Malumdur ki Ulûm-u diniyye, mirâs-ı Enbiyadır. Enbiya-ı Uzâm ve Rusül-i Kirâm hazerâtı bu ulumu, hiçbir ücret ve menfaat beklemeden insanlara tebliğ etmişlerdir.
Kur’an-ı Kerimde Peygamberlerin şöyle buyurdukları haber verilmektedir:
وما أسألكم عليه من أجر. إن أجرى إلا على رب العالمين.
“Bu (dini ve ulûm-ı İlahiyeyi) tebliğ karşılığında, sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim sadece alemlerin Rabbi olan (Allah)’a aiddir.”
Peygamberimizin varisi olan zevât-i kirâm da, dinî ve İlahî ilimleri insanlara öğretirken ücret beklemek şöyle dursun, maddi-manevi bütün inkânlarını bu uğurda fedâ etmişlerdir.
Böyle bir miras ve emaneti, maddi menfaatlere alet etmenin, yani dünyevi gayeler için dini ilimleri öğrenip öğretmenin şenaati açıktır. Bu Allah’ın aziz kıldığını zelil, zelil kıldığını da aziz kabul etmektir.
Dünyada gözü olan kimseler âlî olan ilimleri âdi menfaatlerine alet ederler. Yeri gelince kolaylıkla hakikatten inhiraf edip onu tahrif ederler. Nitekim ehl-i kitap alimleri basit menfaatler karşılığında hakikatleri ya ketmetmişler ya da tahrif etmişlerdir. Yüce Rabbimiz onların âdi hallerine işaret, ümmet-i Muhammed’in âlimlerini de îkaz için şöyle buyurmuştur:
وإذ أخذ الله ميثاق الذين أوتوا الكتاب لتبيننه للناس ولا تكتمونه فنبذوه وراء ظهورهم واشتروا به ثمناً قليلا فبئس ما يشترون.
“Vaktiyle Allah kendilerine kitap verilen okur-yazarların şöyle mîsakını aldı. Celalim hakkı için onu nâsa anlatacaksınız, ketmetmeyeceksiniz. Derken onlar onu omuzlarnın arkasına attılar da mukabilinde biraz para aldılar. Bakın ne kötü alışveriş”
Bu kitap verilmiş olanlardan murad Ehl-i kitap olan Yahûd ve Nasâra alimleridir. Bunların iş bu (أوتوا الكتاب) ünvanıyla yadedilmeleri, kendilerine Kur’an verilmiş olan müslümanların dahi böyle misaklarının alınmış bulunduğunu biddelâle ihtar eder.
Malumdur ki kitabın mahiyeti neşr-u beyan ve tebliğ-i hakâyık-u ahkâm içindir. Binaen aleyh bir kitaba nail olmuş bulunmak, o kitabın neşr-u beyanını taahhüd etmek demektir. Halbuki onlar o kitabın mukabilinde bir semen-i kalîl aldılar, metâ-ı gurur olan hayat-ı dünyaya aldanarak cüz’i bir para veya menfaat mukâbilinde hakkı ketmettiler.
Görülüyor ki Allah’a ahd-ü mîsak veren ehl-i kitap alimleri, basit bir menfaat karşılığında hakikatten ve sözlerinden dönmüşler, dalâlete düşüp gadab-i İlahî’ye dûçar olmuşlardır. Kütüb-ü İlahiyyenin ahkamını câmî bulunan Kur’an-ı Kerim ile müşerref olan İslam alimleri, bu yüce emaneti hiçbir menfaat beklemeden ve menfaate alet olmadan insanlara tebliğ vazifesi ile mükelleftir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de:
ولا تشتروا باياتى ثمنا قليلا واياى فاتقون
“Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin ve benden sakının artık benden.”(Benim ayetlerimi mucizelerimi semen-i kalîle satmayınız. Birkaç para gibi hasis dünya menfaatlerine değişmeyiniz.), buyurmaktadır. Evvelki ayette rehbet واياى فارهبون) ), burada ise ittika ile emir vardır ki evvelki, avam ve havassa şamil, bu ise havassa (ilim ehline) hitaptır.
Büyük müceddid Süleyman Hilmi Silistrevi (K.S) hazretleri, binbir emek ve zahmetle yetiştirdiği talebelerine şöyle buyurmuştur:
“Evlatlarım! Bu ilimleri okumak isteyen bir kimse daima: “Ben bu ilimleri Allah rızası için okuyacağım, okuduklarımı da Ümmet-i Muhammed’in evladına öğreteceğim. Bu suretle batağa düşmüş insanları kurtarmaya çalışacağım.”, diye düşünmeli ve gayesi hep böyle olmalıdır. Maaş almak hatta müftü veyahut vaiz olmak niyetiyle ilim öğrenmek haramdır. Eğer içinizde bu maksadla burada bulunan varsa hemen dengini toplayıp, çekip gitsin. Zira Enbiya mirası olan bu ilim dünyevi gayeler için okunmaz. Başka yerlerde başka maksad ve gayeler için ilim tahsil edenlere dünya da haram oldu, ahiret de. Çünkü onlarda rabıta bağı yoktur. Rabıtası olmayanların da hakikatla alakası yoktur. Biz ise yalnız Allah rızası için okuyoruz. Okuduklarımızı da İnşaallah her zaman hiçbir menfaat gözetmeden okutacağız.”
İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri bir gün talebeleriyle giderken hokkabazın biri halka hokkabazlık numaraları gösteriyormuş. İmam-ı Azam hazretleri talebelerine dönmüş ve demiş ki:
Evladlarım! Bu kimse süfli biridir. Süfli mesleğini süfli dünyaya alet ediyor. Benim size öğrettiğim ilim ise ulvîdir. Siz bu ulvî ilmi dünyaya alet edecek olursanız bu hokkabazdan daha süfli olursunuz.
İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sâni hazretleri dünyaya meyleden din alimlerini kötü alimler olarak vasıflandırmış ve dini hususlardaki her zaaf ve fetretin bu alimler yüzünden olduğunu beyan buyurmuştur. Bu hususta yazdığı bir mektupta hulasa olarak şöyle buyurur:
“Alimlerin dünya sevgisi onların güzellikleri üzerinde bir lekedir. Halk onlardan faydalansa bile, onların ilminin kendilerine faydası yoktur. Hatta bu ilim onlar için zarardır. Çünkü bu ilim onların aleyhinde tam bir huccettir... Nasıl zarar vermesin ki, Allah katında eşyanın en azizi ve mevcudatın en şereflisi olan ilmi, mal makam ve ahbab gibi denî dünyanın menfaatlerini cem etmeye alet ediyorlar. Halbuki dünya, Allah katında zelil hakir ve mahlukatın en sevimsizidir. Allah katında aziz olan bir şeyi zelil, zelil olan bir şeyi de aziz kabul etmek son derece çirkindir. Hatta bu hakikatta Allah ile zıtlaşmak demektir...
Müderrislik ve müftülük yapmak ancak halisane Allah rızası için yapılırsa ve makam-mevki, mal-mülk sevgisinin kokusundan ari olursa menfaat verir.
Bu belaya mübtela ve dünya sevgisinin esiri olan alimler dünya alimleridir. İşte onlar kötü alimlerdir. İnsanların en şerlileri olup din hırsızıdırlar.
Hakikat şu ki, bu zamanda umur-ı şer’ıyyede vâki olan her türlü zâfiyet, tervic-i millet ve takviye-i dinde zuhur eden her fetret, kötü alimlerin kötülüğünden ve niyetlerinin bozukluğundandır.
Evet, eğer alimler dünyadan yüz çevirir, makam-mevki, mal ve yücelik arzusunun esaretinden kurtulurlarsa işte onlar ahiret alimleri ve enbiya (A.S) varisleridir. Mahlûkatın en faziletlisi onlardır. Onların mürekkebi Allah yolunda şehid olanların kanları ile tartılır da ağır gelir. Onların uykusu ibadettir.”
Görülüyor ki dînî ilimlerle meşğul olan kimse Allah rızasından başka hiçbir menfaat gözetmemelidir. Ancak bu, kendisine verilen harçlığı almasına mani değildir. Elbetteki müslümanlar gecesini gündüzüne katıp-başka bir işle meşgul olmadan-dinin ve ilâhi ilimlerin neşri için çalışan kimselere yardımcı olup onların ihtiyaçlarını karşılamak için gayret ederler. Hocanın kendisi için takdir edilen harçlığı alması, onun Allah rızası için çalışmasına mani değildir. Hatta hocalar Mevlâ’nın lütfu ile zengin de olabilir. Burada mühim olan yaptığı hizmetler karşılığında bir şey beklememesidir. Hiçbir şey verilmediğinde de aynı hizmeti severek devam ettirebilmesidir. Nitekim cihada iştirak eden gazilerin, kendilerine takdir ve taksim edilen ganimetleri almaları, onların sevabından bir şey eksiltmez. İmam-ı Rabbanî hazretleri: “Gazilerin, beytülmal tarafından tayin ve takdir edilen ulûfeyi (ikramiye) almaları Allah yolunda cihadlarına münafi değildir. Bu ulufenin onların normal ücretlerinden (maaşlarından) kesilmesi de gerekmez. Ameli iptal eden, ancak bozuk niyetlerdir. (Yoksa ulûfe ve harçlık almak değildir.), buyurur.
Malumdur ki ulûm-u diniyyenin neşri vazifesi bir nevi cihaddır. Cihada çıkmazdan evvel niyeti tashih etmek çok mühim bir husustur. Tâlib-i ilim de, tahsil-i ilimden önce, dünyayı gözden çıkarıp, niyyetini tashih etmeli ve ebediyyen niyetini bozmamalıdır. İyi niyetle işe başlayan ancak daha sonra dünya nimetleri ile karşılaştıkça onların tadına aldanıp rıza-i ilahiden sarf-ı nazar eden pekçok kimse vardır.
Bu sebeple, nefse karşı daima uyanık olup, piranın himayesine sığınmak gerekir. İstikâmet üzere olabilmek için Allah’a iltica etmek lazımdır.