-
Ve İzmir
... Ve İzmir
İzine ayrılıp küçük bir Türkiye seyahatine çıktım. Çeşitli yerlerdeki dostlarımı ziyaret ettim. Seyahatim kırk gün kadar sürdü. Halbuki izin sürem yirmi gündü. Ankara'ya uğradım. Yaşar Hocaefendi Diyanet İşleri Reis Muavini olarak Ankara'ya gelmişti. Ona durumumu anlattım. Geçmiş günler için rapor alınamayacağını söyledi. Meğer aklında başka bir düşünce varmış. İzmir'den ayrılırken onlara kendi yerine beni göndereceğini söylemiş ve benden sitayişkarane bahsetmiş. Bana "Bir dilekçe yaz ve İzmir Vaizliğini iste" dedi. Ben, aniden böyle bir teklifle karşılaşınca şaşırdım. "İzmir büyük yer, beni yutar. Mümkünse beni şarkta küçük bir vilayete verin" dedim. O ısrar etti. Bir başkasına dilekçe yazdırdı, bana da zorla imzalattı. Daha sonra da kararnameyi Diyanet İşleri Reisi Elmalı'ya imzalattı. Kendi imzalamadı. Bu Yaşar Hocaefendi'nin her zamanki temkinli davranışlarından biriydi.
Tekbirlerle...
Kırklareli'ne geldiğimde ilk işim müftüye tayinimi duyurmak oldu. Çünkü suçlu durumundaydım. Tayinimin çıktığını duyunca müftü suçumu unuttu ve üzüntülerini bildirdi. Kırklareli'nden ayrılışım adeta bir merasim oldu. Arabalar tuttular ve beni Edirne'ye kadar tekbirlerle, salavatlarla getirdiler. Edirne'deki dostlarla görüşüp vedalaştım.
- Efendim, zannedersem bundan sonra İzmir devresi başlıyor. İzmir'de nasıl karşılandınız... Kestanepazarı günleriniz... Oradan ayrılışınız... Bu devrede başınızdan geçen hadiseler ve hatıralarınız?
- Geleceğimden kimseye haber vermemiştim. Elimde iki çanta Kestanepazarına vardım. Faytondan indiğimde beni ilk karşılayan İsmail Türe Bey oldu. Çantalarımı aldı. Daha caminin dış kapısında cemaat beni coşkun bir alaka ile karşıladılar. Eşyamı müdür odasına koydum. Küçük bir cam dolap vardı. Getirdiğim eşyayı oraya yerleştirdim. Gece gündüz kullandığım, açılıp kapanan bir koltuk vardı. Gündüzleri onu koltuk olarak, geceleri de yatak olarak kullanıyordum.
Bir İki Saat Uyku
İlk müşahedeme göre, devamlı olarak talebenin başında bulunmamda zaruret olduğu kanaatına vardım. 24 saat hiç uyumamam icab ediyordu. Talebenin umumi durumu bunu gerektiriyordu. Devamlı riyazattan bünyem iyice zayıf düşmüştü. Buna rağmen bir-iki saat uyku ile yetiniyordum. Bazan sabaha kadar beklediğim ve hiç uyumadığım olurdu. Geceleri birkaç defa banyoları, tuvaletleri ve yatakhaneleri dolaşır talebeyi kontrol ederdim. Bir taraftan talebe ile yakından ilgileniyor, diğer taraftan da gördüğüm gayr-i nizami durumları düzeltmeye çalışıyordum.
O sene tedrisat döneminin bitimine iki-üç ay kadar bir müddet vardı. Ve o sene öyle geçti.
Son sınıf talebelerinden birkaç asi çocuk vardı. Yaşları da büyüktü. Söz dinletmek mümkün değildi. Benden evvelki idareciler tarafından şımartılmışlardı. Başka çarem olmadığını anlayınca, bunlardan bir-ikisine güzel bir meydan sopası attım. Bir kısmı okulu bitirip gitti, diğerleri de kuzu gibi oluverdi.
Yaşım yirmaltı veya yirmiyedi dolaylarındaydı. Onun için hem talebeler hem de hocalar benim idareci olarak gelmemi yadırgamışlardı. Hatta hocaların içinde, hem de bana duyuracak şekilde "Yaşar Hoca, bula bula bu çocuğu mu bulup gönderdi" diyenler oluyordu. Zaten daha önce idarecilik yapmış ve burada idareci olarak bulunmuş bir arkadaş, beni o zaman da daha sonra da kabullenemedi.
İlk gün, talebeyi toplamış ve beni onlara takdim ederken "Bundan sonra başınızda bulunacak. Yani müdür gibi bir şey" demişti. Tabii ki böyle bir takdim bana çok dokundu. Elbette ki, bu takdim şekli talebeye de menfı yönde tesir etmişti. İdareyi ele alıncaya kadar epey sıkıntı çektim.
Ali Rıza Güven Bey, dernek başkanıydı. Dernekte en çok sözü geçen oydu. Gıyabımda beni takdirle yadettiğini ve bir gün idarecileri toplayarak "Bu hoca, buranın yemeğini dahi yemiyor. Eğer onu rahatsız edici bir tavrınız olursa, hepinizi buradan atarım" dediğini, daha sonra duydum. Kısa bir müddet sonra da, gerek talebe, gerek idarecilerin büyük çoğunluğu, gerekse hocalar beni kabullendiler ve aramızda ciddi bir kaynaşma oldu.
Benden evvel, Ali Rıza Güven Bey, her sabah gelir talebeleri kontrol edermiş. İlk günler de geldi. Fakat beni hep ayakta ve talebelerin başında buldu. Bir gün "Hocam artık burası bütünüyle size emanet. Benim gelmeme gerek kalmadı" dedi. Ve ondan sonra da kontrol maksadıyla yurda hiç uğramadı.