-
ZekÂt kİmlere verİlİr?
Zekât, yalnız aşağıda yazılı, yedi sınıfda bulunan müslimânlara verilir. Sekizinci sınıf, (Müellefet-ül-kulûb) idi. Ya�nî, azılı kâfirlerin şerlerini def� için bunlara zekât verilirdi. Ebû Bekr �radıyallahü anh� zemânında buna lüzûm kalmadı.
1 � (Fakîr): Nafakasından fazla, fekat nisâb mikdârından az malı olana fakîr denir. Ma�âşı kaç lira olursa olsun, evini idârede güçlük çeken her fakîr me�mûr, îmânı var ise, zekât alabilir ve kurban kesmesi, fıtra vermesi lâzım olmaz.
2 � (Miskîn): Bir günlük nafakasından fazla birşeyi olmıyan müslimâna miskîn denir. Din adamı olarak tanıtılan Hamîdullah (İslâma giriş) kitâbında, miskîn, gayr-i müslim vatandaş demekdir diyor. Bu fikri yanlışdır. Dinde reform yapmakdır. Müslimân olmıyana zekât vermek câiz değildir.
3 � (Âmil): Ya�nî Sâime hayvanların ve toprak mahsûllerinin zekâtlarını toplayan (Sâ�î) ile, şehr dışında durup rastladığı tüccârdan ticâret malı zekâtını toplıyan (Âşir), zengin dahî olsalar, işleri karşılığı zekât verilir.
4 � (Mükâteb): Ya�nî efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince, âzâd olacak köle.
5 � (Münkatı�): Cihâd ve hac yolunda olup, muhtâc kalanlar. (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, din bilgilerini öğrenmekde ve öğretmekde olanlar da, zengin olsalar bile, çalışıp kazanmağa vaktleri olmadığı için zekât alabilirler. İbni Âbidîn bunu açıklarken buyuruyor ki, (Câmi-ul-fetâvâ)da bildirilen hadîs-i şerîfde, (İlm öğrenmekde olanın kırk yıllık nafakası olsa da, buna zekât vermek câizdir) buyuruldu.
6 � (Medyûn): Borcu olan ve ödeyemeyen müslimânlar.
7 � (İbnüs-sebîl): Kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp muhtâc kalan.
Bunların hepsine veyâ birine vermelidir. Zekât parası ile meyyite kefen alınmaz. Meyyitin borcu ödenmez. Câmi�, cihâd, hac yapılmaz. Zimmîye, ya�nî gayr-i müslim vatandaşa zekât verilmez. Zimmîye fıtra, adak, sadaka, hediyye verilebilir. Zenginin kölesine ve zenginin küçük oğluna da verilmez. Zenginin büyük çocuğu veyâ zevcesi veyâ babası veyâ yetîm kalan küçük çocuğu fakîr iseler bunlara, başkaları zekât verebilir. Küçük çocuk akllı ise, ya�nî parayı başka şeyden ayırabiliyor ve aldatılarak elinden alınamıyor ise, buna verilir. Böyle âkıl değilse, babasına veyâ vasîsine yâhud akrabâsından veyâ yabancıdan çocuğa bakan kimseye vermek lâzım olur. Peygamberimizin �sallallahü aleyhi ve sellem� ve amcalarının evlâdlarından, kıyâmete kadar geleceklere zekât verilmez. Çünki, her mühârebede, düşmandan alınan ganîmetin beşde biri bunların hakkıdır. Ahmed Tahâvî, (Emâlî) kitâbının şerhinde diyor ki, (İmâm-ı a�zam buyurdu ki, bunlara ganîmet hakları verilmediği için, zekât ve sadaka vermek câizdir). Câiz olduğu (Dürr-i Yektâ)da da yazılıdır.
Anaya, babaya ve dedelerin, ninelerin hiçbirine ve kendi çocuklarına ve torunlara zekât verilmez. Bunlara, sadaka-i fıtr, adak ve keffâret gibi vâcib olan sadakalar da verilmez. Fakîr iseler, nâfile sadaka verilebilir. Zevceye de zekât verilmez. İmâm-ı a�zam buyurdu ki, kadın da, fakîr olan zevcine zekât veremez. İmâmeyn ise, fakîr zevcine zekât verir dediler. Fakîr olan gelinine, dâmâdına, kayın vâlideye, kayın pedere ve üvey çocuğuna zekât verilir. Zimmîye sadaka ve hediyye verilir.
Zekât verilebileceğini soruşdurup anlıyarak, zekâtını verdikden sonra, bunun zengin veyâ zimmî olan kâfir veyâ ana, baba, evlâd veyâ kendi zevcesi olduğu anlaşılsa, zararı olmaz. Ya�nî kabûl olur. (Nehr-ül-Fâik)da diyor ki, (Zekât verilecek olan kimse, fakîrler arasında bulunuyor ve onlar gibi ise yâhud fakîr olduğunu söyleyip, zekât istemiş ise, bu kimsenin zekât almağa hakkı olup olmadığını araşdırmağa lüzûm yokdur. Buna zekât verince, soruşdurarak, araşdırarak vermiş sayılır).
Abdülkâdir Gazzî �rahmetullahi teâlâ aleyh� (Eşbâh hâşiyesi)nde diyor ki, (Debbûsînin (Mültekıt)de bildirdiği gibi, vasîsi bulunduğu yetîme, zekât olarak giyecek ve yiyecek vermek câizdir. Çünki, yetîm onun ıyâli, evlâdı gibidir). Vasîsinin, zekât malı ile yetîme lüzûmlu şeyleri alıp buna vermek hakkı vardır. Yetîm, alış verişi anlıyacak kadar akllı ise, giyeceği ve yiyeceği, çocuğun eline vermek lâzımdır.
Fakîrin, hiç olmazsa, bir günlük ihtiyâcını karşılayacak kadar vermek müstehabdır. Borcu olmıyan ve çoluk çocuğu bulunmıyan fakîre, nisâb mikdârı veyâ malını nisâb mikdârına temâmlıyacak kadar zekât vermek mekrûhdur. Çoluk çocuğu olan fakîre, bunların herbirine bölünce, nisâb mikdârı düşmiyecek kadar, çok zekât vermek câizdir. Zekâtı, fakîr olan kardeşe ve hala, amca, dayı ve teyze gibi yakın akrabâya vermek dahâ sevâbdır. Yakınları muhtâc iken, başkalarına verirse, sevâbı olmaz [İmdâd]. Zî-rahm mahrem olan akrabâsına nafaka vermesine mahkemece hükm olunan kimsenin zekât niyyeti ile, zekât malından nafaka vermesi câizdir. Zekâtı başka şehre göndermek mekrûh ise de, akrabâya vermek için veyâ kendi şehrinde fakîr müslimân bulamazsa, başka şehre göndermek câizdir. Zekâtı, borcu olana vermek, fakîre vermekden dahâ iyi olduğu (Bezzâziyye) fetvâsında yazılıdır. Malını isrâf edene, harâmda kullanana zekât vermek lâyık olmadığı (Dürr-i Yektâ)da yazılıdır.
Zenginin vekîli, zekâtı, zenginin emr etdiği kimseye verir. Başkasına veremez. Başkasına verirse veyâ gayb ederse, öder. Vasıyyet de böyledir. Emr olunan fakîre verilir. Zengin, vekîline, dilediğine ver derse, vekîl kendi fakîr olan çocuğuna ve zevcesine de verebilir. Kendi fakîr ise, kendi de alabilir. Hâlbuki, nezr böyle değildir. Vekîl, adak sâhibinin emr etdiğinden başkasına da verebilir. İbni Âbidîn, bu satırları açıklarken, onikinci sahîfe başında buyuruyor ki, (Vekîl zenginden aldığı altın ve gümüş yerine, kendi altın ve gümüşünü fakîre verip sonra zenginin verdiğini, kendi kullanması câizdir. Fekat, zenginin parasını önce kendi kullanıp, sonra kendi parasından zekâtı verirse, câiz olmaz. Kendi için sadaka vermiş olur. Zekâtı, zengine öder. Nafaka vermek, satın almak, borc ödemek için aldığı parayı kullanan vekîl de böyledir. Görülüyor ki, zekâtı kendi malından ayırıp vermek şart değildir. Zenginin vekîli, zekâtı vermek için, izn almadan bir başkasını da vekîl edebilir).
Zekât ayrılmakla verilmiş olmaz. Ayrılan zekât, kendinde veyâ vekîlinde iken gayb olursa, tekrâr ayırıp vermesi lâzımdır. Vekîli gayb edince, öder. (Âmil)in veyâ fakîr vekîlinin gayb etdikleri zekâtı tekrâr vermek lâzım olmaz. Vekîl fakîre öder. (Âmil), hem (Sâ�î), hem de (Âşir) demekdir.
Meyyit kefenlemek ve câmi� yapmak, cihâd edenlere yardım etmek için, kâğıd para zekâtını anlatırken bildirdiğimiz gibi, fakîrler, zekâtlarını alması ve bildirdiği yere vermesi için, güvenilen birini vekîl ederler. Bu vekîl, fakîrler için zekâtları alır. Fakîrlerin emr etmiş olduğu yere verir. Hayr cem�ıyyetlerine zekât vermek için de, böyle yapılır. Vekîlin zekâtı alırken ve verirken, birşey söylemesi lâzım değildir. Yalnız, vekîl eden fakîrlerin, zekât alabilecek müslimân olmaları lâzımdır. Zekâtı kâğıd para olarak verebilmek için de, böyle yapılacağını yukarıda bildirmişdik.
Alacaklarını ve malını eline geçiremeyen, elindeki bononun ödeme zemânı gelmeyen zengin kimse, fâizsiz ödünç veren bulamazsa, ihtiyâcı kadar, zekât alabilir. Malına kavuşduğu zemân, almış olduğu zekâtı, fakîrlere dağıtmaz. Hâlbuki fakîr, ihtiyâcından fazla, nisâbdan az zekât alabilir. Altın ile gümüşün ve ticâret eşyâsının zekâtının fakîre veyâ fakîrin vekîline teslîm edilmesi lâzımdır. Başka yerlere, kurumlara verilen zekât, müslimân fakîrin eline geçmezse, zekât ödenmiş olmaz.
Bir günlük yiyeceği bulunan kimsenin ve hiç yiyeceği yok ise de, sağlam çalışacak, ticâret edecek hâlde olan kimsenin, yiyecek, içecek veyâ bunları almak için para istemesi, dilenmesi harâmdır. Bunun varlığını bilerek, istediğini vermek de harâmdır. İstemeden verilmesi ve verileni alması câizdir. Bu kimsenin yiyecek, içecekden başka ihtiyâclarını meselâ, elbise, ev eşyâsı, kirâ paraları istemesi câiz olur. Aç veyâ hasta olanın, oturacak evi olsa da, yiyecek istemesi câizdir. Bir günlük yiyeceği olan, olmasa da, çalışabilecek hâlde olan kimse, ilm öğrenmekle [veyâ öğretmekle] meşgûl ise, yiyecek istemesi, yine câiz olur. Parasını harâma sarf edene ve isrâf edene sadaka verilmez.