-
Salavât getirmek
Salavât getirmek
Burada istidradî (arasöz) olarak bir hususu da hatırlatmak gerekir: Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) mübarek nâm*ı celîli anılınca salavat getirmeyi bazıları vâcip kabul ederler. Salavâtı ömürde bir kere söylemenin mutlak vacip olduğunda ihtilaf yoktur; fakat, bazıları Efendimiz'in adı her anıldığında "Sallallahu aleyhi ve sellem" demeyi vacip sayarlar. Bundan dolayı da "Tahiyyât" tan sonra "Allahümme salli*Allahümme bârik" okumaya da "vacip" derler. Çünkü, tahiyyât'ta "Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abdühu ve rasûluh" ifadesi vardır. Orada Efendimiz'in nâm*ı celîli geçtiğine göre arkadan salât u selam okunmalıdır.
Fahr*i Kainat Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) varlığı, varlığımızın gayesini öğrenmemize vesile olmuştur. O, varlığın çehresini aydınlatan bir nur kaynağı, kainatın ille*i gayesidir. Kainat fabrikasının temel ürünü, en kıymetli meyvesi Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)'dir. O'nun varlığı, bir yönüyle kainatın mebdeidir; taayyün*ü evvel bir çekirdek gibi O'nunla başlamıştır. Sonra bi'setiyle, vazife ve misyonuyla O, kainat ağacının meyvesi olarak da sonda gelmiştir. İsterseniz Nizamî gibi konuşarak şöyle diyelim; kainat şiiri O'nun adına bestelenmiştir. Hükmü bir kâfiye gibi o şiirin sonunda gelmiştir. Öyleyse her şey O'na bağlanmaktadır.
Bu zaviyeden bakınca Efendimiz'e çok şey borçluyuz. İşte bundan dolayı, O'nun adı anıldığı her zaman salavât getirmeyi vâcip sayanlar olmuştur. Fakat hiç kimse Cenab*ı Hakk'ın nâm*ı celîli anılınca, "Allah" denilince her defasında "celle celâlühû" gibi bir ta'zim ifadesi söylemeye "vâcip" dememiştir. Neden? Çünkü, Allah Teâlâ'nın nimetlerinin altından kalkılamaz. O'nun her an üzerimize yağdırdığı nimetlerine o nimetler enginliğinde şükürle mukabele edilemez.
Mesela, bir düşünce silsilesi farzedelim, altmış dakikalık bir saati düşünelim. Bunu evvela dakikalara ayıralım. Sonra saniyelere, sonra saliselere... sonra da âşirelere ayıralım. Âşirelerin içinde de Cenâb*ı Hakk'ın lütuflarına ve nimetlerine mazharız. Eğer hiç durmadan O'nun üzerimizdeki varlık, hayat, latîfe*i Rabbâniye, his, şuur, irade... gibi nimetlerini düşünsek ve bunların hepsine mukabelede bulunmak istesek; hiç durmadan, "elhamdulillah, elhamdulillah, elhamdulillah.." desek yine de yetiştiremeyiz. Çünkü bu "elhamdulillah"ı biz âşirenin içine sokamayız. Oysaki biz o âşire içinde de varız. Ne ile varız? Allah'ın bizi perverde ettiği nimetleriyle; O'nun bizi insanca donatması ve imana hazırlamasıyla, şuurumuzu açmasıyla varız.