Hak ve hakikatlar, önce fıtratı, hali ve inançları müsait olanlara anlatılmalıdır:
Hak ve hakikatlar, önce fıtratı, hali ve inançları müsait olanlara anlatılmalıdır:
Hak ve hakikatı gönüllere duyurma istikametinde vazife yaparken önce fıtratı, hali ve inançları müsait ve alnı iyi -kötü secdeye varmış olanlara, “Peygamber vardır veya duymuştum” diyenlere ve dinlediklerinde tepkileri “evet” olacak kimselere müracaat etmek uygun olur. Esasen %80 durumu böyle olan neslimizin samimî bir câzibe karşısında hüsn-ü kabul göstereceğini ümit ediyoruz.
Alnı kirli ve nasır bağlamış, kalbi mühürlenmiş, belli bir zihniyete bağlı, dönmeme niyetinde ve hasım vaziyeti almış kimselerle meşgul olmak boşunadır; hattâ, böyleleriyle meşgul olmanın bazı zararları da vardır: a) Başkalarına, bu türlü kimselerle oturulabileceği fikrini telkin eder; b) Kendileriyle bir arada bulunanların ruh dünyâlarını örseler, menfi atmosferleriyle onların duygularına tesir eder, hattâ namazlarındaki zevki bile kaçırabilir. Kur’ân’da, “En küçük bir meyille olsun zulmedenlere meyletmeyin”(Hûd, 11/113) diye emredilir. Yalnız, kendileriyle oturulmalarında fayda mülâhaza edilen ve hak ve hakikat anlatıldığında dinleyen kişilerle aramızda gelir bize katılır mülâhazasıyla bir açık kapı bulundurulması faydadan hâlî değildir. Hele bu anlatma, garazsız, ivazsız ve her türlü çıkar düşüncesinden uzak ise...
Bazen de tamamen küfür yüklü olmamakla beraber, nefisperest, günahlara dalmış, içki ve kumarla sarmaş-dolaş kişiler vardır. Bunlarla “selâm” ve “merhaba” şeklindeki alâkamız onların imanlarına saygının gereği, münasebetlerimizi daha ileriye götürmememiz de imanımızın muktezasıdır. Dinleyip, istifâde ettikleri müddetçe oturup anlatırız. Ne var ki, anlattıklarımızla alay ve istihzaya başladıklarında, Kur’ân’ın emri üzere, kızmadan, çirkin beyan, çirkin davranışta bulunmadan ve merhaba kapısını da kapatmadan çeker gideriz.
İrşat ve tebliğ adına kendilerine hizmet götüreceğimiz şahısların durumlarını önceden tesbit de çok önemlidir.
Daha ilk tanışıp görüştüğümüz şahsın sîması, selâm vermesi, konuşması ve davranışları, o şahıs hakkında bize ön fikir veren birer işarettir. Bu gibi vesileleri değerlendirmek, diyalog kurmada yardımcı olabilir.
Muhatabımızla emniyet telkin eden bir edada, sempatik, yumuşak ve tabiî, fıtrî ve riyasız bir ilk münasebet çok önemlidir. Allah ve Rasûlü’nü sevdirme hesabına kendimizi sevdirmeye çalışmamız da mahzursuz, hattâ yararlı sayılabilir. Arkadaşlık ve insanlık açısından yakınlık kurarak, ikramlarda bulunmak, -Efendimiz’den öğrendiğimiz üzere- lütûfkâr ve cömert olmak da gönüllere girme adına önemli hususlardır. Bizim bir kısım düşünce, kanaat, hattâ saplantılarımız olduğu gibi, muhatabımızda da benzeri kanaatlerin bulunabileceğini hesaba katarak bir kısım reaksiyonlar alacağımız kat’iyyen gözardı edilmemelidir. Hiç kimsenin yıllarca taşıdığı inanç, kanaat ve düşüncelerini bir hamlede, bir konuşmada kafasından çıkarıp atmasının mümkün olamayacağını kabullenme mecburiyetindeyiz. Düşününüz ki, Kur’ân-ı Kerim o büyük inkılâbını 23 senede gerçekleştirmiş, kimi şeyleri öne alıp, kimilerini sona bırakmış ve önce söylenecekleri önce, sonra söylenecekleri de sonra söyleyerek, her şeyi tedrîcen yerli yerine oturtmuştur.
Bizler de hemen söze girip, mes’elelerimizi açık-seçik ortaya dökmeden önce ferdî sohbetlerde karşımızdakinin ortaya atacağı mevzûlarla onu tanımaya çalışmalıyız. Hekim nasıl önce hastasını dinleyip, teşhisini koyuyor ve sonra tedaviye geçiyorsa, biz de ilhad ve inkâr hastasının önce inançlarını, şüphe ve tereddütlerini anlatmasına, ya da mevzûyla alâkalı sorular sormasına imkân tanımalıyız.. Ve, düşünce ve şüphelerini ifâde ettiğinde de hemen reaksiyon göstermemeliyiz. Unutmayalım ki, neslimiz imanî ve Kur’ânî mes’elelere yabancı olduğundan, bizden duyduğu her şeye hemen karşı çıkabilir. Mukabelemiz uygun ve yumuşak olmazsa, bu durumda Allah’tan daha da uzaklaşmasına yol açabiliriz. Bu sebeple, muhatabımızın kültür, ilim ve inanç durumunun tesbiti çok önemlidir. Meselâ, muhatabımızın kültür seviyesi bizden yüksek, bilgisi bizden fazla, biraz da bencil ve bilgiç geçiniyorsa, buna mukabil, biz de onun karşısına yarım yamalak ilmihal bilgisiyle çıkmışsak, bu durumda ona birşey anlatmamız mümkün değildir. Keşif ve keramet bile göstersek, aklını, fikrini ve düşüncesini doyuramayız. Böyle hallerde, onu kendi seviyesinde birine götürüp, onun ilim, irfan potasında erimeğe bırakmak lâzımdır.
Muhatabımızın yaşı-başı da oldukça önemlidir. Yerinde anne-baba, amca-dayı, ya da yaşça bizden büyük olana dini, diyaneti anlatabiliriz. Ancak, şurası da iyi bilinmeli ki, insanın yaratılışında küçüğünden gelen şeylere karşı daima reaksiyon vardır; ancak faziletli insanlar, küçüklerini dinleme olgunluğunu gösterebilirler. Bu îtibarla, muhatabımızı kendi yaşında veya yaşının üstünde, kendi seviye ve frekansından ona hitap edebilecek kimselerle tanıştırma yolları araştırılmalı ve onlarla diyalog sağlanmalıdır.
İrşadda ehemmiyetli bir başka husus da, camilerin, mescidlerin ve ilim-irfan sahibi kimselerin bulunduğu müesseselerin gezdirilip gösterilmesi ve muhatabımızın akranlarıyla tanıştırılmasıdır.
Karşıdaki insana ne kadar anlatırsanız anlatın, hattâ kalbine girip taht kurun, o, kendi yaşıtlarında anlattıklarınızın pratiğini müşahede etmediği sürece, kendisini yapayalnız görecek ve kendi ağırlığı altında kalıp ezilecektir. Gül, gül bahçesinde biter; bir genç de namaz kılan, secde eden ve ilim sahibi olan kendi yaşıtlarından etkilenir; yoksa, ne büyük küçükten nasihat ister, ne de genç kendi büyüğünün öyle fazlaca etkisine girer; büyüğüne saygı duyar ama, onun asıl etkileneceği kimseler kendi yaşıtlarıdır. Bir diğer husus da, mutlaka kitap okumak ve en az haftada bir sohbet tertip etmektir.