Yiyecek ve İçecek Kapları
Yiyecek ve İçecek Kapları
Allah Teâla buyurur ki:
"Kupalar ve altından tabaklarla onların başında dolaşılır." (Zuhruf, 71)
Ayetteki sıhâf (tabaklar), sahfe'nin çoğuludur. el-Kelbî, altından çanaklarla diye açıklamıştır. el-Leys, "sahfe" enli yayvan çanaktır der.
el-A'şâ "taslar, gümüşten tabaklar ve yük altında zayıflamış develer" demiştir. (Beyit için bk. Lisan el-Arab, shf, maddesi)
Ayetteki ekvâb (kupalar) ise "kûb" kelimesinin çoğuludur, el-Ferrâ, "başı yuvarlak kulaksız olana denir" demiş ve Adiyy'in şu beytini inşad etmiştir:
"Dayanmış oturuyor, durmadan kapıları çalmıyor Köleler kupalarla başında dolaşıyor." (Beyit için bk, Lisan el-Arab, kvb maddesi; Tefsir el-Kurtubî, XVI. 114)
Ebu Ubeyd, "ekvâb, ülüğü olmayan ibriklerdir" demiştir. (Mecaz el-Kur'ân, II, 206)
Ebû İshâk, "tekili kûb'dur. Kulpu olmayan yuvarlak kaptır" demiştir,
İbn Abbâs, "onlar kulakları olmayan ibriklerdir" demiştir.
Mukâtil, "onlar kulpları olmayan başları yuvarlak kaplardır" demiştir.
Buhari, Sahih'inde "onlar ülükleri olan ibriklerdir" demiştir.
(Buharî, VI, 317, orada ifâde "Kûb, kulağı ve kulpu olmayandır, ebârik ise kulağı ve kulpu olandır" şeklindedir. Mu'cem Ğarîb el-Kur'an, s. 182'de "kûb, ülüğü olmayan ibriktir" denir. Bu el-Ahfeş'in görüşüdür, bk, Tefsir el-Kurtubî, XVI, 114)
Allah buyurur ki:
"Ebedîleştirilmiş uşaklar (çocuklar), kupalar, ibrikler ve kaynaktan (doldurulmuş) kâselerle onların başında dolaşır." (Vakıa, 17-18)
İbrik, ülüğü olandır, ülüğü ve kulpu yoksa o zaman ona kupa (kadeh) denir.
İbrik if îl kalıbında, saf berrak anlamında berîk kökündendir. Berraklığından pırıl pırıl renkte olan kaptır. Sonradan şekil olarak bu parlak kaba benzeyen her kaba parlak olmasa da ibrik denmiştir.
Cennet ibrikleri, kristal berraklığında gümüştendir, İçindeki dışından görünür. Araplar parlak renkli kılıca da ibrîk derler, İbn Ahmer'in sözünde olduğu gibi: "Çok deve sürüsü olan kalabalık bir kabileyi helak etmek için kılıç (ibrîk) taktı, ok sadağını sırtına koydu." (Bk, Lisan el-Arab, brk maddesi)
el-Lihyâni'nin Nevâdir'inde şu geçer: "İbrik kadın, yani göz alıcı parıl parıl bir kadın." (Lisan el-Arab'da "cariye" geçiyor)
Allah buyurur ki:
"Gümüşten kaplar ve billur (kristal) olan kupa (kadeh)lerle, gümüşten, billur kadehlerle onların başında dolaşılır. Hangi ölçüde isterlerse öyle olur." (İnsan, 15-16)
Kavarîr (billur, kristal) camdır. Allah Sübhanehû bu kapların maddesinin gümüşten olduğunu, cam saflığında ve şeffaflığında bulunduğunu haber vermiştir. Böyle bir kap pek güzel pek hoşa gidici bir şeydir. Ancak Allah bu kapların maddesinin camdan olması zannını ortadan kaldırarak şöyle buyurmuştur:
"Gümüşten kavârîr (billur, kristal kaplar)." (İnsan, 16)
Mücâhid, Katâde, Mukâtil, el-Kelbî ve eş-Şa'bî, "Cennet Kavârir'i, gümüştendir, böylece hem gümüş beyazlığına hem kavârîr'in billurluğuna sahip olmuş oluyorlar." (Ebû Nuaym, Sıfat el-Cenneh, II, 189-190, İbn Abbas'dan)
İbn Kuteybe der ki:
Cennetteki, nehirler, sedirler, döşekler, kadehler, dünyadaki kul yapısı şeylerden hep farklıdır. Nitekim İbn Abbâs Radıyallahu Anhu der ki:
"Cennetteki şeylerden dünyada sadece isimler vardır." (Kurtubî, Tefsir, I.240; el-Münzirî, et-Terğib vet-Terhîb, IV, 560)
Dünyadaki kadehler bazan gümüşten bazan kristalden olur. Allah bize oradaki kadehlerin gümüş beyazlığında ve billur saf şeffaflığında olduğunu haber vermiştir.
(İbn Kuteybe) dedi ki:
Bu, teşbih yollu bir anlatımdır. Sanki gümüşten gibi olan billur kadehler demek istemiştir. Bu Allah'ın şu sözüne benziyor:
"Sanki onlar, yakut ve mercandır." (Rahman, 58)
Yani o dilberler yakut gibi şeffaf ve mercan rengindedirler. İbn Kuteybe bu görüşünü kendine saklasın. Çünki o ayette kadehlerin gümüşten olduğu (sanki, falan kullanılmadan) açıkça ifâde edilmiştir. Ayetteki -den (min) kelimesi, kadehin maddesini, cinsini ifade içindir. Nitekim gümüşten yüzük dersin. Böyle denince gümüş gibi yüzük manası anlaşılmaz. Maddesi ve cinsi gümüş olan yüzük anlaşılır. Herhalde o kadehlerin hem gümüş hem billur (kristal, cam) olarak zikredilmesi ona içinden çıkılmaz gibi gelmiş ve böyle söylemiştir. Halbuki böyle bir şey yok. Nitekim biz meseleyi açıklamıştık.
Gelelim "hangi ölçüde isterlerse öyle olur" (İnsan, 16) sözüne.
Ayette geçen (ölçmek, takdir etmek anlamındaki) takdir, bir şeyi belli özel bir mikdarda yapmak demektir. O kapları yapanlar, onların tam doyup kanacakları ölçüde, fazla veya eksik olmayarak yapmışlardır, içenin zevk alması için ideal olan budur. Kanacağı mikdardan az olsa lezzet alması eksik kalır, çok olsa ve tiksinecek kadar çok olsa bu da bir bıkkınlık ve kalan kısma karşı bir usanç getirir. Bu görüş müfessirlerin bir kısmının düşüncesidir.
el-Ferrâ, "kadehleri, herbirinin tam doyacağı mikdarda kılmışlardır, ne fazla olur artar, ne konmadan içeceği şey biter, en leziz içecek böyle olur" demiştir.
ez-Zeccâc "kapları, ihtiyaçları ve murad ettikleri kadar yaparlar" demiştir.
Ebu Ubeyd, "içirtenler ölçer sonra içirtirler" demiştir. Yani onun görüşüne göre takdir işini melekler ve hizmet edenler yapmaktadır. Onlar fazla vermezler ki ele ağır gelmesin, eksik de vermezler ki hani gerisi denmesin. (Bu görüşler için bk, Tefsir el-Kurtubî, XIX, 141)
Bunu daha önce söylemiştik.
Diğer gurup takdir işini içenler yapar, demiştir. Yani onlar şu miktarda olsun diye içlerinden geçirir geçirmez, iş ve netice onların arzusuna göre ortaya çıkıverir. Cumhurun görüşü daha güzel ve yerinde olup bu görüşü de içine almaktadır. Doğrusunu Allah bilir.
Ke's (kadeh, kâse)'ye gelince, Ebu Ubeyde "içi dolu ise kâse, kadeh denir" demiştir. Ebu İshak "içinde içki olan kaptır" der, o zaman içinde içecek birşey bulunan her kap kâsedir. Müfessirler, kâseyi içki (içkinin bizzat kendisi) diye açıklamışlardır. Atâ, el-Kelbî ve Mukâtil bir görüştedir. Hatta ed-Dahhâk, "Kur'an'da geçen bütün "ke's"lerden maksat içkidir" demiştir. Onların bu görüşü onların asıl mânâya ve ne denmek istendiğine bakmış olmalarından kaynaklanmaktadır. Çünki gerçekten asıl maksat kâsenin kendisi değil içindeki içkidir. (Bk. el-Kurtubî, Tefsîr, XV, 77-78)
Ayrıca bazı isimler var ki bir şeyin hem kabını hem içindekini birlikte veya ayrı olarak ifade eder. Nehr ve ke's böyledir. Çünki nehr denince hem içindeki su (nehir akıyor sözünde olduğu gibi. Çeviren) hem suyun aktığı yer (nehirde su kalmamış sözünde olduğu gibi. Çeviren) anlaşılır, hem de ikisi birden anlaşılır (nehiri temizleyelim sözünde olduğu gibi. Çeviren.) Ke's ve köy (karye) kelimeleri de böyledir. Bazen karye geçer içindeki halk kasdedilir, bazen köyün kendisi (maddi kısmı) kasdedilir, bazan da ikisi birlikte kasdedilir.
Buhari ve Müslim'de Ebû Musa'l-Eş'arî hadisinde Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Altından iki cennet, kapları da, o ikisi içindeki şeyler de altın. Gümüşten iki cennet, kapları da, o iki cennet içindeki şeylerde gümüş. Oradakilerle, Rabb'lerine onların bakmasına engel olan perde, Adn Cennet'inde O'nun vechi üzere bulunan kibriyâ (büyüklük) ridâsından başka bir şey değildir."
(Buharî, XIII, 423, Tevhîd kitabının, "Ogün yüzler vardır, parıl parıldır, Rabblerine bakarlar" âyeti babı; Müslim, 180, İman kitabının, Cennet'e girecek ilk zümre..., babı)
Yine Buhari ve Müslim'de, Ebu Hureyre hadisinde bu zat Radıyallahu Anhu, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu demiştir:
"Cennet'e ilk girecek zümre dolunay gecesindeki ay gibi olacaklardır. Onların peşinden gelenler ise gökteki en parlak incimsi yıldız parlaklığı üzere olacaklardır. Onlar küçük ve büyük abdest bozmazlar, sümkürmezler, tükürmezler. Tarakları altındır, terleri misktir, tütsülükleri öd ağacıdır, eşleri ceylan gözlü hurilerdir, ahlakları tek bir kişinin yaratılışı üzeredir, babaları Âdem (a.s.)'in sureti üzere gökte yetmiş arşın olurlar."
(Buharî, VI, 362, Peygamberlere ait olaylar kitabının, Adem ve Zürriyetinin yaratılışı babı; Müslim, 2834, Cennet ve nimetleri ile ehlinin sıfatı kitabının, Cennefe ilk girecek zümre... babı)
Buhari ve Müslim'de Huzeyfe b. el-Yemân hadisinde bu zat Radıyallahu Anhu Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu demiştir:
"Altın ve gümüş kaplarla içmeyiniz, altın ve gümüş tabaklardan yemeyiniz, çünki bunlar dünyada onların (gayri müslimlerin) âhirette ise sizindir."
(Buharî, IX, 554, Yiyecekler kitabının, gümüş kaplarda yemek babı; Müslim, 2067, libâs ve zinet kitabının, altın ve gümüş kap kullanmanın haramlığı babı)
Ebû Ya'lâ el-Mevsilî, Müsned'inde şöyle demiştir:
... Enes Radıyallahu Anhu dedi ki:
"Rasûlullah'ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem rüya hoşuna giderdi. İnsanlar çoğu zaman rüya görürler, eğer biliniyorlarsa gelir sorarlardı. Bu rüyadan dolayı iyi bir şeyler söylenirse bu pek hoşuna giderdi.
Bir gün bir kadın geldi ve:
"Ey Allah'ın Rasûlü, sanki Medine'ye gelmişim, oradan çıkarılmışım ve Cennet'e konulmuşum, böyle rüya gördüm, bir de bir öğün sofra kurulmuş, bunun için Cennet kapıları açılmış, baktım ki, falan oğlu falanca -diyerek kadın, daha önce Rasûlullah tarafından bir seriyyede gönderilmiş on iki kişiyi sayar- orada değil mi?
Üzerlerinde eski püskü elbiselerle boğazlarından kan fışkırarak getirildiler. Onları Beydah nehrine götürün denildi, batırıldılar, çıktılar. Yüzleri dolunay gecesindeki ay gibiydi. Kendilerine içinde taze hurma olan altından bir kap getirildi. Hurmadan ne kadar istiyorlarsa yediler. Altın kabı ne şekilde çevirseler ondan istedikleri başka başka meyveler yiyorlardı. Ben de onlarla beraber yedim. (Kadın rüyasını bu şekilde anlatıp bitirince) tam o anda o seriyye hakkındaki haberci geldi ve on ikisinin de ismini sayarak falan vuruldu, falan vuruldu dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadını çağırdı ve rü'yanı anlat dedi. Kadın başladı anlatmaya, falan getirildi, falan getirildi, (ravi böyle demiştir)."
Bunun bir benzerini Ahmed Müsned'inde rivayet eder, isnadı Müslim'in şartı üzeredir.
(Ahmed, Müsned, III, 135. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VII, 175-176'da, bunu 8 Ahmed rivayet etmiştir, ravîleri sahih hadis ravileridir, der.)