazılı mezarlarından anlamaktayız. (Diatimos (375), Lupicinus (381), Stephanos (451), Theodoros (553) , Leon (787) ve Nikephoros (879). Kent IX.yy.da Arap akınlarından etkilenmiş, buna depremler ve diğer doğal felaketler de eklenince şehir terk edilmiştir.
M.S. 141 yılı depreminde kent bütünüyle yıkılmıştır. Rhodiapolisli (Sarıcasu) zengin Opramoas, kentin yeniden imarına çalışmıştır. Tiyatro ile bunun hemen güneyindeki surlar onarılmıştır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00445478.jpg
Kentin baş tanrısı Zeus Olympia’dır. Her sene onun şerefine spor festivallerin düzenlendiğini kentteki yazıtlardan öğrenmekteyiz. Zeus’un yıldırımı Limyra sikkelerinde işlenmiştir. Ayrıca kaynaktan su içen hörgüçlü boğalar ve köpekler de resmedilmiştir.
Kent kehanetleriyle de devrinde ünlüdür. Plinius, Limyra’da balık aracılığı ile işaretlerin verildiği bir kehanet çeşmesinden bahseder. Balıklar kendilerine atılan yiyecekleri yerlerse bu iyi bir kehanettir, şayet kuyrukları ile uzağa fırlatırlarsa bu da kötü bir kehanettir. Kentin İmparatorluk dönemi sikkelerinin üzerindeki “kehanet” sözcüğü bu geleneği doğrulamaktadır. 1838’de Charles Fellows buraya ilk gelen araştırmacıdır. Limyra’nın kalıntılarını bu ziyaretinde tesadüfen görmüş, bunu üzerine araştırma yapmak için iki yıl sonra tekrar gelmiştir. Daha sonra 1842’de Julius August Schönborn buraya gelmiş onun en çok ilgisini nekropoldeki yazıtlar çekmiştir. Onun ardından İngiliz Spratte ve Forbes, Limyros çayından yukarıya doğru ilerleyerek kalıntılarla karşılaşmışlardır. Spratt ve Forbes’den sonra uzun bir süre Limyra ile ilgilenilmemiştir.
İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü uzmanı Jürgen Borchart 1965’de Myra’da yüzey araştırması yaparken Limyra ile de ilgilenmiş, nekropolleri, üçgen kale tepesi ile Heroon’u bulmuştur. Bunun üzerine 1969-1974’de kazılara başlamıştır. Çalışmalarının başında Kral Perikles’in Heroon’unu ve Gaius Caesar’ın boş mezarını kazmış, ardından yamaç teraslarına, Bizans Piskoposluk kilisesi üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Limyra kazılarına beş yıllık bir aradan sonra Frankfurt Üniversitesi 1985’de yeni bir kazı çalışmasına başlamıştır. Kentin batısında başlatılan sondajları, aşağı kentin planının çıkarılması ve Bizans surları içerisinde kalan yerler onun bu dönemine aittir. Limyra’nın bu şekilde düzenli ortaya çıkarılışından sonra Otto Benndorf’un Viyana Klasik Arkeoloji Bölümü başkanlığına atanmasıyla kazılar daha da hız kazandı. Nekropoldeki ilk sistematik kazı gerçekleşti,saray çevresindeki çalışmalar yoğunlaştırıldı ve kentteki en erken yerleşim katları ortaya çıkarıldı. Prof. Dr. J.Borchardt’ın çalışmaları ile kentin birçok anıtı ortaya çıkarılmıştır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...4/00424678.jpg
Limyra’nın savunmasını kuzeydeki bir iç kale ile güneyde üçgen şeklinde genişleyen ayağı kale sağlıyordu. Aşağı kalede surlar,sarnıçlar ve bir de Bizans kilisesi ortaya çıkarılmıştır. Perikles’in Toçak Dağı’nın uzantıları üzerine kurdurduğu kale yüksek bir burç ile desteklenmiş, alt kesimleri eğimli bir yüzeyle güçlendirilmişti. Kaleye, kayalara oyulmuş basamaklar ve platformlarla ulaşılmaktadır. Kalenin içindeki su gereksinimin sarnıçlarla sağlandığını buluntulardan anlamaktayız.
Limyra’nın aşağı kentinde yapılan kazılarda 4 m. yüksekliğinde, yaklaşık 9 ton ağırlığında bir üst eşik ortaya çıkarılmıştır. Buna dayanılarak kalenin batı yamacında Perikles’in sarayının olduğu düşünülmüştür. Burada yoğunlaşan kazılarda kırmızı figürlü Yunan keramiklerinin yanı sıra M.Ö.VII ve M.Ö. X.Yüzyıllara kadar inen keramiklerle karşılaşılmıştır. Bu keramikler Hitit kaynaklarında adı geçen Zumarri kentinin burada olduğu düşüncesini kuvvetlendiren delillerden bir tanesidir.
Akropolün güneyinde surları yanında yapılan çalışmalarda 10.40 x 6.80 m. ebadında bir anıt mezarın kalıntıları ile karşılaşılmıştır. J.Burckhardt bunun bir Heroon olduğu düşüncesindedir. Bunu da şöyle açıklamıştır:
Cevap: Antalya Antik Kentler II
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...4/00424679.jpg
“ Heroon biçimine uygun olarak egemen unsurlar şunlardır: Kahraman mezarının bulunduğu veya öyle sanıldığı zemin kat sağlam,yontma taş bir yapı. Yanda küçük bir kapısı var ve bu da yalnız kültle (kurban kanı ve şarap dökerek) ilgili kişilerin içeri girebilmeleri için. Bunun üzerinde bir küçük tapınak veya tapınağa benzer açık bir galeri,dinsel törenler için değil,sadece insan üstü bir varlığın huzuruna sunulmak amacıyla...”
Böylece IV.Tüzyılın Liykia krallarından Perikles’in mezar anıtı ile sarayı ortaya çıkarılmıştır. Heroon’un yeri özenle seçilmiş ve Amphiprostylos (Ön ve arkada iki portikosu olan, ama yanlarda sütunları olmayan tapınak şekli) tipinde yapılmıştır. Bu anıtsal mezarla sanki daha da yüceltilmiştir. J. Borchhardt’ın ekibi burada yaptıkları çalışmalarda taşların bazılarını yerlerine koyarak rekonstrüksiyonunu yapmışlardır. Alınlık bölümünü süsleyen kabartmalardan bazıları bugün Antalya Müzesindedir. Ancak anıtın bazı kabartma ve mimari parçaları evvelce Viyana’ya götürülmüş, bugün Viyana Müzesindedir.
Heroon’un üzerinde durulacak bir özelliği de çatısının ön ve arkasında yer alan ölü sorumluları Hora’lar ve Kharitlerden teşekkül eden karyatidlerdir. Bunlar adeta Periklesin Heroon’unun bekçileridir. Ayrıca yan duvarlar üzerinde, 6 m. uzunluğunda frizler bulunmaktadır. Bu frizlerde dört atın çektiği bir savaş arabası,arkasında kral ve yanındakiler,at üzerinde süvariler,kalkan ve mızraklarıyla piyadeler görülmektedir. Askerlerin kıyafetlerinden bunların Pers ve Lykia’lı oldukları kolayca anlaşılmaktadır. Kuzey alınlıkta Perseus’un Medusa’nın başını kesişi sahnesi işlenmiştir. Akroter’in ortasında ise Perseus.başını kestiği Gorgo-Medusa’dan hızla uzaklaşmaktadır. Köşe akroterlerde ise Medusa&nın kaçışan kardeşleri vardır. Perseus’un işlenişi enteresandır, bu tip konularda Perseus daima Hades başlığı giyer. Burada ise başında Pers krallarının giydiği dik Tiara vardır. Bu Heroon, Perikles’in ölümünden sonra M.Ö. 370 senesinde yapılmıştır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...4/00424674.jpg
Toçak Dağı eteklerindeki Tiyatro Turunç ovadan Kumluca’ya giden yol üzerindedir. Tek diazomalı caveası,yarım daire şeklindeki oturma kademeleri denize yöneliktir. Alt kısmında 16 yukarıda ise daha fazla oturma sıraları vardır. Diazomanın arkasındaki 1,5 m. yüksekliğindeki duvarın arkasında cavea’nın çevresini dolaşan ve üstünde diazomaya doğru açıklıkları bulunan üstü kapalı bir geçit yer alır. Ancak erozyon ve deprem nedeniyle tiyatronun büyük bir kısmı yıkılmıştır. Limyra’nın ilk araştırılması sırasında D.de Bernardi Ferrero, Batı Anadolu’daki tiyatroları tanıtırken önceliği bu tiyatroya vermiştir. Limyra’daki 1974 yılı kazı çalışmalarında Scene’nin çevresi temizlenmiş,etrafa dağılan taşları galeriler içerisinde düzenlenen depolarda koruma altına alınmıştır. Orkestra bölümünde 1984-85 yıllarında yapılan kazı çalışmalarında mimari bloklar, scenenin bezemeleri ve oturma kademelerinin bir bölümü ortaya çıkarılmıştır. Her iki yanında büyük, tonozlu birer girişi olan Orkestra tiyatronun ana planına göre orantısız bir büyüklüğe sahiptir. Tiyatronun bazı kesimlerinde dikkati çeken düzensizlikler onun çeşitli evreler geçirdiğine işaret etmektedir. Nitekim M.S. 141-142 yıllarında bu bölgeyi şiddetle sarsan deprem tiyatronun da bir bölümünü yıkmıştır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...4/00424675.jpg
Lykialı Opramoas, depremden zarar gören yapıların yeniden onarılması için Lykia birliğine özel servetinden 20.000 dinar yardım yapmış ve bu arada tiyatro da yenilenmiştir. Tiyatronun üstünde Nekropol sahası uzanmaktadır. Çoğunluğu M.Ö. IV.Yüzyılda yapılmış olan ortalama 400 mezar bu kentin Nekropolünün büyüklüğünü , yerleşiminin önemini ve nüfusunun yoğunluğunu göstermektedir. Nekropol alanı batı,doğu ve kuzey olmak üzere üçe ayrılmıştır. Batı bölümündeki en önemli mezar anıtı M.Ö. IV.Yüzyıla ait, hükümdar adına savaşmayı görev sayan sınıfın temsilcisi ve hazinedarı Tebursseli’nin kayaya oyulmuş tapınak cepheli mezarıdır. Mezar kitabesinde şunlar yazılıdır: “ Bu mezarı Tebursseli yaptırdı. Zzaja’nın babası, Perikle’nin krallığında, Lysandros’un kız kardeşini ve Xntabura’nınkini gömdü” Diger bir köşede ise: “ Tebursseli Lysander’in ve kralın onuruna bunu vakfetti. Zafer kazanan Tebursseli,Perikle ile birlikte Arttumpara’yı ve Mpara ordusunu yok ettiğinde, bunu yaptırdı” ibareleri yazılıdır.
Buradaki diğer önemli anıt mezar ise Limyra kralı Perikles’in kardeşi olan Katabura’ya ait olanıdır. M.Ö. 350 tarihine ait olan bu mezarın kaidesi kabartmalarla süslü kaidesinin üzerinde semerdamlı çatısı olan lahid yükselir. Doğu nekropolünde ise IV.Yüzyıla tarihlenen İon sütunlu, kabartmalı mezar da dikkat çekicidir. Bunların yanı sıra Xuwata’nın süt ninesi için yaptıdığı mezar, Kaineus’un mezarları ve bunların üzerindeki Lykçe yazılar ile çifte balta stel buradaki diğer eselerdir.
Kentin doğusunda sütunlu cadde ve Hamam kompleksi son kazılarda ortaya çıkarılmıştır.
Podalia (Podala)
Podalia,Elmalı’ya 25 km. uzaklıkta eski Avlan Gölünden arta kalan ovada,Keramik köyü yakınındadır. Podalia sözcüğü Luwi dilinden türetilmiş olup ”Göllücek” anlamındadır.
Podalia’nın tarihi çağlarına ait bilgilerimiz çok yetersizdir. Lykia eyalet birliğine dahil olan kentler arasında burasının da ismi geçmektedir. Ayrıca yörede bilimsel araştırma da yapılmamıştır. Yalnızca Romalıların buraya egemen oldukları yıllarda kendi adına sikke bastığı bilinmektedir. Bizans döneminde ise Myra metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur.
Günümüzde, Karemık köyü yakınındaki tepede bazı kalıntılarla karşılaşılmıştır. Bunlar rektogonal tekniğinde yapılmış duvarlara ait parçalardır. Ayrıca Hellenistik çağ ve sonrasına tarihlenen keramik parçaları da yüzeyde çok sayıda bulunmuştur. Bunlar arasında erken Tunç çağına ait keramik parçalarının oluşu Podalia’daki yerleşimin oldukça eskiye indiğini bizlere göstermektedir.
Cevap: Antalya Antik Kentler II
Rhodiapolis (Eskihisar, Sarıcasu)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...5/00425190.jpg
Rhodiapolis, Antalya’nın Kumluca ilçesinin 3 km. kuzey-batısında, çamlarla örtülü bir tepenin yamacında kurulmuştur. Halk arasında buraya Eskihisar ismi yakıştırılmıştır. Hemen yanı başında Sarıcasu Köyü bulunmaktadır.
Prof.Bilge Umar Rhodiapolis’in Hellen dilindeki Rhodon (gül) sözcüğünden türetilmiş olup, “gül şehri” anlamına geldiğini söylemektedir. George Bean ise bu “Rodosluların kenti” anlamına gelen bir kelime olduğunu iddia eder.
M.Ö. 500 yıllarında Hekataios kentin adından dolayı Rodoslular tarafından kurulduğunu söylemektedir. İlk Çağ yazarlarından Theopompas Rhodiapolis’i Troia savaşından sonra Akhaların önderi Amaphilokhos tarafından kurulduğunu ileri sürmüştür. Amphilokhos aynı zamanda bir kâhin olup kızı Rhodia’nın ismini bu kente vermiştir.
Rhodiapolis üzerinde yeterli bir inceleme yapılmadığından bazı noktalar karanlıkta kalmıştır. M.Ö. 168/67 ‘de kurulan 23 kentten oluşan Lykia Birliğine Rhoodiapolis de katılmış ve basılan ilk birlik sikkelerinde bu kentin de adı vardır. Daha sohra Koinon (Lykia eyalet birliği) ‘a da katılmıştır. Kalıntılara dayanarak kentin Roma çağında önem kazandığı söylenebilir.
Kentin ortasındaki tiyatronun kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Bu tiyatroda diazoma bulunmayıp 16 oturma sırası mevcuttur.Cavea yarım daireden biraz daha kapalı olup paradosların daima açık olduğu anlaşılmaktadır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...8/00445480.jpg
Ayrıca İmparator Antoninus Pius zamanında yaşamış ve Lykia kentlerinin yapılanması için bağışlarda bulunan zengin Opramoas’un mezar anıtı da tiyatronun önündedir. Buradaki kitabe bütün Lykia bölgesinde karşımıza çıkan en uzun yazıttır. Bu yazıtlarda İmparator ve bölge valisinden gelen mektuplar, Opramoas’a sunulan onur ödülleri, kendi şehrine ve diğer Lykia kentlerine yaptığı yardımlar ve günümüze hiçbir izi gelmeyen, Rhodiapolis’de yaptırdığı Fortuna ve Nemesis’e atanak tapınaklardan bahsedilmektedir. Bu mezar anıtı 7,6 x 6,7 m. ebadında olup iyi işlenmiş kare mermer bloklardan yapılmıştır. Ancak günümüzde bu anıtın bütün taşları etrafa dağılmış durumdadır.
Tiyatronun güney-doğusunda Agora ile Stadium’un kalıntıları dağınık durumdadır. Burada bir de Hellenistik dönemde yapılmış bir kule ile karşılaşılmaktadır. Kentin oldukça yayılmış nekropol alanları kuzey,kuzey-doğu ve güneydedir. Kentin ormanlık alanda bulunuşundan ötürü de kalıntıların incelemek s-bugün için kolay değildir.
Kentin bulunduğu ormanlık alan 2000 yılında büyük bir orman yangını geçirmiştir. Bunun neticesinde kalan eserlerin büyük bir kısmı tahrip olmuş,bazı kaide ve temel kalıntıları ise gün yüzüne çıkabilmiştir. Bu arada bölgede büyük ölçüde defineciler tarafından kaçak kazı yapıldığı da açıkça belli olmaktadır.
Simena, Samaona (Kale)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...5/00425219.jpg
Simena, Kaş-Finike arasında, Kekova (Dolikhiste) adasının karşısındaki burunun ucunda, Kale köyünün bulunduğu yerdedir. Simena Luwi dilinde “Ana Tanrıça” anlamında bir sözcüktür.
Kentin tarihi ile ilgili bilgiler oldukça yetersizdir. Bununla beraber yöredeki bazı yazıtlara dayanarak tarihinin M.Ö. IV. yüzyıla indiği söylenebilir. Pilinius’un dışındaki antik tarihçiler buradan söz etmemişlerdir.
Bir tetrapolis oluşturan Aperlai Birliğinin dört üyesinden biri de Simenadır. Kent Roma döneminde önemli bir yerleşim yeridir. Lykia Birliği'nin bir üyesi olan Simena'da da Theimiussa gibi hem karada hem su altında kalıntılar bulunmaktadır.
Simena’nın surları polygonal olarak son derece düzgün işlenmiştir. Mazgallı rampaları ile antik yapı temellerinin üzerine oturan kalenin ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber üzerinde Bizans devrine ait yapı izleri ve tamirler vardır.Deniz kıyısında, iskeleye yakın bir yerde, kitabesinde İmparator Titus Flavius Vespasianus’a (79-81) ithaf edildiği yazılı olan bir hamam yer alır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00446276.jpg
Simena’da iç kaleye yakın iki lahit dikkati çekmektedir. Bunlardan birisinin üzerindeki yazıttan “İdagros’un oğlu Mentor” ait olduğu anlaşılmaktadır.Akropol’ün kayalıklarına açılmış çok sayıda kaya mezarından başka etrafa dağılmış bir halde lahit ve lahit parçaları çoktur. Akropolün kuzeyindeki bu nekropol sahasında kayalara oyulmuş ev tipi mezarlar da bulunmakta olup bazılarının üzerinde kitabeleri vardır. Akropolde 300 kişilik , yedi oturma sıralı minik bir tiyatro kayaların içine oyularak yapılmıştır.
XIX.yüzyılın sonlarına doğru buraya gelen gezginler stoa ve mabet kalıntılarından söz etmişlerse de günümüze bunlardan hiçbir iz gelmemiştir. Simena'da Kıyıda harap durumdaki hamam, Lykia tipi kaya mezarları ve lahitleri, Roma dönemi duvar kalıntılar da günümüze gelebilen kalıntılardır.
Soura (Sourai-Sura)
Antalya, Kale ilçesine (Demre) 6 km. uzaklıktaki Sura Köyü’nün yakınındadır. Andriake’den Kaş’a giden yolda buradan geçmektedir. Soura Hellen dilinde “Soura halkı” anlamında bir sözcüktür.
Soura’nın tarihi ile yeterli bilgimiz yoktur. Bununla beraber antik tarihçiler burasının Apollon’un kehanet merkezlerinden biri olduğunu ileri sürmüşlerdir. Lykia’nın diğer kentleri gibi M.Ö.IV.yüzyılda varlığını sürdürmüştür.
Kentin akropolü oldukça küçük bir alan kapsamış ve kalın bir surla çevrelenmiştir. Sur duvarları kuzeyde dikdörtgen şeklinde bir kaleyi oluşturur. Güney yönündeki kulenin hiçbir iz bırakmadan yıkıldığı sanılır. Surlara bitişik odalar ve bunların açıldığı koridorlara diğer kentlerde rastlanamamıştır.
Akropolün güney-doğu köşesinde,kayalara oyulmuş, Lykçe yazılı bir heykel kaidesi ile Apollon Sorias kültünü yansıtan rahip listelerini içeren bir stel dikkati çekmektedir. Akropolün batısındaki Apollon mabedine kayalara oyulmuş merdivenlerle çıkılmaktadır. Yan duvarların öne doğru çıkarılıp uzantıları arasına iki sütunun yerleştirildiği İn antis plânlı, dor üslûbundaki mabedin hemen yanı başında da kehanetin yapıldığı kaynak suyu vardır. Mabedin arkasındaki alanda ise yıkılmış bir Bizans kilisesinin kalıntıları bulunmaktadır.
Cevap: Antalya Antik Kentler II
Tlos (Tlava)
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...5/00188475.jpg
Lykia bölgesinin en eski kentlerinden olan Tlos, Kemer’e 12 km. uzaklıktadır. Ksantos (Eşen) vadisinin doğusunda, Massikytos (Akdağ) sırasının batısında, bugünkü Yaka (Döğer) köyünün yanı başındaki tepededir.
Hitit belgelerinde “Talawa” Lykçe’de“Tlawa”olarak adı geçen kentin Luwi dilinde kullanılan“Tla” veya “Talla” sözcüğü “çömlek” anlamına gelmektedir. Tlava’nın çömlek yapım yeri olduğu bu sözcükten tahmin edilebilirse de bu civarda bir keramik çöplüğüne rastlanmayışı bu teoriyi çürütmektedir.
Tlos’un tarihi geçmişiyle ilgili bilgiler oldukça sınırlıdır. Yalnız kentin ismi Troia savaşına katılanlar arasında geçmektedir. Ayrıca rastlantı sonucu bulunan bir baltanın M.Ö. 2000’e tarihlendirilmesi göz önüne alınırsa yerleşimi bu döneme kadar indirebiliriz. Strabon’un Lykia’daki altı büyük kentten biri olarak değindiği Tlos’daki kabartmalı bir mezar anıtı da M.Ö. V.yüzyıla tarihlendirilmiştir. Bu mezar kentin en eski tarihli yapıtıdır. Ayrıca M.Ö.IV. yüzyılın başlarında ilk sikkesini basmış olan kente bu tarihte Kral Piksodaros yardım etmiştir.
M.Ö. II.yüzyılda Lykia Birliğinin altı Metropolis’inden biriydi.Yine bu yy.da büyük bir ihtimalle Rhodos’un yardımıyla Eudomos’un tiranlık girişimi de kayıtlara geçmiştir. Yazıtlarda vatandaşların demoslara bölündüğü bildirilir bunlardan üçünün adı Lykialı kahramanlar olan Bellerophon, Iobates ve Serpedondur. Ayrıca burada bir de Musevi topluluğundan söz edilir M.Ö. 141’deki depremden zarar gören kente, Rhodiapolisli zenginlerden Opramoas’ın diğer kentlere olduğu gibi buraya da maddi yardımda bulunduğu bilinir. Onun yanı sıra Oinonondalı bir başka zengin olan Licinnius isimli bir soylu zengin de Tlos’a 50.000 Denarlık yardımda bulunmuştur. Böylece bu zenginlerin yardımıyla Tlos’da tiyatro, mabet ve su yolu gibi yapılar yapılmıştır. Lykia’lı zenginlerin yaşadıkları kentler dışındaki kentlere de yardım etmiş olmaları sıkı bir işbirliğinin açık bir örneğidir.Önemini Roma devrinde de koruyan kent Bizans döneminde Myra metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...5/00425273.jpg
Tlos antik kenti, 1838’de buralardaki birçok kentin plân ve çizimlerini yapan Sir Charles Fellows tarafından ziyaret edilmiştir. Fellows kent için “muhteşem ve özgün” ifadesini kullanmıştır. Daha sonra buraya gelen Spratt’da “Lykia’da büyük bir şehrin kurulması için bundan daha mükemmel bir yerin seçilemeyeceğini” söylemektedir.
Tlos, kuzey-doğusunda son derece dik uçurumların bulunduğu oldukça yüksek, kayalık bir tepenin üzerinde kurulmuştur. Aynı zamanda akropol olan bu tepenin üzerinde sağlam kalmış sur duvarlarından yararlanılarak XIX.yüzyılda bölgeye hakim olan Derebeyi Kanlı Ali Ağa bir de Osmanlı kalesi yaptırmıştır.
Bu kalenin biraz atında, özellikle doğu yamaçlarında Lykia’lılardan kalan duvar kalıntıları, güneyde ise Roma dönemine tarihlenen son derece güzel duvarlarla karşılaşılmaktadır. Akropolü çevreleyen sur duvarlarında yapı malzemesi olarak kullanılmış devşirme malzemelerin içinde Lykçe yazılı kitabe parçaları dikkati çekmektedir. Agora’nın orta alanı ve dükkanlar arasındaki ana duvarlar oldukça iyi durumdadır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...5/00425283.jpg
Akropolün eteklerine kadar uzanan Agora’nın doğu yönündeki portiklerin arka duvarlarının hemen hemen bütünü ayakta durmaktadır. Aynı zamanda Aquadük görevini de üstlenen bu duvar, Agora’nın güneyindeki Gymnasion ile onun yanındaki Hamam olduğu sanılan yapıya kadar uzanmaktadır.
Agora’nın doğu yönünde ve oldukça uzakta,tepe üzerinde gruplar halinde kaya mezarları bulunmaktadır. Bu kaya mezarlarının en önemlisi, Olympos kentinde sözü geçen kanatlı at Pegasus’un üzerinde Chimaira canavarı ile savaşan Bellerophontes’in kabartmalı mezar anıtıdır. Girişinde iki dikdörtgen kolonon bulunduğu bu mezar anıtı üç bölümlüdür. Ortada oldukça güzel bezeli bir kapı motifi ile onun her iki yanında asıl mezar odasına girilen gerçek kapı bulunur. Kapılar yerden 1 m. kadar eşik blokları ile yükseltilmişlerdir. Bu blokların üzerinde ise at kabartmaları görülür . Soldaki kapının üzerinde yüzü sol tarafa dönük bir aslan figürü vardır.
Revağın üzerinde ise Pegasos’un üzerine binmiş olan Bellerophon sağ kolu havada sanki Khimera’ya saldıran bir pozda işlenmiştir. Soldaki kapının iç tarafında duvar kenarında dört taş sedirli mezar odası bulunur. Ayrıca burada İon Mabedi veya Lykia evleri görünümünde kaya mezarları da bulunmaktadır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...5/00425278.jpg
Opramoas’ın 60.000 Denarlık yardımı ile yeniden yapılan 5500 kişilik tiyatronun 35 oturma sırası vardır ve bunlar günümüze çok iyi bir durumda gelmiştir.
Tiyatronun inşası için hayırsever vatandaşlar da yardımlarda bulunmuşlardır. Yazıtlarda Dionysos rahibi’nin 3000, Kabiri rahibinin de 100 drahmilik çok mütevazı bağışı bile yazılıdır.
Tiyatro düz bir zemin üzerinde yarım daire şeklindedir, Caveası tamamiyle Roma tarzındadır. Kemerli bir girişle güney tarafından ulaşılabilen tek bir diazoması vardır. Bu koridor Cavea’yı dışdan dolaşır. Son derece güzel bir taş işçiliği vardır. Scene’nin etrafına yayılmış olan taşların hemen hepsinin üzeri bezemelidir.
Trysa
Trysa, Kaş-Finike yolu üzerindeki kayalara oyulmuş mabet şeklindeki mezarlardan sonra ulaşılan Devazlar köyüne 1 km. uzaklıktaki Gölbaşı’ndadır. Trysa Hellen dilinde bir anlam taşımamaktadır. Luwi dilinden gelip gelmediği de anlaşılamamıştır.
Kaya mezarları ile tanınmış kentin tarihi konusundaki bilgiler çok yetersizdir. Trysa’nın kaya mezarları 550 m. uzunluğunda bir alana yayılmıştır. Tepeden denize doğru teraslar halinde uzanan bu alanın surlarla çevrili olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...5/00425302.jpg
Trysa’nın günümüze ulaşan en ünlü anıtı “Gölbaşı Heroonu”olarak isimlendirilen, yaklaşık 20 metrekarelik bir alanın ortasındaki kayalara oyulmuş lahit ile onun çevresindeki rektagonal tekniğindeki duvardır. Duvarların iç ve dış yüzeylerine iki şerit halinde Lydialıların Amazonlarla mücadelelerini, Odysseus’un yolculuğu sırasında karşılaştığı olayları, Yedilerin Thebai’ye yapmış oldukları savaşlar işlenmiştir.
1881’de buraya gelen Avusturyalılar M.Ö. 400 yıllarına tarihlenen bu kabartmaların bazıları ile lahitlerden birkaçını Viyana’ya götürmüşlerdir. Ayrıca burada bulunmuş Ylkia tipi bir lahit de İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir.
Trysa’nın en ünlü yapıtlarından birisi de Heroon’a doğudan ulaşılan bezemeli kapıdır. Kapı lentosunun dış yüzlerinde kanatlı dört boğa ile gergedan figürleri işlenmiştir. Ayrıca burada koltuklara oturmuş erkekler ile yüzleri onlara dönük kadınlar görülmektedir. Büyük olasılıkla bu insanlar mezarların sahipleridir. Kapı lentosunun iç yüzünde musiki aletleri çalan,dans eden figürlere yer verilmiştir.
Heroon alanını çevreleyen duvarın iç yüzüne yine mitolojik konulu sahneler işlenmiştir. Amazonlarla yapılan savaşların yanı sıra Kentaurlar ,mitolojik kahramanlardan Meleagros’un yaban domuzu avı, Bellerophontos tasviri dikkati çekmektedir. Bunların yanı sıra Heroon’un doğu duvarında Theseus ile ilgili kabartmalara iki friz halinde yer verilmiştir.
http://www.kenthaber.com/Resimler/20...0/00446335.jpg
Bu kabartmalarda Atina kralının oğlu Theseus, babasının yanına gelirken karşısına çıkan devleri ve yabani hayvanları öldürüşü anlatılmıştır. Theseus ,mitolojiye göre Girit adasındaki korkunç Minotauros’u da öldürmüş ve bu yüzden ünlü bir kahraman olmuştur. Frizlerde mitolojinin değindiği diğer olaylara da yer verilmiştir. Örneğin Zeus ile Danae’nin oğlu Perseus’un kahramanlıkları, Medusa’nın başının kesilişi ,Lapitlerin kaçırılışı bunların başında gelmektedir.
Buradaki mabetten birkaç sütun dışında önemli bir kalıntı günümüze gelememiştir. Ancak bu mabedin kime ait olduğu da kesinlik kazanamamıştır. Burada bulunan bir yazıtta isimleri geçen Zeus veya Helios’a ait oldukları düşünülmüşse de bu konu kesinlik kazanmamıştır.
Tyberissos (Tyrmisson)
Tyberissos ,Kaş ile Demre arasındaki Çevreli Köyü’nün (Tirmisi) 2 km. doğusundadır. Tyberissos adının Luwi dilinden gelen ve yerleşimle ilgili bir sözcük olduğu sanılmaktadır.
Kentin tarihi ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yörede gezginlerin notları dışında yeterli bir yüzey araştırması ve arkeolojik kazı da yapılmamıştır. Bununla beraber çevrede görülen bazı mezar anıtlarının üzerindeki yazıtlara dayanılarak M.Ö. 400 ‘lerde kentin var olduğu düşünülebilir. Bu kent tepe üzerine yayılmıştır. Tepenin kuzeydeki doruğu daha yüksek olduğundan burasının akropol olduğu sanılmaktadır. Ayrıca burada Rektogonal tekniğinde taşları olan, büyük olasılıkla iç kaleye ait oldukları sanılan kalıntılarla karşılaşılmıştır.
Yerleşim alanı olduğu sanılan çevrede yazıtlar ve mezar anıtları da bulunmaktadır. Bu mezarlar daha çok lahit formunda olmasına karşılık Lykia dilinde yazıtlı ve ev tipinde iki kaya mezarı dikkati çekmektedir. Bunlardan biri tepeye yakın bir yerde, diğeri ise Tirmisin Ovasına yakın bir dağ eteğinde MÖ.400'e ait olup, üzerinde erkek ve kadın figürü bulunmaktadır. Akropol yamacında güvercin yuvasını andıran kayalara oyulmuş mezarlar dikkati çekmektedir. Bunların üzerinde yapılan yüzeysel bir araştırmada kentin Hellenistik ve Roma çağlarında yapıldığı ,yaşandığı anlaşılmaktadır.
Tepenin iki doruğu arasında kalan yerde oldukça iyi durumda blok taşlardan oluşmuş bir kalıntı ile karşılaşılmıştır. Bu kalıntının Dor üslubunda bir mabet olduğu ve burada ele geçen yazılı bir taşa dayanarak da Apollon’a ait olduğu anlaşılmaktadır.
Lissa (Lissai)
Lissa, Lykia ile Karia bölgeleri arasında sınırda olup Kapıkargın koyunun 3 km. güney-doğusunda, Kargın gölünün ucundadır.
Lissa ,Luwi dilinde “kayalık” anlamına gelen bir sözcüktür. Sadece Plinius ‘da adı geçen Lissa ile ilgili antik yazarların hiçbiri bilgi vermedikleri gibi yörede de herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Bu nedenle kent hakkında hiçbir bilimiz yoktur.
Günümüze yalnızca Akropol tepesindeki şehir surundan kalan duvar parçaları ve bunların üzerinde Hellence yazılı birkaç yazıt ve çevreye dağılmış haldeki mimari parçalar gelebilmiştir. Sur duvarının üzerindeki onurlandırma yazıtları M.Ö. III.yüzyıla aittir ve Ptolemaios II ve Ptolemaios III’ün idaresinde olduğu yıllara tarihlenmektedir. Kentin bulunduğu yer ile deniz arasında basit ,sarnıç tipi birkaç mezar görülmektedir.