Vazifenin edası için has ve sağlam fertler yetiştirmelidir:
Vazifenin edası için has ve sağlam fertler yetiştirmelidir:
Vazifemizi edada Efendimiz’in öğrettiği bir diğer esas da, her görüş ve anlayıştaki insanla münasebet kurma ve zayıf kalabalıklar yerine, has ve sağlam fertler yetiştirmekdir.
Bilindiği gibi, Mekke’de Efendimiz’in yanında yaşlı, fakir ve kölelerden her yaş ve her seviyede insan bulunurdu. Müşriklerin ileri gelenleri ona, “bunları yanından uzaklaştır, seninle öyle oturup konuşalım” diyorlar ve kendileriyle husûsî münasebet kurulmasını istiyorlardı. Efendimiz, cemaatinin özünü gariplerin teşkil ettiğini ve gariplerin ne has kişiler olduklarını çok iyi bildiğinden, müşriklerin tekliflerini geriye çevirdiği gibi, böyle tekliflere îtibar edilmemesi gerektiğini de fiilen ifâde buyurmuşlardı.
Gerçi Allah’ın Rasûlü çokluğumuzla iftihar edecek ama, O’nun iftiharında da yine liyakat esastır. Mekke’de ilk dönemlerde, Dârü’l-Erkam’da, Efendimiz’in yanında 3-5 kişi vardır. Sonra bu sayı 40’a ulaşır; 40, birinci kudsilerin çekirdeğidir. Ne var ki, 40’a varılıncaya kadar ne dar geçitler geçilmiş, ne derin sular aşılmıştır! Bu çile dönemine yetişip de geri dönmeyenler, cepheyi terketmeyenler, belli ki ilerde, Bedir’de ve Uhud’da da sebat edip yerlerini koruyacaklardır. O, Bedir ve Uhud’da Ali’si ve Hamza’sıyla müşriklerin hakkından geldiği gibi, ilerde Ömer’iyle de İran’ın ve Bizans’ın hakkından gelecektir.. ve çok mühimdir; bu devirde Sahabe arasında münafıka da rastlanmaz; zira bunların içinde münafıkın barınması mümkün değildi. Kaldı ki, o işkenceli dönemde, ‘Lâ ilâhe ill’allah’ demek, dünyâ namına bir şey getirmediği gibi, mâlî ve bedenî pek çok zâyiata da sebebiyet verebiliyordu. Bu itibarla, böyle bir sabır ve tahammül döneminde nifak söz konusu olamazdı. Görülüyor ki, bizim kitle ve çokluk diye bir derdimiz yok; bizim, dünyayı yeniden çimlendirecek nüve, çekirdek ve haslara ihtiyacımız var...
Evet kalb, akıl, mantık, his ve duygu zaviyesinden doyurulmamış kimseler, hem boşlukta gölge gibi sallanıp duracak, hem de en hafif bir rüzgârda devrilivereceklerdir. Bu itibarla da onlar, bizim matlubumuz olamaz. Evet, Tâif’te pişmeden, Hudeybiye hamlesini yapmadan ne Mekke’nin fethi mümkün olabilirdi, ne de kitlelerin fevc fevc İslâm’a girmesi.
Sonra, fertlerle diz dize karşılıklı oturup halleşme, sohbet etme, dert ve şüpheleri dinleyip izâleye çalışma ve gönülleri İslâmî güzelliklerle donatma her zaman mümkün olsa da, aynı şeyi kitleler için düşünmek mümkün değildir. Evet, kitlelerde hisler belli şeylerle coşturulsa bile, fert fert ruhlara muttalî olma ve hissiyata vakıf bulunma gibi avantajların hiç birine sahip olunamaz.