-
Teslîmiyet
Bağdat civarlarında bir yerlerde kendi hâlinde bir garip varmış. Bu adamcağız cemaâte devâm etmeğe çalışıyor, lâkin çok zorlanıyormuş. Aslında evi mescide yakınmış ama... Ama arada Dicle olmasa.
Peki köprü mü? İşte onu sormayın, insanı yoracak kadar uzakmış. Hele kısa kış günleri akşam namazından çıkıp evine varamadan yatsı için dönüyormuş geriye.
Olacak bu ya, günlerden birinde hoca efendi tevekkül bahsine girmiş ve elini kürsüye vura vura demiş ki: 'Bir kimse ki Allah'a güvensin su üstünde yürür. Vallâhi de yürür, billâhi de yürür.'
Bizim garip buna çok sevinmiş. Çekmiş besmelesini yürümüş mescide, çekmiş besmelesini dönmüş evine. O deli Dicle halı kesilmiş. Adamcağız hoca efendiye çok duâ etmiş. Bu iş hanımın da hoşuna gitmiş, hattâ bir gün 'Efendi be' demiş, 'Biz bu hoca efendiyi niye yemeğe çağırmıyoruz?'. Adamcağız 'He ya' demiş, 'Ne iyi olur.'.
Hoca efendi bu samîmi dâveti kabul etmiş. Namazdan sonra çıkmışlar yola. Hoca tam köprüye doğru yönelmiş ki, adamcağız önüne geçmiş 'Ne gereği var hocam' demiş, 'Çekelim besmelemizi yürüyelim karşıya.'.
Hoca efendi gülmüş. Önce acı acı, sonra mânâlı mânâlı gülmüş. 'Ah!' demiş, 'Ah, ben de senin gibi acabâsız olabilsem.'.
Teslîmiyetin güzelliği işte.