Devrimizin şartlarında irşâd, tebliğ ve mücadele vasıtası ilimdir.
Devrimizin şartlarında irşâd, tebliğ ve mücadele vasıtası ilimdir.
Bir kaç asırdır kâfirin elinde Allah'ı inkâr vesilesi olarak bir silah gibi kullanılan fenleri dinî ilimlerle mezcedip, devrin mantık, kültür ve düşünce seviyesi içinde takdim etmek esastır.
Büyük İmam Gazâlî, bir devirde o devrin gerektirdiği mücadeleyi veriyor, müslümanlığı saran Eflâtunculuk, Aristoculuk ve Sokratizm’e karşı felsefenin sakat taraflarını ortaya koyan eserler te’lif ediyor, Yunan düşüncesini temelden sarsıyor, daha sonra da İhyâ’sını te’lif edip, mü’min gönüllere Muhammedî ruhu üflüyordu.
İmam-ı Rabbânî, Hindistan’da zuhur ettiğinde, bütün dinleri birleştirme gibi Hint felsefesinin te’siriyle ortaya çıkmış bir sürü cereyanla karşı karşıya kalıyor ve bir taraftan bu batıl akımlarla mücadele ederken, diğer yandan da bu cereyanların bir kısmının temsilcisi bulunan Ali Ekber Şah’ın oğlu Âlemgir’e el atıyor ve Budaların, Brahmanların ülkesinde yıllar ve yıllarboyu müslümanlığın sesi ve soluğu haline geliyordu.
Tâbiin Devri’ne baktığımız zaman, derin bir zühd ve takva hareketi görürüz: Ebû Hanife, Esved, Alkame, Süfyan-ı Sevrî, İbrahim Edhem ve Bişr-i Hafî gibi derinleştikçe derinleşenlerin devridir bu devir. Sonra bir dönem gelir, o dönemde tarikatlar ufûlelerini edâ eder ve gönüllere sonsuzdan meş’aleler yakar ve yığınlarda ebediyet düşüncesi mayalar. Bizim devrimizde ise manzara cidden korkunçtur. İmanda tahkik bağları çözülmüş, gelişen ilimler küfre götüren birer yol haline gelmiş; Fizik, Kimya, Tıp, Biyoloji vb. inkâra vesile yapılmış ve adetâ Allah’ın kudret ve iradesiyle yazdığı kâinat kitabı, Kelâmından gelen şeriatıyla zıt gösterilmeye çalışılmış ve bütün hakikatlar ters gösterilmiştir. Böyle bir devirde verilen mücadele de, pek tabii ki günümüzdeki yanlışlıkları giderici ve günümüzün dertlerine derman olucu evsafta olmalıydı.. ve öyle de oldu.
Demek ki, devrimiz ne Fatih ve Yavuz devri, ne kılıç ve top devri, ne de gönülleri sadece aşk ve ilhamla coşturma devridir. Devrimiz, müsbet ilimin yanında ilham, onun yanında da fikir ve kültür devridir. İnsanımız, ancak dört-beş buudlu melekler gibi, bu derinliklerin bütününü temsil edebildiği ölçüde çağını yakalayacak, onunla hesaplaşacak, ona söz dinletecek ve bu sayede de elenip gitmeyecektir. Yani, düşünce kadar ilhama, ilham kadar tecrübeye, tecrübe kadar aşka, heyecana, aşk u heyecan kadar da sisteme önem verecek, esbab dairesi içinde Müsebbibü’l-esbab’la münasebeti açısından bütün falsolara ve fiyaskolara kapalı kalmasnı bilecektir. Milletimiz, Allah’ın inayetiyle bunu başaracaktır. Zira, din ve iman bakımından dünyada hiç bir millette bulunmayan zengin, dolgun bir tarihî mirasımız ve kantarlarda tartılamayacak kadar ağır, kıymetli bir kültür hazinemiz vardır. Bu durumda, neden her ev bir dersane olmasın? Evet, hem okuyacağız, hem okutacağız; bütün memleket sathını bir mektep haline getirip, yediden yetmişe herkesi bu mektebin müdavim talebeleri yapacak ve kopan tarihî bağlarımızı belli bir şuurla birleştireceğiz.