Yalnız kalmayıp, mutlaka iyi arkadaşlar edinmek lâzımdır:
Yalnız kalmayıp, mutlaka iyi arkadaşlar edinmek lâzımdır:
Yukarda işaret edildiği gibi, Allah, insanı içtimâî bir varlık olarak yaratmıştır. Yalnız yaşayan bir insan, hem dört yandan hücum eden dalâlet rüzgarları karşısında kuvvetsiz, desteksiz, hem de dualarının kabul olması gibi avantajlardan mahrum kalabilir. Bunun da ötesinde, şeytanın zehirli okları karşısında boy hedefi haline gelebilir... Bu îtibarla, Aleyhissalâtü ve’s-selâm, “Yalnız yaşayan şeytandır” buyururlar. Evet, yalnız yaşayan insan, er geç şeytanın tuzağına düşebilir, şeytana paçayı kaptırabilir ve onun kızıl pençesine av olabilir. Şeytanın zihne ve hayâle attığı her kötü düşünce, yalnızlık ve can sıkıntısı toprağında boy atıp gelişecek bir çekirdek gibidir. Fikir, gönül ve ruhu-nu kötülük ve günah çekirdeklerinin doldurduğu yalnız bir insanda, bu çekirdeklerin er-geç iç tazyik ve zorlamalarla dal-budak halinde dışarı taşarak, günah meyvelerini vermemesi imkânsız denecek derecede zordur. Her insan, zaman zaman kendini zorlayan bu kabil düşünce ve hayâllerin kendisini nasıl kıstırdığını ve bu kötü düşüncelerin kökünün, daha çekirdek halindeyken kurutulmasının lazım geldiğini, kim bilir kaç defa hissetmiş ve nedametle kıvranmıştır..! Evet, hizmetteki kardeşlerimiz ve arkadaşlarımız, zihin, kalb ve ruhumuzun şeytana ait kötülük tohumlarınca işgal edilmemesi ve daha başlangıçta bunların temizlenmesi adına bizim son derece faydalı yardımcılarımızdır.
İnsan konuşurken, dinlerken ya da bakarken, zihin ve hayal faaliyetleri bu duygulara bağlı olarak şekillenir ve renklenir. Siz bu üç faaliyetin üçünü birden yaparken, sözgelimi arkadaşınızla konuşur, ona sorular sorar veya sorularına cevap verir, yani hem konuşur, hem dinler, hem de düşünürken, hayal aleminizde seyahatlar tertip edemezsiniz. Zira zihin faaliyetleriniz ve dikkatiniz, konuşmanızda, dinlemenizde ve düşünmenizde odaklaşmış ve bir nevi hapsolmuştur. Bunun tersine, arkadaşlarından kopmuş bir insan, serbest kalmış zihniyle, hele bir de yorganı başına çekince, istediği veya şeytanın kendini sürüklediği hayal âlemlerine dalar gider; öyle zaman da olur ki, encamı ürpertici bu hayâlî seyahattan yara almadan geriye dönemez...
Evet, insan, yalnız kalmaktan yılandan-çıyandan kaçar gibi kaçmalıdır; çünkü yalnızlık yılanca, çıyanca düşüncelerin insan ruhunu sarmasına yol açar. İki kişi olmada da aynı tehlikeler bahis mevzûu olabilir; çünkü iki kişinin bir fenalık ve kötülük üzerinde anlaşması, zayıf bir ihtimal de olsa mümkündür. Üç kişininse, -ihtimal hesaplarına göre- günahlarda, fenalıklarda anlaşıp bir araya gelmesi âdeta imkansızdır. Bu hakikata parmak basan Allah Rasûlü, “İki kişi de şeytandır; üç kişi ise cemaattir” buyururlar. Üç kişi, bir cemaat teşkil eder ve şeytanın insana nüfuz edeceği delikleri, çok daha küçültmüş olurlar. İster evli, ister bekâr olalım, evde, mektepte, iş yerinde, sokakta ve çarşıda bizi aralarına alıp, üzerimize kanatlarını gerecek, duygu ve düşüncelerimizi şeytânî esintilerden koruyacak ruh ve irade insanı arkadaşlara ihtiyacımızın varlığı ortadadır.
Çok defa ve çok yerde kendi kalbimiz, kendi gücümüz bizi canlı ve diri tutmaya yetmeyebilir. Bakışlarımız buğulanıp, sinelerimizi sis ve duman sarabilir; kalbimiz katılaşıp, aşk u heyecanımız, günlük işler ve bu çok renkli hayat içinde kaybolmaya, erimeğe yüz tutabilir ve meydana gelebilecek bir kabz hali sonucu -Allah korusun- sefahate düşebiliriz. Ama, en az üç kişilik bir cemaatimiz olsa, o zaman diğer iki şevkli ve canlı arkadaşımızdan hiç olmazsa birinin bast haline misafir olur, onun rahmet oluğundan beslenir, onun esintileriyle serinler ve o hava ve atmosfer içinde aşk u şevk teneffüs edebiliriz.
a) İyi arkadaş insanı Cennet’e götürür:
Burada yeri gelmişken şu mühim hususu da belirtmeliyiz : Evet, arkadaş ama, her arkadaş değil; iyi arkadaş seçeceğiz. Eskilerin eskimeyen şu sözleri ne güzeldir: “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” “Üzüm üzüme baka baka kararır.” “Gül, güller arasında yeşerir.” “İyi arkadaş, insanı Cennet’e, kötü arkadaş da Cehennem’e götürür.” “İyi arkadaş, misk satan gibidir, hiç olmazsa kokusundan istifâde edilir; kötü arkadaş ise, körükçüye benzer ki, hiçbir yanından rahatsız olmasanız bile, en azından kokusundan rahatsız olursunuz.” Evet, her insan, arkadaşlarından iyi-kötü mutlaka birşeyler kapar.
b) İyi arkadaşlar içinde olunmalıdır:
Ebed yolunda ebed soluyan, sîmaları hakikat gamzeden, irâdelerinde Allah’ın irâdesi nümayân öyle dostlar, ahbablar, arkadaşlar vardır ki, yanlarına gittiğiniz, atmosferlerine girdiğiniz zaman, Nebî ile diz dize gelmiş gibi kuvvet kazanır, aşkla, şevkle dolarsınız. Onların iksir-misâl söz ve davranışları, içinizde yosun gibi yeşermeye başlamış kötü duygu ve düşünceleri bir hamlede siliverir. İyi arkadaş, nasihatlarıyla sizin yüreğinizi hoplatacak, içinize aşk, heyecan salacak, düşüncenize aydınlık getirecek ışıktan bir dosttur. Münevver ve münevvir dostlar, has ahbablar, evet bize lazım olan, işte bunlardır.
Pek çok mıknatısın bulunduğu bir zemine madenî bir parça atsanız, hangi mıknatısın manyetik gücü fazla ise, onu kendine çeker ve bünyesine yapıştırır.. meteorlar, çekim kuvveti ve hayyiz gücü ağır basan tarafa yönelirler.
O halde, evlâdlarınızın kalbleri imanlı, kafaları aydın, anne-babalarına itaatkâr, vatan ve milletlerine hizmetkâr, dürüst, faziletli, fedâkâr olmalarını mı arzu ediyorsunuz? Öyleyse, onları balmumu gibi eritip, istediğiniz şekli alabilecek temiz arkadaşlara emanet etmeniz gerekir. Böylece onlar, kendi seviyelerinde, emsallerinin muhitinde, içinde bulundukları potanın şeklini alacaktır. Diyelim ki, bir ortaokul talebesini üniversite sıralarına oturttunuz ve onun için binbir emek, binbir masrafta bulundunuz, bu yanlış yaklaşımla ne ona bir şey verebilir, ne de kendiniz bir şey elde edebilirsiniz! Aynen bunun gibi, bir genci kolundan tutup, kendinden çok ileri yaşta insanların bulunduğu camilere götürseniz, hattâ keşif ve kerametiyle insanın içinden geçenleri okuyan evliyâullahtan birine teslim etseniz, yine de o delikanlıyı orada tutamaz, kalbini ve kafasını tatmin edemezsiniz. Her şeyden evvel o, kendisi gibi inanan ve davranan gençlerin bulunup bulunmadığına bakacaktır. Emsalini göremediğinde ise, nazarları daima sevimli bulmadığı sîmalara takılacak ve tatmin olmayacaktır. “Müslümanlık iyi, güzel ama, sadece ihtiyarların, yer değiştirme ruh haleti içinde esneyerek camiye gelenlerin ve ilmî mes’elelerden habersizlerin dini” diyecekt, bu durumda da ona tesir etmeniz imkânsız olacaktır. Bu itibarla, bir gence iman adına birşeyler verilmek istenirken, onun akıl ve mantık seviyesiyle ilim ve düşünce derecesini hesaba katmanın yanısıra, İslâm’ın yaşanabilirliği ve kabil-i tatbîk olduğu da kendisine gösterilmelidir ki, yaşama arzusunu duysun ve “Onlar yapıyor, ben niye yapmıyayım; onlar kılıyor, ben niye kılmıyayım, onlar koşturuyor, ben neden koşturmayayım; onlar okuyor, ben neden okumayayım” desin, düşünsün ve yapsın.. İşte, böyle bir ruh haletinin meydana gelmesi de, ancak gül kokulu, selvi endamlı, aydın sîmalı, misk dağıtan ve Cennet’e yol açan arkadaşlar topluluğu içinde mümkün olabilecektir. Karşı yakada ise, hiç de tasvir etmeği düşünmediğimiz bir nesil var; içki alışkanlıkları, kumar özentileri, fuhşa ait düşünce ve davranışlarıyla boşlukta, doymamış, serazat bir nesil... Evlâdlarını sevdiklerini ve onlara merhamet ettiklerini söyleyen anne-babalar, evlâdlarına karşı gerçekten merhametli iseler, onları ışık suvarilerine teslim edeceklerdir...
Nasihat edenleri dinlemek de, ülfetimizin dağılması, kalbimizin yumuşaması ve şeytanın vesveselerine, günahların zorlamalarına karşı koyabilmemiz için de koruyucu ve besleyici çarelerdendir. İnsan, aklı, mantığı ve muhakemesiyle husûsiyet arzeden bir varlık olduğu gibi, coşan gönlü, ürperen vicdanı, yaşaran gözleriyle de bir kalb, bir ruh ve bir duygular yumağıdır. Bu itibarla da o, iç âleminde derinleşmeye, ruh dünyâsında zenginleşmeye, tefekkür hayatında genişlemeye muhtaçtır. Evet o, yer yer içinde oluşan aysberglerin eritilmesine muhtaç olduğu gibi, mânevî gıdasızlığını izale edecek, mânevî süt akıtan çeşmelere de şiddetli bir iştiyak duyar. Kur’ân, Efendimiz’e defaatle “Anlat” der ve O iki Cihan Güneşi de, “Din nasihattır” buyurur.. evet bir yanda, çatlama noktasına kadar ‘anlatma’ tâlim edilirken, diğer yanda da yine hadîsin ifâdesiyle “ya öğreten, ya öğrenen, ya da dinleyen ol; dördüncüsü olma!” tavsiyesinde bulunularak, iki uç âdeta bir noktada birleştirilmekte ve dikkat nazarları, yerinde anlatmaya, yerinde de dinlemeye çekilmektedir. Hele, Efendimiz’in bizzat, Kur’ân’ı talim ettiği Ashab’ına, “Okuyun da dinleyeyim!” demesi ne kadar mânidârdır!..
O halde insanın, yüreğini coşturup yumuşatacak, içindeki kararmış his ve duyguların kirini, pasını izale edecek, onun ebedî âlemlere şevkini kamçılayacak, bu arada dinî, ilmî dakik mes’elelerle fikir dünyâsını aydınlatacak vâiz ve nasıhleri dinlemesi de, yine onun için ekmek kadar, hava kadar mühim bir ihtiyaçtır. Bu sebeple insan, “bunu biliyorum, bir daha neden dinleyeyim ki!” dememeli; nasıl yemek, içmek devamlı tekerrür ediyor ve bıkmak şöyle dursun, bunlara daima ihtiyaç duyuluyor, öyle de, kalb ve ruhun gıdası sayılan, ayrıca şeytan ve günahların şerrinden de koruyucu rol oynayan nasihat ve sohbetleri dinlemek de, onun için belki bin kat daha lüzumlu bir ihtiyaçtır. Halk arasında, va’z ve sohbetlere devam eden bir çok kişinin içkiyi, kumarı bıraktığını, pek çok fenalıkları terkettiğini, hayırlara koşar olduğunu duyar ve dinlersiniz. Anlatan bir aşk ve heyecan insanı olmasa, gözü yaşlı ve ihlaslı anlatmasa da, yine tesir edebilir; çünkü te’sir ettirecek Allah’tır. Bence, günümüzde mahrum bulunduğumuz hususlardan biri de işte budur. Seleflerimiz va’z ederken, cami ihtizaza gelir, gönüller aşk ve heyecanla dolar; çoğu kez va’z tamamlanamazdı. Bir kere, dinleyen içi yıkanmış olarak döner giderdi. Ama, yine de ümitsiz değiliz; her bitişin ardından bir doğuş başlatan Allah’ın, aşkla coşan, gözü yaşlı, bağrı yanık o gönül erlerini bir kere daha göndereceğine inancımız tamdır.
c) Nasihatçı ve ikazcı arkadaş edinilmelidir:
Nasihatçı ve ikazcı bir arkadaş edinmenin ehemmiyetini de burada ifade etmeliyiz. Şimdiye kadar ele aldığımız bahislerle alâkalı olarak üstümüzde âdeta kayyumluk ve bekçilik yapacak iyi bir arkadaşı ikazcı tayin edip, ona ruhsat ve yetki vermek de çok önemlidir. Evet, böyle bir arkadaş olmalıdır ki, bizde bir gevşeklik, ülfet, günaha biraz meyil gördüğü, az bir kayma müşahede ettiği zaman hemen ikazda bulunsun, yerinde sertçe kulağımızı çeksin ve başımızı salladığımız zaman da elimizden tutup, bizi sâhil-i selâmete çıkarsın.. biz de, sıkıldığımız, kendimizde bir sönme müşâhede ettiğimiz ve ayağımızın kaydığını hissettiğimiz zaman hemen kalkıp, Hızır çeşmesine koşar gibi, bu vefalı ve emin dost, bu güzel arkadaşın kucağına koşalım ve “Sen bir bahçıvansın, hele beni bir gül bahçelerinde dolaştır; birşeyler anlat bana! Beni şu hayatın girdaplarından, şu günah labirentlerinden çek al, al da, aydınlık iklimlere ulaştır” demeliyiz. Ailemizle alâkalı bir mes’ele ortaya çıktığında, ya da ticaretimizde bir sarsıntı olduğunda, nasıl hemen heyecan içinde erbabına koşarız; midemiz veya böbreğimiz sancılandığında nasıl hemen soluğu doktorda alırız; ebedî hayatımızı tehdit eden günah mikroplarına ve şeytanın vesvese ve aldatmalarına karşı da, kuvve-i mâneviyemizi takviye edici ilaç ve şifa arkadaşımıza aynen öyle koşmalıyız.