-
Zenginlik ve Fakirlik
Soru 5: Allah (cc) çok insanlara, araba, apartman, mal, mülk, itibar, arkadaş, şan, şöhret vermiş. Bazı insanlara da fakirlik, dert, musibet, elem, keder, vermiş; sonraki insanlar çok mu kötü yoksa Allah öbürlerini çok mu seviyor? Uçmak için yaşayanla, sürünmek için yaşayan arasındaki fark nedir?
Cevap: Böyle bir soru, ancak öğrenmek maksadı ile sorulabilir. Başka türlü günaha girilmiş olur. Esasen, içinde böyle bir derdi olan insanın da, bunu sorması lazımdır.
Allah (cc) dilediğine at, araba, han, hamam, taksi, apartman verir; dilediğini de fakr u zaruret içinde kıvrandırır. Ancak bütün bunlarda, âile ve sâireden gelen bazı sebepler de inkâr edilmemelidir. Meselâ, bir insanın mal kazanma dirâyet ve kiyâsetini inkâr etmek mümkün olmadığı gibi, kendi devrinin şartları içinde kazanma yollarını bilmesi de, kazancına sebep olması bakımından inkâr edilemez. Bununla beraber Allah (cc), bazı kimselere, liyâkat izhar ettiği halde, yine onlara mâl-menâl vermemiştir. Mâmâfih, zayıf bir hadis-i şerifde; Allah’ın, malı sevdiğine-sevmediğine, din ve îmânı ise sevdiğine verdiği ifade edilmektedir5 ki, mevzumuz itibariyle oldukça manidardır.
Bir de, mal-mülk mutlaka hayır sayılmamalıdır. Evet, bazen Allah (cc) mal-menâl ve dünyevî huzur ve saadet isteyenlere, istediklerini verir; bazen de vermez. Ama, Allah’ın (cc) hem vermesi, hem de vermemesi hayırlıdır. Zira, sen iyi bir insan ve verileni de yerinde kullanacak isen, senin için hayırlıdır. İyi bir insan değil ve istikâmetten de ayrılmış isen, Allah’ın vermesi de vermemesi de senin için hayırlı değildir.
Evet, istikâmetin yoksa, fakirlik senin için küfre bir vesiledir. Çünkü, o seni Allah’a karşı isyâna sevk eder de, her gün O’na karşı yeni bir isyân bayrağı açarsın. Yine, şayet sen istikâmette değilsen; kalbî ve ruhî hayatın da yoksa, senin zenginliğin de senin için bir belâ ve musibettir, “Mal ve evlâd, dünya hayatının zînetidir ve bir ibtilâdır.”(Kehf, 18/46) Şimdiye kadar çok kimseler bu imtihanı kaybetmiştir. Nice servet sahibi kimseler vardır ki, servet içinde yüzdükleri halde, nankörlüklerinden ötürü, kalblerinde tecelliden en ufak bir parıltı ve aydınlık yoktur.
Binâenaleyh, bunlara, Cenab-ı Hakk’ın mal ve menâl vermesi bir istidraç ve sapmalarına bir vesiledir. Ama bunlar herşeyden evvel ruhî ve kalbî hayatlarını öldürdükleri ve Allah’ın verdiği fıtrî kabiliyetleri çürüttükleri için, buna müstahak olmuşlardır.
Bu arada, Efendimizin (sav) şu hadislerini kaydetmek de yerinde olur: “İçinizde öyleleri vardır ki, ellerini kaldırıp Allah’a kasem ettikleri zaman, Allah (cc) onların yeminlerini yerine getirir. Ve yeminlerinde hânis kılmaz. Berâ bin Mâlik, onlardan birisidir.”6 Halbuki Enes’in kardeşi Berâ’nın ne yiyeceği ne de yatacak bir yeri vardı. O âdetâ, kût-u lâ yemûtla yaşıyordu. İşte, Berâ gibi saçı başı karışık, nice pejmûrde görünüşlü ve perişan sayılacak kimse vardır ki, onlara büyük insanlar nazarıyla bakılmış ve kalblerinin büyüklüğü, içlerinin derinliğiyle değerlendirilmişlerdir. Rasul-ü Ekrem (sav) diliyle, yemin etseler, Allah, yeminlerinde yalan çıkarmayacağı kişiler olarak vasıflandırılmışlardır.
Onun için; ne müstakillen servet, ne de fakirlik bir felakettir. Belki yerine göre fakirlik de servet de Allah’ın en büyük nimetlerindendir. Allah Rasûlü (sav) irâdesiyle fakirliği ihtiyar buyurmuştur. “İstemez misin dünya onların olsun, âhiret bizim”7 buyurmuşlardır. Hz. Ömer, dünya servetleri devlet hazinesine aktığı halde, bir fakir insan gibi, kût-u lâ yemûtla geçinmiş ve fazlasını istememiştir.
Ama, öyle fakirlik de vardır ki, -Allah muhafaza buyursun- küfür ve dalâlettir. Meselâ: Yukarıdaki sözler tahkik niyetiyle bir mü’minin ağzından çıkmasaydı da, bir nankörün ağzından çıksaydı, Allah’ın nimetlerine karşı şikayet eden o kişi, kâfir olurdu.
Demek ki, yerine göre fakirlik nimet, yerine göre de devlet. Asıl mesele, kalbde musaddıkın bulunmasıdır. Yani:
“Ya Rabbi, senden ne gelirse gelsin makbûlümdür.
Hoştur bana Sen’den gelen, ya hıl'at ü yahut kefen;
Ya taze gül, yahut diken, lûtfun da hoş, kahrın da hoş”
Şarkî Anadolu’da; “Sen’den, o hem hoş, hem bu hoş” derler.
İnsan hil’at giyip servet içinde de yüzse, Allah’la beraber olduğu takdirde, Abdülkadir Geylânî gibi, yine ayağı velilerin omuzunda ve mübarek başı da Rasul-ü Ekrem’in (sav) dâmenine dokunacaktır. Ama Allah ile münasebeti yoksa, o fakirin dünyâsı da hüsrân, âhireti de hüsran demektir. Keza Allah ile beraber olmayan zengin, zâhiren dünyada mesud gibi görünse de, neticede ağır bir hüsrana uğrayacaktır.