-
Yeni Yıllara Doğru
13. Yıla Girerken (Yeni Yıllara Doğru)
Günler gelip bahara dayandığında, binbir ışığa gebe yaşlı dünyâ son kez hamlini vaz’etmek için sancıyla kıvrım kıvrım, fakat aynı zamanda neşeliydi. Ufukta yeni bir günün emâreleri tülleniyor, şafaklar ümitlere inci diziyor ve yıllardan beri ışığa hasret gönüller, sanki iki adım ötede kendilerini bekleyen bir kısım sürprizlerle karşılaşacakmış gibi pür dikkat ve belirsiz bir sevinç içindeydi...
Derken, duyguda, düşüncede, ilimde, san’atta doğumları doğumlar tâkip etti.. büyük-küçük, sesli-sessiz hamleler birbirine eklenip gitti.. ve bir baştan bir başa bu garipler dünyâsı yeni bir “ba’sü ba’del-mevtile yeşerip Cennet yamaçlarına döndü.
İşte, Sızıntı da, bu velûd dönemin umûmî vâridatından sadece bir zerre, o kutlu devrenin dört bir yanı velveleye veren gürül gürül sesinden sadece bir nağme ve binbir nağmeyle gerilmiş bir enstrümanın tellerinden sadece mütevâzi bir tel olarak bu çok sesli koroya iştirak etme ve bu umûmî baharda, dört bir yanı saran çiçeklerden bir çiçek olma hülyâ ve rüyâlarıyla “Yâ Hayy!i deyip lütufları sonsuz Yaratan’dan hakk-ı hayat istedi.. hem de ismi gibi iddiasız, mahviyet içinde.. deryaya karışmaya hazır bir damla, güneşle bütünleşmeye namzet bir zerre ve binler-yüzbinler ışık kaynağından minik bir ışık kaynağı olma niyetiyle.
Binbir doğuma açık mübârek bir dönemin sath-ı mâilde bulunma bahtiyarlığına ermiş bizler, irâdî-gayrı irâdî, elimizde bu küçük mevkûte, kendimizi bir umûmî hizmet çağlayanı içinde bulduk -o çağlayanı varedip, bizlere de onun içinde hizmet imkânı veren Rahmet-i Sonsuz’a ruhlarımız fedâ olsun- bulduk ve bu büyük lütuf karşısında şükranla iki büklüm olduk... O gün bugün de biz onun sımsıcak kanatları altında.. o da nesillerin tertemiz sînelerine taht kurup, hep bir ümit, bir bekleyiş, bir arayış ve bir seziş heyecanıyla; kâh bir katre gibi buharlaşıp “çiy noktasıina ulaştı; sonra da rahmet damlaları halinde yeniden başaşağı toprağın bağrına indi ve kâh çağlayanlar gibi görünüp ümit mahrumu gönüllerin irâdelerine fer oldu...
Onun bu yumuşaklardan yumuşak zümrüt iklîminde tenezzühe açılabilen herkes, kuşkuların, tereddütlerin, vehimlerin ürpertici cehennemlerinden kurtulup, yakînin, itmi’nânın, huzûrun Cennetlerinde dolaşabildi ve alevler içinde “berd ü selâmia erdi...
Biz çoğumuz, varlığı onun aydınlık iklîminde tanıyıp sevebildik.. eşyanın perde arkası hikmetlerine onun rehberliğinde adım adım yaklaşarak, sırların büyülü dünyâsıyla tanışabildik.. onun kanatları altında ve onun esrara açık satır ve sahifeleri arasında tabiat kitabının lâtif manzaralarına, bu manzaraların perde arkası öbür yanlarına ve öbür tarafın erişilmez hazlarına uyandık.. uyandık da, tanıyıp-bildiğimizi sandığımız bu sınırlı âlemde, kendimizi sınırsız âlemler içinde bulduk ve nâmütenâhîlere namzet olduğumuzu anladık...
Evet, nice gönül sahibi insanlar, onun ışıktan ve yumuşak dünyâsı içinde - tabîî iz’ân ve şuurları ölçüsünde- tâli’lerini düşüne düşüne, bu âlemin âhirete bakan öbür ucuna ulaştılar. Ulaştılar da, bağıyla-bahçesiyle, gülüyle-çiçeğiyle, havasıyla-iklîmiyle, rûhuyla-manasıyla, bu iki dünyâyı içiçe birden yaşamaya başladılar.
Şimdi, binler-yüzbinler onun sımsıcak harîminde ve ışıktan kanatları altında, şanlı milletimizin geçmişine ait en hisli, en tatlı günlerin rüyâlarını görüyor, varlığın bağrından kopup-gelen ilâhî bir şiir dinliyor.. yaşadığı aynı hayat içinde daha rengin, daha zengin bir başka hayatın varolduğunu seziyor ve onu idealize etmeye, yakalamaya çalışıyor.
Sızıntı; sürekli mesaj olabilmenin gereği, değişik şartlara göre, yer yer dalgalı ve buğulu görünümü, zaman zaman heyecanı ve mübhemleşen solukları yanında, her zaman ince, şefkatli, müsâmahakâr ve masmavi havasıyla bağrını hep gariplere açmış, yaralı gönüller için oturup inlemiş, küfre, ilhâda karşı çıkmış, bunu yaparken de kâfire-mülhide birşeyler anlatmayı düşlemiş.. sevincini kedere karıştırıp yaşamış.. itmi’nânı iniltilerle seslendirmiş.. kendi düşünce çizgisine göre duyup anlayanlara; onların seziş ve idraklerine, haz ve neşelerine göre ışıklar,renkler ve seslerle hep yeni, canlı ve orijinal motifler arayışı içinde bulunmuş.. duyup, başkalarına da duyurabildiği; hissedip başkalarına da anlatmaya muvaffak olduğu başarı adına nesi varsa, okuyucusunun kerameti saymış; falso ve fiyaskolarını ise, muhtevaya omuz verenlerin -herzaman itiraflarıyla da destekleyebilecekleri- eksikliklerinde bilmiş.. kayda değer her hizmetini Hakk’ın inâyeti sayıp minnet ve şükranlarla soluklamış, her başarısızlığını tedbir ve temkin yetersizliğinde, Hakk’a tevekkül ve teslimiyet eksikliğinde görmüş nefis muhasebesinde bulunmuş.. durup-dinlenmeden, bir kerecik olsun ara vermeden sürdürdüğü bu mübârek maratonu, gıbta edilecek şekilde noktalamıştır.
Dünden bugüne varlık ve bekâsını her zaman Rahmet-i Sonsuz’a bağlamış bu minik kaynak, ilk defa neşir hayatına atılırken:
“Sıza sıza göl olur,
Akar akar yol oluri
sloganıyla kendini duyurup tanıtmıştı. -Hak indindeki makbuliyetini bilemeyiz- Doğrusu o ki, o artık bugün yüzbinlerin sevgilisi haline gelmiştir.
Sızıntı; çıkış gâyesi ve çıkaranların rûhî hayatları itibâriyle, her zaman hakaret ve küfre kapalı kaldı. Kendi cephesinden gelen hakaret, tel’in ve tekfirlere cevap verme bayağılığına düşmedi. Böyle bir derekeye düşmek şöyle dursun, çıktığından bugüne bir kerecik bile tel’ine ve bedduâya “Âmin!i demedi. Tıpkı bir derviş olgunluk ve mahviyeti içinde “dövene elsiz, sövene dilsizi kalmasını bildi. Vâkıa zaman zaman düşmanın gadri, dostun vefâsızlığı karşısında belki burkuldu, inledi. Ama, katiyenbunlara takılıp kalmadı.. “Yâ Sabûr!i deyip yoluna devam etti...
Artık bugün o, inananlar arasında hep vifak arayan tatlılığı, kendi cephesinde kavgadan kaçan sûkut ve vakârı, dünyâ ve ukbâyı birden kucaklayan yumuşak ve âsûde iklîmiyle ençok sevilen, kabul edilen mevkûtelerin başında gelmektedir.