Cevap: Nafaka ve komŞu hakki
(Lakît), geçim sıkıntısı veyâ nâmûs korkusu ile terkedilmiş çocuk demekdir. Çocuğu terk etmek günâh, görünce alıp ölümden kurtarmak şehrde sünnet, tenhâ yerde ise farzdır. Kuyuya düşecek a�mâyı kurtarmak da böyledir. Dâr-ül-islâmda bulunan çocuk, hür ve mü�min olur. Nafakası ve sultân nikâhını yapınca mehr parası çocuğun malından veyâ akrabâsından alınır. Bunlar yoksa, Beyt-ül-mâl verir. Çocuğu başkası bundan zorla alamaz. Benim çocuğumdur diyen bir adamın sözü kabûl edilir. Kadın söylerse, iki şâhid istenir. İlm öğretilir. Sonra san�ate verilir. Bulunduğu yerin mülkî âmirinden izn almadan sünnet etdirilemez ve malı satılamaz ve iznsiz yapılan masraflar, çocuğa teberru�, ya�nî hediyye olur.
3 � Zengin olan çocukların, fakîr olan ana babalarına nafaka vermesi farzdır. Kız ve oğlan çocuklar eşit mikdârda verir. Anaya, babaya bakmak, bunlar öldükde dahâ çok mîrâs alacak olana farz değildir. Bunlara dahâ yakın olana ve onların parçası olana farzdır. Oğlunun oğlu ile kızı bulunan anaya, babaya yalnız kızları bakar. Hâlbuki, mîrâsı kız ile torun yarı yarıya alır. Kızının çocuğu ile erkek kardeşi bulunana, torunu bakacakdır. Hâlbuki, mîrâsın hepsini erkek kardeş alır. Kızlarının çocuklarına hiç mîrâs düşmez. (Hazânet-ür-rivâyât) sâhibi �rahmetullahi teâlâ aleyh� diyor ki, (Anadan babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya hurmet, saygı, itâ�at etmeli, anaya hizmet ve yardım ve ihsân etmelidir. Babanın oğluna kızması, bağırması câizdir. Baba, çocuğuna vereceği emri, onun yapmıyacağını anlarsa, onu ısyân günâhından korumak için, emr etmemeli, bunu yaparsan iyi olur demelidir). (Fetâvâ-i Hayriyye) sâhibi �rahmetullahi teâlâ aleyh� diyor ki: (Kazandığı, geçimini karşılayabilen fakîr kimsenin, fakîr babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakîr olan anasını, babasını kendi evine alıp, birlikde geçinirler. Zevceyi döğmek, eziyyet etmek, nafakasını tam vermemek, onsuz başka şehre yerleşmek harâmdır. Büyük günâhdır. Kıyâmet günü, bunun süâli çok çetin, azâbı da, pek elîm olacakdır. Hâkim tarafından ta�zîr olunması, cezâlandırılması lâzımdır. Gücü yetdiği hâlde, üç cins nafakadan birini vermezse, habs olunur)].
4 � Âkıl ve bâlig olmayan oğlan ve her yaşdaki evlenmemiş veyâ dul kız ve hasta veyâ kör adam fakîr olup, babaları yok ise, nafakalarını vermek, zengin olan zî rahm-i mahremleri üzerine, mîrâs mikdârı ile farz olur. Farz olması için, mahkemede da�vâ açması lâzım olduğu, (Fetâvâ-i Hayriyye)de yazılıdır. Herbiri, o gün için alması lâzım gelen mîrâs mikdârlarına göre ortaklaşa verirler. Bunlar, neseb (soy) bakımından nikâhı ebedî harâm olan yedi kişidir. Bunlardan zengin olanları, fakîr olan zî rahm-i mahremlerine ortaklaşa bakmağa mecbûrdurlar. Bir kimsenin dayısı ve amcasının oğlu olsa, bunun nafakasını, dayısı verecekdir. Çünki, bu kimse kadın farz edilirse, dayısı mahremdir. Amcası oğlu ise nâ-mahrem olur. Nâ-mahremin nafaka vermesi farz değildir. Mahrem, mîrâs almasa da, nafakayı mahrem verir. Fakîr olan küçük çocuğun anası ve kız kardeşi ve amcası zengin olsalar, nafakanın üçde birini anası, yarısını kardeşi, gerisini amcası verir. Fakîr bir kimsenin, zengin bir kız kardeşi ve baba bir kız kardeşi ve ana bir kız kardeşi varsa, bu kimseye üç kız kardeşi ortaklaşa bakar. Nafakanın beşde üçünü kız kardeşi, beşde birini baba bir kız kardeşi, beşde birini de, anadan kız kardeşi verir. Çünki, bu kimse ölseydi, mîrâsı bu oranda paylaşırlardı. (Behcet-ül-fetâvâ) da diyor ki, (Küçük çocuğun, anası ve iki kız kardeşleri ve amcası bulunsa ve hepsi zengin olsa, nafakayı altıda birer anası ve amcası verir. Kardeşleri de altıda ikişer verirler).
Başka dinden olan, ya�nî müslimân olmıyan zî rahm-i mahrem akrabâya nafaka vermek farz değildir. Fekat, zimmî olan anaya, babaya, çocuklara ve zevceye nafaka vermek farzdır. Zevcden ve fakîr çocukları olan babadan başka hiçbir fakîrin nafaka vermesi farz değildir. Zevceden başka, hiçbir zengine nafaka verilmesi farz değildir. Kurban kesmek nisâbına mâlik olan kimse zengindir. Bu nisâba mâlik olmıyana fakîr denir. Baba kendi nafakası için oğlunun malını satabilir. Fekat, binâyı, toprağını satamaz. Ana ise, nafaka yapmak için oğlunun malını satamaz. Üçüncü kısmda, 3. maddenin sonuna bakınız!
[Bir kadının, kızın, anası, babası ve mahrem akrabâsı yok ise veyâ mevcûd olup fakîr iseler ve Beyt-ül-mâl, ya�nî devlet de yardım etmez ve kimse ve hayr cem�iyyeti imdâd etmezse, bu kadın, kendinin, çocuklarının ve hastalık, ihtiyârlık sebebi ile çalışamıyan fakîr ana, babasının nafakalarını temîn etmek için çalışmak zorundadır. Erkekle karışık olmıyan kadın işlerinde çalışır. Erkek bulunmıyan iş yok ise, sıhhatini, dînini, nâmûsunu, müslimânlık haysiyyetini ve şerefini koruyacak kadar farz olan nafaka kazanmak için, yabancı erkeklerin bulunduğu yerde örtülü olarak çalışması câiz olur. Bu nafakayı kazanmasında mâni� olunması, ikrâh olur. Böyle ihtiyâcdan fazla, orada kalması câiz olmaz. Dâr-ül-harbde zâlimler, çalışırken, başını, kollarını açması için ikrâh ederlerse, zorlarlarsa, açmazsan, burada çalışma, git derlerse, örtülü olarak çalışacak başka yer bulamayınca, kolları açık çalışması, Ebû Yûsüf kavline göre câiz olur. Kadının kulaklarından sarkan saçlarını örtmesi farz değildir diyen âlimlerin de mevcûd olduğu, (İbni Âbidîn)de ve (Hindiyye)de yazılıdır. Harac olduğu zemân, bu za�îf kavl ile amel etmek câiz olur. Başında bulunan saçları örtmenin farz olduğu sözbirliği ile bildirildi ise de, bunun açılması, ikrâh olunmak sebebi ile câiz olur. Böyle ikrâh olunan kadın, her zemân, erkekle karışık olmıyan veyâ örtülü çalışacak yer aramalıdır. Bulunca, orada çalışması lâzım olur. Saçlarını, kollarını sokakda, gidip gelirken hep örtmelidir. Müslimân erkekle evlenince, bunun nafakasını zevci te�mîn etmeğe mecbûrdur. Zengin olmadığı için, anasına, babasına ve çocuklarına nafaka vermesi lâzım gelmez ise de, zevcinin izni ile çalışıp onlara bakması lâzımdır. Öğrenmesi farz ilmleri öğrenmek de, nafaka kazanmak gibidir.]
5 � Kölenin, câriyenin nafakasını vermek, efendisine farzdır. Efendisi nafaka vermezse, kölesi, çalışıp kazandığından kendine nafaka yapar. Köle ve câriye çalışamıyacak hâlde ise, hâkim, efendiye, bunları satmasını emr eder.
İbni Âbidîn beşinci cild, ikiyüzyirmiüçüncü sahîfede buyuruyor ki:
(Avret yerini örtecek ve soğukdan, sıcakdan korunacak kadar giyinmek farzdır. Pamuk, keten ve yün kumaş iyidir. Erkek kamîsi, ya�nî antârisi ve paltosu bacağın ortasına kadar, kolları parmak ucuna kadar uzun olması sünnetdir. Kol ağzı bir karış olmalıdır. Orta hâlli giyinmeli, şöhretden sakınmalıdır. Ni�meti göstermek için iyi ve kıymetli giyinmek müstehabdır. Bayramlarda, topluluklarda, güzel, süslü giyinmek mubâhdır. Her zemân böyle giyinmek iyi değildir. Öğünmek için, gösteriş için giyinmek mekrûhdur. Beyâz ve siyâh giyinmek müstehabdır. Resûlullahın antârisi, gömleği ve donu beyâz pamuk bezdendi. [Mekkeyi feth eylediği gün, mubârek başlığının ve paltosunun siyâh olduğu, İbni Âbidîn, beşinci cildi, dörtyüzseksenbirinci sahîfesinde ve (Mecma�ul-enhür)de yazılıdır.] Yeşil giyinmek sünnetdir. Domuzdan başka yırtıcı hayvan leşlerinin postları, derileri dabaglanınca temiz olur. Besmele ile öldürülenlerin postları ve derileri temizdir. Derileri üzerinde nemâz kılınır. Bunlarla yapılan elbiseleri, kürkleri ve kürklü paltoları, başlıkları giymek erkeklere câizdir. Kadınların erkekler gibi giyinmeleri, erkek işleri yapmaları câiz değildir. Erkeklerin, donu, pantalonu ayaklarını örtecek kadar uzatması mekrûhdur. Nemâz dışında, pis elbise giymek mekrûhdur). [El, ayak, parmak, burun, diş, göz, kalb ve başka uzvlar bozulunca, kopunca yerlerine ma�den, plâstik koymak, diri ve ölü insandan organ nakl etmek câiz olduğu, Hindistân âlimlerinin neşr etdiği (El-muallim) mecmû�ası, 1406 nushasında yazılıdır. Çünki, bir organı kurtarmak, hayâtı kurtarmak gibi zarûrîdir. Diri insanın organını, etini yimek câiz değildir. Kanını nakl etmek câizdir. Kadınların ve erkeklerin traşda, tuvalet yapmakda ve giyinmekde birbirlerine benzemeleri harâmdır. Erkeklerin yanak üzerine saç uzatarak kadınlara benzemelerinin harâm olduğu (Hadîka) beşyüzellisekizinci sahîfesinde yazılıdır. Kadının, insan saçını, kendi saçı arasına örerek birleşdirmeyip de, kendi saçına iplikle, bez şeridle bağlamasının ve hayvan kılları eklemenin harâm olmadığı, (İbni Âbidîn) beşinci cildi, ikiyüzotuzsekizinci, (Hadîka) ikinci cildi, beşyüzyetmişdokuzuncu ve (Fetâvâ-i kübrâ)nın yüzyetmişdördüncü sahîfelerinde yazılıdır. İnsan ve hayvan kılından ve naylon gibi ipliklerden yapılmış olan, (Peruk) denilen takma saçları ve kirpikleri kullanmak câiz olduğu anlaşılıyor ise de, ihtiyâc ile zîneti birbirine karışdırmamalıdır. İhtiyâc için câiz olan şeyi, süs, gösteriş için takmak câiz değildir. Erkekler arasında başını açmak zarûreti olduğu zemân, kadının başını ve kendi saçlarını peruk takarak örtmesi câiz ve lâzım olur. Zarûret olunca, avret yerlerini mümkin olan herşeyle örtmek lâzımdır. Günâhı yalnız saçını vermiş olana ve bakanadır. İnsanın saçını ve herhangi bir organı satması harâmdır. Peruk takarak sokağa çıkmak, zarûret olmadan câiz değildir. Çünki, kadınların yabancılara süslenmeleri harâmdır. Zarûret ne demek olduğu, (Mecelle)nin 22 ve 42. ci maddeleri şerhlerinde bildirilmişdir.]
(Uyûn-ül-besâir) kitâbının yüzondokuzuncu sahîfesinde diyor ki, (İnsanın kullandığı şeyler beşe ayrılır. Bunlar zarûret, ihtiyâc, menfe�at, zînet ve fudûldür. Kullanılmadığı zemân helâke sebeb olan yasak şeyi kullanmak zarûret olur. Kullanılmaması sıkıntıya, meşakkate sebeb olursa, ihtiyâc denir. [Fâidesi, menfe�ati olmayıp, yalnız gösteriş için kullanılan şeye, zînet denir.] İhtiyâc olunca, orucu bozmak câiz olur. [(Bahr-ür-râık)da diyor ki, (Bir ibâdete başlayınca, bunu özr olmadan bozmak harâmdır. Farz olan orucu bozmak için sekiz özr vardır: Hastalık, sefere çıkmak, ikrâh ya�nî zâlimin zorlaması, kadının hâmile olması, çocuk emzirmek, açlık, susuzluk ve ihtiyârlık). Kitâbda bildirilen ihtiyâc, bu sekiz özrden biri demekdir.] Buğday ekmeği, koyun eti, yağlı yimek, menfe�atdir. Tatlı yimek, zînetdir. Mubâhları kullanmakda taşkınlık, fudûldur. Zarûret olunca, yalan yere yemîn etmek câiz olmaz. Ta�rîz söylemek, ya�nî iki ma�nâlı kelime söyleyip yemîn edilir. Aç kalanın ölmiyecek kadar leş yimesi, zarûret olur. Abdest alırken elbiseye su sıçraması, hayvan idrâr yaparken, üstündekinin elbisesine sıçraması zarûretdir. Mecnûnun birden fazla evlenmesi câiz değildir. Çünki ihtiyâcı olmaz).
[Harâm işlemek veyâ kullanmak, yalnız zarûret mikdârı câiz olur. Mubâh olan şeyleri, farzları yapabilecek kadar kullanmak zarûretdir ve farzdır. İhtiyâcı karşılamak için kullanmak, sünnetdir. İhtiyâcdan fazla olan şeyin menfe�ati varsa, menfe�ati için kullanmak câiz olur. Menfe�ati olmadığı zemân, zararı da yoksa, zînet olur. Vekâr, hurmet ve sevgi hâsıl etmek ve çok şükr etmek niyyeti ile zînet eşyâsını kullanmanın müstehab olduğu, (İbni Âbidîn) ve (Bahr) son cildlerinin sonunda ve Muhammed Bağdâdînin (Hadîka)sının yüzonbeşinci sahîfesinde yazılıdır. (Hadîka) ikinci cildinin beşyüzseksenikinci sahîfesinde diyor ki, (Mubâhlarda, şehrin âdetine uymamak şöhret olur. Bu ise, tahrîmen mekrûhdur. Saç, sakal boyamak böyledir). Zînet eşyâsını kullanmak da böyledir. Dâr-ül-harbde, ya�nî Fransa gibi, kâfirlerin yaşadıkları memleketlerde, islâmın vekârını, şerefini korumak ve şöhretden, fitneden sakınmak vâcibdir. Zararlı olan şeye fudûl, abes ve mâlâ-ya�nî denir. Bunu kullanmak tahrîmen mekrûh, farza mâni� olursa, harâm, ya�nî büyük günâh olur. Birinci kısm, ellidördüncü madde sonuna bakınız!
(Bahr-ür-râık)da, orucu bozmayan şeyleri bildirirken diyor ki, (Erkeğin tedâvî için sürme çekmesi câizdir. Zînet için çekmesi câiz değildir. (Cemâl) ve (Zînet) kelimelerini birbirleri ile karışdırmamalıdır. Cemâl, çirkinliği gidermek, vekâr sâhibi olmak ve şükr etmek için, ni�meti göstermek demekdir. Gösteriş için, öğünmek için, ni�meti göstermek, cemâl olmaz, kibr olur. Nefsin za�îf, azgın olduğunu gösterir. Cemâl ise, nefsin terbiye edilmiş, olgun olduğunu gösterir. (Allahü teâlâ cemîldir. Cemâl sâhiblerini sever) hadîs-i şerîfi, cemâl sâhibi olmağı medh etmekdedir. Cemâl için yapılan birşey, zînete de sebeb olursa, zarar vermez. Cemâl için, temiz, güzel giyinmek mubâhdır. Kibr için giyinmek ise, harâmdır. Böyle giyinince, hâlinde, başkalarına karşı davranışında bir değişiklik olması, kibr alâmeti olur). Görülüyor ki, cemâl, çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak, bunları izâle etmekdir. Zînet, başkalarını imrendirecek, onlara üstünlük sağlıyacak, öğünecek şeyleri yapmakdır. Cemâl için, bulunduğu yerde âdet olan şeylerden, harâm olmıyan en iyilerini kullanmalıdır.]
Erkeklere ipek giymek harâm olduğu, ikinci kısm, kırkbirinci madde sonunda bildirilmişdir. Elbisede ve başlıkda dört parmak genişliğinde ipek veyâ altın şeridlerin bulunması câizdir. Şerîdler uzun ve sayıları çok olabilir.
Erkeklerin de her renk elbise giymeleri câiz ise de, kırmızı, sarı elbise giymeleri tenzîhen mekrûh denildi. Başlık ve takkenin kırmızı ve sarı renklerde dahî mekrûh olmadığı sözbirliği ile bildirildi. Resûlullahın �sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem� ayakkabısının siyâh olduğu, (Şir�at-ül-islâm) şerhinde yazılıdır.
(Dürr-ül-muhtâr)ın ve bunun (Tahtâvî) ve İbni Âbidîn hâşiyelerinin son cildleri sonunda diyor ki, (Tecemmül etmek, ya�nî en güzel elbise giymek müstehabdır. Halâl şeylerle zînetlenmek mubâhdır. İmâm-ı a�zam Ebû Hanîfe dörtyüz altın kıymetinde cübbe giyerdi. Talebelerine güzel giyinmelerini emr ederdi. İmâm-ı Muhammed nefîs elbise giyerdi. İmâm-ı a�zam buyurdu ki, imâm-ı Ömerin yamalı hırka giymesi, Emîr-ül-mü�minîn olduğu içindi. Güzel giyinseydi, me�mûrları da güzel giyinirler, fakîrleri, milletden zulm ile mal alırlardı. Resûlullah �sallallahü aleyhi ve sellem� bin dirhem gümüş kıymetinde cübbe giyerdi).
Büyüklere harâm olan şeyleri, çocuğuna yapdıran kimse, harâm işlemiş olur.
(Hadîka)da, bütün bedenle yapılan günâhların onbeşincisinde diyor ki, çocuğunu ve nafaka vermek lâzım olan akrabâsını aç bırakarak ve islâm terbiyesinden mahrûm ederek zâyı� etmek günâhdır. Analardan, baba ve dedelerden ve çocuklardan, torunlardan başka olan yakınlara, (Akrabâ) denir. Zengin kimsenin fakîr ve çalışamıyacak hâlde olan akrabâsına nafaka vermesi vâcibdir. Çalışabilen erkek büyük akrabâya, fakîr olsalar da, nafaka verilmez. Fakîr olan yetîm çocukların ve dul kadınların nafakaları, sağlam olsalar da, zengin akrabâsına vâcib olur. Küçük çocukların anneleri ve amcaları bulunsa, yâhud anneleri ve ağabeğleri olsa, zengin iseler, çocukların nafakalarını, mîrâs oranında, ortaklaşa verirler. Babanın, çocuklarına ilm, edeb ve san�at öğretmesi farzdır. Önce, Kur�ân-ı kerîm okumasını öğretmelidir. Sonra îmânın ve islâmın şartlarını öğretmelidir. [Çocuk Kur�ân-ı kerîm okumasını ve din bilgisini öğrenmeden mektebe gönderilirse, artık bunları öğrenecek vakt bulamaz. Din düşmanlarının tuzaklarına düşerek, onların yalanlarına, iftirâlarına aldanır. Dinsiz ve islâm ahlâkından mahrûm olarak yetişir. Dünyâda ve âhıretde felâketlere sürüklenir. Cem�ıyyete ve millete zararlı olur. Kendine ve başkalarına yapacağı kötülüklerin günâhları, anasına babasına da yazılır. Çocuğunu, din bilgilerini öğretmeden önce, kâfirlerin, hıristiyanların mekteblerine göndermenin büyük zararları, (İrşâd-ül-hiyâra fî-tahzîr-il-müslimîn min medârisin-Nasârâ) kitâbında uzun yazılıdır. Bu kitâb, Ahmed Zeynî Dahlânın (Hulâsa-tül-kelâm) kitâbının ikinci cüz�i ile birlikde, Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmışdır.]
Ananın, babanın, okutmak ve terbiye etmek için çocuklarını zorlaması lâzımdır. Kadın çocuğunun okumasına, ahlâkına ehemmiyyet vermezse, kötü yetişdirirse, erkeğin, (Ben râzı değilim. Günâhı senin olsun!) demesi, kendisini kurtarmaz. Kötülüğe mâni� olması lâzımdır. Kadın inâd ederek, fitne çıkarsa veyâ erkekden gizli yaparsa, erkek günâhdan kurtulur. Böyle kadını boşamalı diyemeyiz.
Anaya, babaya itâ�at ve ihsân etmelidir. Tâ�at olan, mubâh olan ve günâh olmıyan şeylerdeki emrlerini yapmalıdır. Zevcenin de, zevcinin günâh olan emrlerini yapmaması lâzımdır. Her me�mûr ve ast için de böyledir. Hiç kimseye, günâh işlemeği emr etdiği için, karşı gelinmez. İsyân edilmez. Mubâh olan işler için verdikleri emrleri yapmak, vâcib değil ise de, câizdir. Tâ�at olan işlerdeki emrlerini yapmak vâcibdir. Yapması câiz olmıyan emrlerine karşı ısyân etmemeli, yumuşak, tatlı dil ile özr dilemelidir. Ana, baba, [ve âmir, müdîr], en kötü günâhı, hattâ küfrü bile emr etse veyâ kendileri kâfir ise, onlara karşı gelmek, yine câiz olmaz. Ana, baba âciz ve fakîr iseler, zimmî olsalar bile, nafakaları, çocuğa vâcibdir. Dedeler, nineler de, ana, baba gibidir. Harbî olanlarına nafaka verilmez. Zimmî ile harbînin birbirlerinden mîrâs almaları da böyledir. Ana, baba, zimmî olsalar da, hizmet etmek, ihsânda bulunmak vâcibdir. Küfre teşvîk edenlerine gidilmez.
Anayı, babayı ve zî-rahm-i mahremleri ziyâret etmek vâcibdir. Hiç olmazsa, selâm göndererek, tatlı mektûb yazarak ve telefon ederek bu günâhlardan kurtulmalıdır. Selâmın, mektûbun ve sözle, para ile yardımın mikdârı ve zemânı yokdur. Lüzûm ve imkânı kadar yapılır. Zî-rahm-i mahrem olmıyanlara bunlar vâcib değildir. Bunlar önce anaya, sonra babaya, sonra evlâda, sonra ecdâda, sonra ceddâda, sonra erkek ve kız kardeşlere, amcalara, halalara, dayılara ve teyzelere yapılır. Bunlardan sonra, zî-rahm-i mahrem olmıyan amca oğluna, amca kızına ve hala, dayı ve teyze çocuklarına, sonra nikâh sebebi ile akrabâ olanlara, sonra komşulara yardım ve ihsân etmek çok sevâbdır. (Hadîka)dan terceme burada temâm oldu.
(Bezzâziyye) fetvâsında, (Menâhî)yi anlatırken diyor ki, (Her çeşid çalgı dinlemek harâmdır. Fısk anlatan şi�r dinlemek mekrûhdur. Günâh işlemeği istemek günâh olmaz. İşlemeğe karâr verirse, yalnız karâr vermek günâhı yazılır. İşlemek günâhı yazılmaz. Küfr ve küfre sebeb olan şeyler böyle değildir. Bunlara karâr verince kâfir olur. Kâfir olan anaya babaya hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyâretlerine gitmek lâzımdır. Küfre sebeb olan şeyleri yapdıracaklarından korkulursa, ziyâretlerine gitmemelidir. Kâfirlerle birlikde yiyip içmek, bir iki kerre câizdir. Her zemân ise, mekrûh olur. Ücret karşılığı, şerâb yapmak için üzüm sıkmak mekrûhdur. Kilise ta�mîrinde çalışmak mekrûh değildir. Çünki, bu işin kendisi günâh değildir). Görülüyor ki, islâmiyyete uymağa gericilik diyen, ya�nî ibâdet yapmağı ve harâmlardan sakınmağı beğenmiyen ananın, babanın evine gidilmez. Böyle olan akrabânın evine de gitmek câiz değildir. Başka özrler, sebebler söyliyerek gitmemeli, kalb kıracak, fitne çıkaracak şeyler söylememelidir. Hiç kimse ile münâkaşa etmemelidir. Münâkaşa etmek, dostluğu giderir. Düşmanların çoğalmasına sebeb olur. Fitne çıkarmamalı, dost ile de, düşman ile de tatlı konuşmalı, herkese karşı güler yüzlü olmalıdır. Bu husûsda, Muhammed Ma�sûm (Mektûbât)ının, üçüncü cildinin 55. ci mektûbunda geniş bilgi vardır. Bu mektûbun tercemesi, (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbımızın sonunda mevcûddur. Bid�at sâhiblerine ve açıkca günâh işliyenlere tatlı dil ve güler yüz câiz olmadığı için, zarûret olmadıkca, bunlarla karşılaşmamağa, görüşmemeğe çalışmalı, zarûret mikdârını aşmamalıdır.
Cevap: Nafaka ve komŞu hakki
Anadan, babadan izn almadan cihâda ve tehlükeli olan yoldan bir yere, hattâ farz olan hacca gitmek câiz değildir. İznleri olmadan ilm tahsîline gitmek câizdir. Tecribeye, hesâba dayanmıyan, dayansa da dünyâya ve âhırete fâidesi olmıyan şeyleri öğrenmek böyle değildir. İslâmiyyete fâideli ilmler böyledir. İslâm düşmanlarının, bid�at sâhiblerinin, mezhebsizlerin mekteblerine din bilgisi öğrenmek için gitmek, hiçbir zemân câiz değildir. Ticâret, hac, ömre gibi, tehlükeli olmıyan yolculuklarda, ihtiyâcı olmıyan ana babanın iznini, rızâsını almak lâzım olmaz. Fekat, hava ve deniz yolculuğu ve tehlükeli olan kara yolculukları için ve cihâd için rızâlarını almak lâzımdır. İlm öğrenmek için gidilecek yolda ve yerde emniyyet varsa ve ananın, babanın yalnız kalarak helâk olmaları tehlükesi yoksa, rızâları olmasa da, gitmek câizdir. Düşman hücûm edip islâm askeri bozulduğu zemân, çocuk bâlig olmasa bile, ana babasının rızâsı olmayınca da düşmana karşı savaşa gitmesi câizdir. Fekat, hiçbir zemân ve hiçbir sebeble anaya, babaya ve hükûmet adamlarına karşı sert söylemek câiz değildir. Rızâları olmadan gitmek câiz olduğu zemân, gitdiği yerden sık sık tatlı mektûb ve selâm ve hediyye yollayarak rızâlarını almalıdır.