-
Alvarlı’nın Vefatı
Alvarlı’nın Vefatı
Hayatımın en sarsıcı hadiselerinden biri de Alvar İmamı'nın vefatıdır. O gün ben de Alvar'da bulunuyordum. Hatırladığıma göre kuşluk vaktiydi. Salondaki sedirin üzerinde uzanmış, istirahat ediyordum. Birden hâtiften bir ses duydum. Buna ses değil çığlık demek daha doğru olurdu. Kulağımı uğuldatan bu çığlık "Efe öldü" diye bağırıyordu.
Hemen yerimden fırladım. Ceketimi elime alıp koştum. Efe Hazretlerinin evine doğru yaklaştıkça, acı gerçeği anladım; Efe hakikaten ölmüştü. Çünkü çevre komşular hep evin etrafına toplanmışlar ve insanlar mendil tutmaca ağlıyorlardı.. Dünya, yeri doldurulamayacak bir boşluk daha görecek ve Efenin ölümüyle bu yaşlı ana bir defa daha inleyecekti. İnleme ve ağlamalar günlerce aylarca sürdü. Sessiz ağlayışımız ise hala devam etmektedir.
Alvar İmamı'nın hatıralarıyla süslü o beldeden babamın ayrılışı benim çok ağırıma gitti. Babam bir kere imam olmuştu. Yeniden köye dönmesi, rençberlikle uğraşması uygun olmazdı. Mecburen Artuzu diye bir küçük köye gitti ve orada imamlık yaptı. Daha sonra da Erzurum'a yerleşti. Babamın irdelenmesini, yadırganmasını, hazmedilememesini içimden atamadım. Halbuki babamı Alvar'da herkes severdi.
Seyfeddin Efendi'nin bacanağı Hamid Ağa -ki bu köyün ileri gelen zenginlerindendi. Gırtlak kanserine yakalanmış ve gırtlağı delinmişti. Gırtlağında gümüşten bir boru vardı. Elini oraya koymazsa konuşamazdı. Çok olgun bir insandı- birgün köyün içinden bir umam göç halinde geçerken birdenbire ağlamaya başlıyor. Babam da "Ağabey niçin ağladın?" diyor. O da "Ramiz Efendi, senin birgün böyle birşeye maruz kalacağın gözümün önünde tüllendi" cevabını veriyor. Babam, her zaman bu keramet ehli insanı hasret dolu hisle anardı.
Sadi Efendi, Eruzumda Kurşunlu Camii medreselerinde okutuyordu. Bu medrese, tavanı ahşap, küçük bir medresedir. Aşağı yukarı iki kilim boyu kadar bir yerde beş-altı insan kalırdık. Babam beni ilk defa oraya vermişti. Kolumda bir sandık vardı, ve bütün eşyam da bu sandıktan ibaretti..
Olmadığı zaman bir hayli sıkıntı çekilirdi. Ben de o sıkıntıyı çekenlerden biriydim. O soğuk kış günlerinde helalarda çok yıkanmışımdır. Ayaklarım buzlara yapışırdı. Bir ayağımı yıkar, sonra onu yere kor, diğerini de öyle yıkardım. Başımdan şağıya dökündüğüm soğuk suların hatırasını hiç unutamam. Ciddi mahrumiyet içindeydik.
Babam bütün bütün köyden alakasını kesmişti. Fazla imkanları da kalmamıştı. O kadar çocuğun içinde bana bir ekmek parasını ancak verebiliyordu. Ve ben onu harçlık olarak kullanıyordum. Çok sıkıntılı günler geçirdim..
Sadi Efendi'nin yanından ayrılınca Kemhan Caminin yanındaki medreseye gittim. Zaten eşya olarak sadece bir sandığım vardı. Bu medresede isimleri aklımda kalan bir Halis'le Muhyiddin var. Halis bize çok iyiliği dokunan Alvar ağalarından birinin oğluydu. Yine beş-altı arkadaş kalıyorduk. Eğer birinin misafiri gelirse, yatacak yerimiz kalmazdı. Çok dar bir yerdi. Burada unutamadığım bir hatıram da şudur:
Yatmak istediğimde baktım ayağımı arkadaşlardan birine doğru uzatmam gerekiyor; saygısızlık olur düşüncesiyle ona doğru ayağımı uzatmadım. Diğer tarafta kitaplarımız duruyordu. Kitaplara doğru da ayaklarımı uzatmam mümkün değildi. Beri taraf kıbleye denk geliyordu. Ayağımı uzatabileceğim tek yön vardı; orası da Korucuk istikametini gösteriyordu. Ve ben babam Korucuk'tâ olabilir ve ona karşı saygısızlık etmiş olurum düşüncesiyle o tarafa da ayağımı uzatamadım. Birkaç gece böylece hiç uyumadan oturdum.